'İşçi sınıfının iktidarında vatandaş denilen kişi etnik kökeninden ve orijinal ülkesinden bağımsız olarak sömürülmeme, emperyalist politikalara alet edilmeme hakkına sahip kişidir'

Sığınmacı sorununa sınıfsal bakmak: İktidar

Geçen hafta bu köşede yer alan “Sığınmacı sorununa sınıfsal bakmak: Muhalefet” başlıklı yazının devamı olarak iktidarın sığınmacı sorununa yaklaşımını ele alacağız.

Ama bilindik yöntem sorununa baştan işaret edelim, Türkiye’de iktidar sermaye sınıfındadır, düzen muhalefeti de yönetim de sermayeye bağlıdır. Burada yönetim veya uzun süredir yönetimde bulunan AKP’ye işaret edecek şekilde “iktidar” denmesi yaygın gündelik kullanım nedeniyledir.

Sınıfsal bakmak denildiği zaman pratik olarak işçi sınıfının dünyaya, siyasete ve en nihayet sığınmacı sorununa bakışını kast ettiğimizi yazmıştık. Şimdi AKP’nin sığınmacılarla ilgili söylem ve eylemine kısa yazının izin verdiği kadarıyla bakalım:

1) Vatandaşlık almak için bir kriter: Diğer vatandaşları sömürüp yağmalamak

Türkiye vatandaşlığına geçmek için her ülkede olduğu gibi devletin belirlediği kriterler var, belli bir süre ülkede yaşamak, Türkiye vatandaşı bir kişiyle şu kadar süre evli olmak vb.

Ancak Türkiye’ye nasıl elde edildiği belli veya değil bir sermaye getiriyorsanız ve Türkiye’de iş kurup en az 100 işçiyi sömürmeyi garantiliyorsanız, şak diye vatandaş oluyorsunuz. AKP kısa bir süre önce Türkiye’den 400 bin dolar yani 6,5 milyon TL’lik taşınmaz alma kuralını getirdi, daha doğrusu bedeli 250 bin dolardan 400 bin dolara çıkardı.

Bundan daha açık bir sınıfsal karakter olamaz. Çoğu sığınmacının cebinde 6,5 TL bile yokken ve hayatı boyunca 6,5 milyonu göremeyecekken bu vatandaşlık ilkesi açıkça sermayenin nasıl düşünüp davrandığını ortaya koyuyor.

2) AKP "Mazlumları katillere teslim etmedi, etmeyecek" mi?

Muhalefet toplumun popüler rahatsızlıklarını kaşıyıp sığınmacıların durumunu sivri bir siyasi söyleme taşıyınca AKP “Ensar” kültüründen, sığınmacı mazlumlara kucak açmaktan bahsetti. “Mazlumları katillere teslim etmedik, etmeyeceğiz” dendi.

Geçen hafta bu konuya değinmiştik, “katillere” teslime biraz sonra geleceğiz ama sığınmacıların açgözlü sermayeye ağır sömürü koşullarında teslim edildiği çok açık. Kuralsız, sigortasız, asgari ücretin altında, bütün sosyal haklardan mahrum yüz binlerce sığınmacı işçiden bahsediyoruz. "Sığınmacılar gitsin"ci istikrar peşindeki “orta sınıflar” da aslında dolaylı olarak bu katmerli sömürüye katılıyorlar.

“Katillere teslim etmedik”e gelince:

Şunu herkes biliyor artık, Türkiye ABD’nin başlattığı ve bir iç savaşla sonlanan Suriye komplosunun başlıca kışkırtıcılarındandı. Yabancı cihatçıların Suriye’ye taşınması, “muhalefet”in Türkiye’de ağırlanması, cihatçılara lojistik destek verilmesi, açıkça Suriye devletinin düşmanlaştırılması, bütün bunlar kara bir leke olarak yakın tarihe yazıldı.

