Gidin başka yerde tepinin, Taksim olmaz

Herhangi başka bir olay olmaması halinde Türkiye’nin neredeyse gelecek beş yıllık süreci şimdiden belli olmuş durumda.
1. Erdoğan Cumhurbaşkanlığı için adaylığını koyacak ve şimdiki yetkileriyle cumhurbaşkanı seçilecek,
2. Cumhurbaşkanı seçilince, AKP’nin başına “emanetçi” olarak Beşir Atalay veya ona yakın bir başka ismi başbakan olarak atayacak,
3. 2015 seçimlerinde “tek başına anayasayı değiştirme” çoğunluğuna erişebileceği “dar bölge sistemi”ni getirerek muhalefeti tamamen saf dışı bırakacak.
4. Rakipsiz olarak gireceği genel seçimlerde 340-350 milletvekili kazanması halinde, BDP ile de ittifak kurarak (kim bilir, beki BDP’ye bile ihtiyaç duymadan) anayasayı tamamen değiştirecek. Böylelikle de başkanlık sistemi fiilen hayata geçmiş olacak. Bu arada elbette yeni anayasa birçok sürprizi de içinde barındırıyor olacak. Başkanlık, olmazsa olmaz koşulu içinde barındıran eyalet sistemini de beraberinde getirecek.
Bunlar madalyonun görünen yüzü. Şu anki muhalefet partileriyle bu gidişe “dur” demenin olanağı yok. Üstelik CHP’nin bu gidişle değil 130, 50 milletvekili çıkarması bile zor görünüyor.
Durum AKP karşıtı olan yüzde 50’lik kitle için son derece umutsuz görünüyor.
Ama işler AKP’nin umduğu gibi “tıkırında” giderse... Ya gitmezse?
Bunun telaşı açıkça görünüyor. AKP, daha anayasa değişikliği için bir yıldan fazla zamanı olduğu halde, müthiş bir baskı rejimi peşinde. En yakın zorlu kavşak 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamaya hazırlanan halk kitleleri.
Bunun bir “işaret fişeği” olmasından yaman korkuyor AKP, zira bu kez ucunu tutamayacağı, şiddete daha fazla başvurmak zorunda kalacağı kitle hareketlerinin artarak “rejimi” tehdit etmesi.
İyi ama, herhalde herkesin aklına şu soru takılıyordur: Neden AKP Taksim’i gösterilere açmıyor? Polisin orantısız güç kullanmaması halinde, orada toplanan kitle kendi halinde, geçen 1 Mayıs’ta olduğu gibi halay çekerek, horon teperek (neyi kutluyorsa artık) kutlayacak ve dağılacak. Yasak niye?
Yasağın temelinde Taksim Meydanının tıpkı Tiananmen Meydanı, Kızıl Meydan ve benzeri meydanlar gibi direnişin simgesi haline gelmesinden kaynaklanan korku var. İşçilerin, emekçilerin, öğrencilerin, gezicilerin başka bir meydana toplanmalarından rahatsızlık duymuyor AKP, ama Taksim’e “olmaz” diyor. AKP, kitlelerin toplanıp üstelik de eğleniyor olmasının kendi saltanatları için bir tehlike oluşturmayacağını çok iyi biliyor. Daha önceki direnişlere baktığında, ne zaman Taksim’e izin verilse olayın bayram kutlamasından çıkıp siyasi bir protestoya dönüştüğünün de farkında.
Taksim artık direnişin simgesi bir isim haline geldi. Oynamak, eğlenmek, zıplamak istiyorsan İstanbul’da meydan mı yok, git birine tepin! Ama Taksim olmaz.
Bunlar bilinen doğrular. Biraz da bilinmeyene, tarihin akışında böyle durumların suyu nereye kanalize ettiğine bakalım. Bakalım ki, umutların tamamen dibe vurmadığını hem kendi suratımıza, hem de bu sistemi sonsuza kadar sürdüreceğine inananların suratına çarpabilelim.
Kapitalist sistemler bol miktarda emekçi ve işçi sınıfı üretir ve yapısı gereği de onları tüketir. Tüketemediği, tıkandığı anda da kâr payından bir parça “ağa babalarına” yedirir ve toplumsal başkaldırıyı geçici olarak da olsa sindirir. Artık işçi-emekçi kesimin akıl önderleri, sarı liderleri doyduğu halde toplumu dizginleyemez hale geldiğinde, bu kez komik biçimde adlandırdığı “orantısız güç”, yani dayağı yiyenlerin dilinde açıkça “şiddet” diye bilinen yönteme başvurur. İşte AKP’nin yedeğinde hazırladığı “kızılcık sopaları” bu günler içindir ve artık “paylaşım” dönemi tamamen bitmiştir. Elbette sendikaların, sivil toplum örgütlerinin başındaki göbeği yeterince şişmiş “delikanlı sosyalistler(!)” yolun sonuna geldiklerini anlamışlardır ve muktedirlere karşı “diş” göstermenin zamanı geldiğinde hemfikirdirler.
Marksist terminolojiye göre gerçek yaşamda hiçbir yerde hareketsizlik bulunmaz. Zihinsel faaliyet gerçeğe doğru ya da gerçekten uzaklaşan yönde hareket eder. Bugüne kadarki gelişmeler gerçekten uzaklaşan yönde hareket etmiş, muhalefet bunu tersine çevirmeyi başaramamıştır. Ama gerçekten uzaklaşan yöndeki toplumsal hareketler bir noktadan sonra durmak ve geri dönmek zorundadır. İşte AKP’nin en büyük korkusu bu toplumsal matematik dengenin artık geriye dönüşünün başlamış olmasından duyduğu endişedir. Zihinsel faaliyetin gerçeğe doğru yönelmesi karşısında artık dogmalar iflas eder ve en basitinden ekmek kavgası başlar. Bol duaların okunduğu kubbe altlarının karın doyurmadığı gerçeği kendini göstermeye başlar ki, faşist yönetimlerin korkulu rüyası da yaratılan mutluluk balonunun aslında sivri uçlu bir cisimle patlatılmasının kolay olduğu noktaya kadar şişmiş olmasıdır.
Önümüzdeki haftalarda bu konuyu daha detaylı biçimde anlatmaya çalışacağım.