Sivas’tan Suruç’a, AKP’den IŞİD’e

Bundan 22 yıl önce Hürriyet gazetesinin Sivas’taki gerici kalkışma ve katliamı, “Aziz Nesin isyanı” manşetiyle vererek, sanık sandalyesine laiklik ve aydınlanma savunucusu Aziz Nesin’i oturtmasını unutabilir miyiz?

Tıpkı bundan 22 yıl sonra AKP hükümetinin sözcüsü Bülent Arınç’ın, büyük bir yüzsüzlük ve vicdansızlıkla “Ölenler arasında belediyeden kimse yoktu” anlamına gelecek cümlelerini ve neredeyse ölenleri suçlamaya varan o alçak sözlerini unutmayacağımız gibi.

Pazartesiden beri “Katil IŞİD, işbirlikçi AKP” sloganı atanlar, slogana derhal “Bu ikisinin avukatı da Arınç” lafzını eklemeliler.

Suruç katliamından sonra Bakanlar Kurulu’nda “Bu işten nasıl sıyrılırız” meselesi çokça konuşulmuş olmalı ki, Arınç çıkar çıkmaz “IŞİD’le vallahi de mücadele ediyoruz, billahi de” konulu nutkunu attı dün gece.

Arınç’a kim inanır bilmem ama… Biz AKP’nin IŞİD sicilinin ne denli karanlık olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Bu katliamın siyasi sorumlusu belli: Ülkeyi IŞİD yatağı, memleketi IŞİD militanlarının sağlık ocağı haline getiren, ülkenin her köşesinde IŞİD’in asker devşirmesine, propaganda yapmasına göz yuman parti hangisiyse, Suruç’un sorumlusu odur.

AKP ile IŞİD’in düşünsel, ideolojik, mezhepsel kökenleri arasında “kan” bağı vardır. Tek ve birdirler. Suriye’de kafa keserken, Sivas’ta insan yakarken attıkları slogan tekbirdir. Sivas’ta 35 insanı yakanların avukatları hangi partinin kurucusu, milletvekili, bakanı, belediye başkanı oldularsa; Suruç’ta 32 kişiyi katledenlere kucak açan, silah veren, üs kuran da o partinin kurucusu, milletvekili, bakanı, belediye başkanıdır. Ve hatta başbakanı, cumhurbaşkanıdır!

Akıncılar Birliği’nden, Komünizmle Mücadele Derneklerinden, Necip Fazıl’ın rahle-i tedrisinden, Hikmetyar’ın dizinin dibinden kalkıp siyasi iktidarı ele geçirenler; IŞİD’in düşünsel akrabasıdırlar. Onlar arasındaki bağ hem kan bağıdır, hem de “kanlı” bir bağdır. “Kanlı mı olacak kansız mı?” sorusunun yanıtı, o sorunun sorulmasından 20 yıl sonra çok kanlı bir biçimde verilmektedir.

Artık hepsi aynıdır. Gerici eğitim düzeneğinden ve imam hatiplerden yetişen “ümmi” kuşaklar, IŞİD’e sempatiyle bakan ve hatta örgüte cihatçı yazılan kuşaklardır. Her sokakta, her mahallede, her semtte, her kenttedirler.

Siyasal İslamcı barbarlığın önemli bir basamağıdır IŞİD. Ve IŞİD’i sadece Ortadoğu’da aramak, aymazlıkların en tehlikelisi. IŞİD sokaklarımızda, caddelerimizde, mahallelerimizde, kentlerimizde, ekranlarımızda, gazetelerimizdedir. Parlamentodadır. Hükümettedir.

IŞİD, kadınların kahkahayla gülmesini edepsizlik olarak gören Arınç’ın kafasında, hamile kadınların sokağa çıkmasının terbiyesizlik olduğunu savunan sözde hukukçunun zihninde, eşiyle aynı sofrada yemek yemekten çekinen eski bir bakanın anlayışındadır!

İstanbul’un, Sakarya’nın, Gaziantep’in, Adıyaman’ın, Konya’nın, Erzurum’un, Rize’nin, Manisa’nın, Batman’ın sokaklarındadır IŞİD! Okulların koridorlarında, müdür masalarının arkasındaki koltuklarda, üniversite kürsülerindedir!