Dolayısı ile bırakın mazlumdan yana olmayı, AKP büyük acılarla ülkesini terk etmek zorunda kalan sığınmacılar sorununun yaratıcı aktörlerinden biriydi.

3) Briket evler sığınmacı sorunu çözmek için mi?

Yüzeyde öyle sunuluyor, çünkü düzen muhalefeti bu konuyu siyasi bir rekabet konusu haline getirmişken bir şey söylemek ve yapmak zorundalar.

Ama öte yandan bir buçuk milyon Suriyeli sığınmacının ikamet ettirileceği söylenen briket evler sığınmacılara olumlu bir yaşam kurmaya, ülkelerine dönüşlerini sağlamaya değil, Türkiye sermaye sınıfının yayılmacı politikasına işaret ediyor. Başka bir deyişle, Avrupa ülkelerini zorlamak için bir ara nasıl sığınmacılar Trakya’daki sınırlara götürüldüyse, şimdi de yayılmacılığın, Suriye topraklarında bir hegemonya bölgesi oluşturmanın aracı haline getiriliyorlar. 

Aşağıdaki haritada ilk briket evlerin kurulduğu yerleşimler görülüyor. Daha çok Türkiye sınırına yakın bölgeden İdlib’in kuzeyinde ve Suriye’nin kuzey batısında.

Haritada Suriye topraklarında ilk briket evlerin yapıldığı Cilvegözü ve Sarmada arası görülüyor.

Ancak şimdi Türkiye sınırı boyunca sığınmacılar için yerleşimlerin Suriye’de 13 ayrı bölgeye yayılacağı ve doğuya doğru uzanacağı anlaşılıyor. Bu coğrafyayı bugünlerde başlamak üzere olan Kuzey Suriye’ye askeri operasyonla birlikte düşünmek gerekiyor. 

Kuzey Suriye’ye yayılacak yeni yerleşim alanları ile sadece bölgenin etnik yapısı değiştirilmek istenmiyor, aynı zamanda şeriat kurallarına dönük bir yaşam da planlanıyor.

Briket evleri kim finanse ediyor, diye sormak gerekir. STK’lar! Kim bu STK’lar diye araştırınca karşınıza Kızılay Sadaka Taşı, Hayrat, Deniz Feneri, Türkiye Diyanet Vakfı, Kıyamder gibi İslamcı yapılar çıkıyor.

Türkiye’de sermaye sınıfı AKP eliyle laikliği zedelemiş olabilir, ama toplumsal yaşamı dinsel referanslara göre dönüştürmede başarılı olamadı. Şimdi Suriye’nin kuzeyinde büyütülmeye çalışılan hegemonya alanında dinsel bir yaşam tarzı kurulmaya çalışılıyor.

Geçen haftaki yazıda Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacıların önemli bir kesiminin geri dönmeye niyetli olmadığını belirtmiştik. Bir milyon 500 kişi nasıl bu bölgeye yerleşmeye ikna edilecek sorusu ortada duruyor.

Ayrıca Suriye’nin kuzeyi ABD ve Rusya gibi çatışan uluslararası güçlerin yanı sıra Suriye Devleti, Kürt siyaseti ve Türkiye sermayesi arasında bir rekabet alanı. Dolayısıyla bölgeye eğer yerleşim olursa barış içinde bir yaşam olmayacağı, buradaki emekçilerin iradesi dışında bir nüfuz savaşına sürükleneceği kuvvetle tahmin edilebilir.

İşçi sınıfının iktidarında vatandaş denilen kişi etnik kökeninden ve orijinal ülkesinden bağımsız olarak sömürülmeme, aydınlanmacı ve geliştirici bir ortamda yaşama ve emperyalist politikalara alet edilmeme hakkına sahip kişidir. İşçi sınıfı siyaseti ulusal hegemonya ve ilhak peşinde koşmaz.

Bugün yaşanan ve emperyalist düzen tarafından yaratılmış olan sığınmacı sorununa istikrarın korunması için değil de sınıfsal olarak bakınca bunlar gözüküyor.