Baştan kaybettiğiniz bir oyunda, kazanacağım sahtekarlığı da ne?

Sıkıntılı bir güne uyandım, başım deliler gibi ağrıyor, midem bulanıyor ve sürekli kusma ihtiyacındayım. Sevdiğim kuzenim de beni ziyarete gelmiş, akşam saat 10.30’da İskenderun’a dönecek. Bir yandan saate bakıyorum, daha en az on saat var, bir yandan kendi halime bakıyorum, on saat sonra bile kalkacak durumda değilim.

Bunun, dedim kendi kendime, bunun edebiyatta bir karşılığı olmalı. Yani yazı yazarak kendini bir yerlerde tutmayan insanların herhalde böyle bunalımlı günleri olmuştur. Ama kim?

Hemingway aklıma geldi. Gellhorn ile yaşadığı o muhteşem tutkulu aşk, gecenin bir yarısında Gellhorn ile yaşadığı tutkulu sevişmenin ardından Gellhorn sabah uyanıp da Hemingway’i daktilonun başında, üstelik ayakta görünce, şaşkınlığını gizleyemez... Böyle mi olmalı?

Geç Mümtaz, dedim kendime, sen kim Hemingway kim? Kendini karşılaştıracağın daha mütevazı bir adam olmalı.

Ama bulamadım.

Yorgun bir halde kalktım, kendimi zorla suyun ardına attım, ama hala kafam kazan gibi.

Kuzen beni kahvaltıya bekliyor.

Öte yandan, onunla ilgili yapmam gereken önemli bir iş var ve bizi orada bekliyorlar...

Saat üç sularında, “hadi,” dedim. “Gidelim.”

Aşağı indik, arabaya giderken ayaklarımın kesildiğini hissettim ve dedim ki kuzenime, “ben bu halde araba kullanacak halde değilim, kardeşime ya da oğluma söylerim, onlardan biri seni götürür. Şu anda benim hemen hastaneye gitmem gerekiyor, bacaklarım beni kaldırmıyor.”

Kuzen bu, hemen benim koltuğuma girerek elli metre ötedeki hastaneye götürdü.

Buraya kadar anlattığım hikaye, sıradan bir hikaye. Herkesin başına da gelebilecek bir hikaye. Acilde bir yer buldular, yatırdılar, iki ünite de serum dayadılar ve bir saat kadar sonra ayağa kalktım. Doktor Toygun, doktor Önder, doktor Nedim başımdan hiç ayrılmadı.

Kalktım, gidiyorum. Kuzenim Ebru Beşen kolumdan tuttu, “Ülker hanım burada,” dedi. “Saçmalama,” dedim. “Ülker hanımın burada ne işi var?”

“Ama gördüm, burada” dedi.

Bir ara kapı açıldı acil koğuşlarından birinde ve Ülker hanım gerçekten oradaydı.

Bunu şu nedenle anlatıyorum. Meclis’teki o komik oylama sırasında Ülker hanım niye Meclis’te değildi, diye bir yığın saldırı gelmiş. Şunu söyledim beni bu nedenle arayan arkadaşlarıma, dostlarıma, “Kaybedeceğiniz bir oyunda karşı tarafta olmanın ne anlamı var?”

“Ne demek,” diye sordular.

Dedim ki, Emine Ülker Tarhan katılsaydı oylamaya, sonuç değişecek miydi?”

“Herhalde değişmezdi,” dedi kimisi.

“O halde katılmanın anlamı ne?”

“Ama olsun, katılıp ret oyu vermeliydi.”

“Yani, muhteşem Salı günü konuşmasını yapan Bahçeli ya da Kılıçdaroğlu ellerindeki tüm oyları kırmızı olarak kullandı, değişen bir şey oldu mu?”

“Bu farklı.”

“Farklı olan ne?”

“Tavrını koymalıydı.!

Uzattım.

Söylediğim şuydu en son olarak. “On üç yıldır koyulan tavır buydu ve hiçbir şey değişmedi. Aklınıza hiç gelmedi mi, tavır koymamak da bir tavırdır.”

Emine Ülker Tarhan’ın yaptığı buydu. Muhalefet isen gereğini yaparsın, değilsen, ne yapsan fark etmez.

MHP, CHP ve komisyonda görev almayan HDP’ye mesajımdır.