IŞİD, AKP tipi ılımlı siyasal İslâmcılığı tahtından indirip iktidara yürüdü. AKP’nin sermaye sınıfı ve Genelkurmay’la birlikte el ele, kol kola yarattığı ılımlı İslâm, yerini daha vahşi, daha ilkel ve topyekûn bir İslâmcılığa bıraktı. Türkiye’nin sokakları IŞİD kafalılarla dolup taştı. 4+4+4 denilen cahilleştirme ve yobaz üretme düzeneği, giderek bir IŞİD fabrikasına dönüştü.

Ilımlı İslâm ekenler, IŞİD biçmeye mahkûmdurlar!

Her katliamdan, her can kırımından, her kanlı olaydan sonra konuşmaya başlayan “Ama, ama, ama gerçek İslâm bu değil ama” korosu da bir an önce susmalıdır. Aslına bakılırsa “siyasal İslâm” kavramsallaştırması da anlamsız. İslâm zaten tepeden tırnağa siyasal. Hayatın her alanını en ince noktalarına kadar düzenlemiştir ve bu düzenlemeler Tanrı sözü kabul edildiği için sorgulanamazlar. Kayıtsız şartsız itaat etmekten başka hiçbir yol yok. Siyasal olmayan bir İslâm pek de mümkün değil. Olmayacağı “ılımlı ve laik, demokratik sistemle uyumlu” olduğu iddiasıyla tarihte görülmedik bir desteğe mazhar olmuş AKP ve Fethullah Cemaati üzerinden kesin ve mutlak şekilde kanıtlanmıştır.

Katliamdan sağ kurtulan Zeynep Altınok dün ne diyordu: “Et parçaları üzerime yapışmıştı, polisler bize gülüyordu!”

Bunda şaşacak bir şey yok… O polisler değil mi bombacıları katliamdan kısa süre önce ele geçiren ve sonra salıveren? O polisler değil mi katliamı protesto edenlere biber gazı yağdıran? O polisler değil mi katliamda ölenlerin cenazelerine yasak koyan? Artık o polisler yurttaşların güvenliğini kamusal bir anlayışla sağlayanlar değil; İslâmcı, gerici, mezhepçi bir hükümetin vurucu gücüdürler. Her biri ya bir tarikata mensup, ya bir tarikatın sempatizanı, ya AKP’li, ya Türk-İslam sentezcisi, ya yeni Osmanlıcıdır. İmamın Ordusudur.

Çare tek… Kamusal yaşamı ve siyasal alanı dinsellikten ve dinsel referanslardan tamamen arındıracak, dini sadece özel alanlara bırakacak ve çocuklarını laik, rasyonel, bilimsel bir eğitim sistemiyle yetiştirecek ilerici, kamucu, laik, aydınlanmacı bir cumhuriyet rejimi kurmak. Aksi halde ya bombalanarak, ya kafamız kesilerek, ya hapsedilerek ya da herhangi vahşi bir yöntemle yok edileceğiz.

Başka çaremiz yoktur.

Çareyi Engels 1875’te Londra’dan Pyotr Lavroviç Lavrov’a yazdığı mektupta anlatmıştır: “Bizim ülkemizde gereksindiğimiz -en azından yakın gelecekte- sevgiden çok nefrettir ve her şeyden çok da Alman idealizminin son kalıntılarının silinip süpürülmesi ve maddi olguların kendi tarihsel haklarına yeniden kavuşturulmasıdır.”

Bizim de… Bize de nefret gerekiyor. Gericiliğe, yobazlığa, ırkçılığa, İslâmofaşizme ve tüm bunları yaratan, yaşatan, besleyen, büyüten, sürdüren sermaye düzenine, tekeller sistemine, sömürü çarkına karşı sınıfsal bilinçle donanmış bir nefret. Siyasal bir öfke. Buna ihtiyacımız var. Ve o öfkeyi hızla ilerici bir iktidara dönüştürmek. Buna ihtiyacımız var. Bizi başka hiçbir formül, reçete, çözüm kurtarmayacaktır.

Tarikatlara dayalı, gerici, yobaz, İslâmofaşist sermaye diktatörlüğünde ne yazık ki yaşamlarımız iğrenç, aşağılık, alçak bir hale getirilerek yok edildi. Geçmişsizleştirilip geleceksizleştirildik.

İktidarı almadan; laik, aydınlanmacı, kamucu, ilerici, eşitlikçi, özgürlükçü bir cumhuriyeti kurmadan, herhangi bir geleceğimiz de olmayacak.

[email protected]

twitter.com/_ahmetcinar_