Aydemir Güler

Sola baktığında üzücü bir bölünmüşlük manzarası görenler yanılıyorlar. Solda liberallik önceleri pazarlandığı gibi özgürlüklerin genişlemesinden yana bir vurgu değil, tarihsel ilerlemenin yadsınmasıdır.

Solda bölünme

Aydemir Güler

Solun bölünmüşlüğünden şikâyet edilmesinin geçmişi, Türkiye tarihi kadar eski olabilir! Elbette bölünme negatif bir çağrışım yapıyor; dolayısıyla “istenmeyen” bir şey… Ama sözcüğün bu anlamı, ne karşıtını, yani birlik veya birleşmeyi tamamen olumlamaya yol verecektir, ne de her tür bölünme kötüdür… 

Siyasette bazı bölünmeler arındırır. Yeni olan, eskinin bağrından, bir bölünmenin ürünü olarak doğmaz mı?

Bugün hâlâ solun “altın yılları” sayılan 1960 ve 70’li yıllarda, solda bütün bölünmeler değilse de, bazıları kaçınılmaz, anlamlı ve yararlı olmuşlardı. Örneğin sonraları üstünde mutabakat sağlanan nötr terimlerle söylersem, “hareket geleneği” ile partili geleneksel solu hiçbir kuvvet bir arada tutamazdı. İyi ki de, tutamadı, Türkiye’de hem bir partili mücadele geleneği işçi sınıfına ulaştı, kendi normlarını ve hatta etiğini oluşturdu, hem de devrim fikri “hareket” sayesinde taşraya, kasabalara, köylere ve en başta gençlik kitlelerine yayılabildi. Hareket geleneğinden parti kültürü çıkmazdı; o günün koşullarında parti geleneği de o yaygınlığa ulaşamazdı. 

Elbette bu kaba özet bir iş bölümü biçiminde değil, bir dizi sol içi mücadele ve sürtüşme ile hayat bulmuştur. Sol içi sürtüşmenin olumsuz boyutlara varması nadir de olmadı. Ama önemli olan şuydu ki, bu iki akımı iç içe soktuğunuzda ne biri ne diğeri işini yapabilecekti…

Solun karanlık yılları olan 1980’ler ve 90’larda ise, farklı kesimlere yayılan bir eğilime göre, geçmişte büyük yanlış yapılmıştı. “Türkiye’de sivil toplum yoktu; burada doğru düzgün bir ilerleme için topraklarımızın demokrasiyle, hoşgörüyle vs. vs. daha çok sulanması gerekiyordu. Devrim ve sosyalizm kökten yanlış olmasa bile, bize fazla geliyordu.” 

Ama aynı dönemde bu yaklaşımı bir yenilgi ve teslimiyet sendromu olarak mahkûm eden başka odaklar da ortaya çıktı. Yani bölünmüştük! Ama eğer bölünmeseydik, ayrışmasaydık, birkaç yıl sonra sol külliyen Birikim’in izinde AKP’nin “demokratik devrimini” alkışlayacak ölçüde pelteye dönüşürdü…

Bugün de solun bölünmesinden şikâyet ederken dikkatli olunmalıdır. AKP’li yıllarda dinci gericilik – büyük sermaye – emperyalizm üçlüsü tarihin tekerlerini kırmaya kalktı. Cumhuriyet’in üstünde tepindiler…

Bu sırada solun bir bölümü, liberal sol, bu dalganın öncülüğüne soyundu, üstünde sörf yapmayı denedi veya buna tutunarak var olmaya çalıştı. Bir diğer kesimse, laikliğe, ekonomide devletçiliğe, bağımsızlıkçılığa sahip çıktı. Bu iki konum bağdaşmaz, bir arada bulunamaz. Doğrusu bölünmektir. 

“Sahip çıkmak” derken, asıl hedef kapitalizmin yıkılması yoluyla toplumsal eşitliğin önündeki tarihsel engelin yok edilmesiydi. Bu, ancak işçi sınıfı ve emekçi halkın siyasi iktidarı ele geçirmesiyle sağlanabilirdi. Laiklik, devletçilik, bağımsızlık bu temel konumlanışı ikame etmez, edemez. Konumuz, hedefe giden yolun karakteristik özelliklerinin ne olması gerektiğiyle ilgilidir: Sosyalist devrim, emekçilerin bayraklarına adı geçen Cumhuriyet değerleri yazılarak zafere taşınır. Gericiliğe, sermaye egemenliğine ve emperyalizme karşı sadece esneklik gösteren bir sosyalizm bile mantıksızdır. Mantıksızlığın ötesinde, buradan bir başarı öyküsü yaratma olanağı yoktur. Kaldı ki, iş bir “esneme taktiğinde” durmamış, özellikle 2023-2025 aralığında “Cumhuriyet düşmanlığı” son derece iddialı biçimde formüle edilmiştir.  

Sola baktığında üzücü bir bölünmüşlük manzarası görenler yanılıyorlar. Solda liberallik önceleri pazarlandığı gibi özgürlüklerin genişlemesinden yana bir vurgu değil, tarihsel ilerlemenin yadsınmasıdır.

Toplumda Cumhuriyetçilik ve Cumhuriyet karşıtlığı çoktan bölündü. Bu iki yakanın arasında durulması ise mümkün değil. Solun işi Cumhuriyetçiliği emekçilerin omuzlarında ayağa kaldırmaktır.