Muhalefetin en milliyetçisinden en sosyal demokratına ortaklaştıkları bir şey var: 'Hepsi gitsin'. Kimin hepsi gidiyor bir bakalım.

Sığınmacı sorununa sınıfsal bakmak: Muhalefet

1980’li yıllardı sanırım, gençliğimde değerli romancı Füruzan’ın da konuştuğu bir paneli izlemiştim. Füruzan sık sık “Olaya sınıfsal bakmak lazım” diyordu. Neye sınıfsal bakacaklardı, konuyu hiç hatırlamıyorum.

Sınıfsal bakmak öylesine söylenmiş bir beylik laf mı? Bazen.

Ama biz sınıfsal bakmak denince bir düşünce ve toplumsal pratik yöntemini anlıyoruz.

Öncelikle hangi toplumsal olayı anlama çalışırsanız çalışın bireylerin değil, mülkiyet ilişkilerine göre beliren çıkar gruplarının amaçları, hedefleri, yaptıkları üzerinden bir analiz yürütmek anlamına geliyor.

Sermaye sınıfı da bal gibi olaylara sınıfsal çıkarlar üzerinden bakar ama topluma seslenirken “millet” adına konuşmayı tercih eder. Böylece kendini gizler.

Dolayısı ile sınıfsal bir söyleminiz varsa zaten işçi sınıfı tarafından bakıyorsunuz anlamına gelir.

Ancak sınıftan yana olmak bir toplumsal kesiti değil, tarihten geleceğe bir süreci dikkate almaya dayanır. Şu an durum parlak olmayabilir ama süreç sömürüsüz bir toplum kurulacağının umutlu iyimserliğini içinde barındırır. 

Ayrıca sermaye sınıfı sözcülerinin gizlediklerini açığa çıkarmak demektir sınıfsal bakmak.

Son günlerde çok konuşulan sığınmacı sorununa bir kez sınıfsal bakmayı deneyelim. Meraklı okuyucu bütünlüğü sağlamak için uluslararası göç sorunu üzerine daha önce bu köşede yer almış yazıya bakabilir.  

Muhalefetin en milliyetçisinden en sosyal demokratına ortaklaştıkları bir şey var: “Hepsi gitsin”

Kimin hepsi gidiyor bir bakalım: 

Bugün geçici koruma altındaki kayıtlı göçmenlerin sayısı 3 milyon 760 bin civarında ve kayıtsızlarla birlikte bu rakamın 5 milyonu aşmış olacağı düşünülüyor. Artık %78 kadarı çoğu Suriyeli olmak üzere hiç geri dönmeyi düşünmüyor. Son 10 yıl içinde Türkiye’de 750 bin kadar Suriyeli çocuk doğmuş, bunların bir kısmı Türkiye’de okula başlamış. Önemli bir yüzdesi kentlerde yaşıyor.

İnsanlarla böyle oynanmaz, insanları bir gece toplayıp otobüslere bindiremezsiniz. Bu başka bir şey olur. Faşizme varan burjuva pragmatizmine ihtiyaç duyar böyle bir uygulama.

Üstelik söz konusu sığınmacı nüfusunun büyük bir yüzdesi Türkiye sermaye sınıfının ağır bir sömürüsü altında bulunuyor.

İşçi sınıfı siyaseti artık Türkiye işçi sınıfının bir parçası haline gelmiş bu kesimi örgütlemekle yükümlü görüyor kendisini.

Zor deniyor. Ama Türkiye işçi sınıfını örgütlemek kolay mı sanki? Büyük bir inatla yıllarca uğraşırsınız, her seferinde değişik taktik ve araçlar kullanırsınız, yeri gelir iğneyle kuyu kazarsınız, ama umudunuzu kaybetmezsiniz. Sosyalizme olan inanç bu direnci verir çünkü.

Yabancı işçiler de ilk yılların uyum şokunu üzerlerinden atacak, dil öğrenecek, sermaye sınıfının alçaklıkları ve sömürü yöntemleri karşısında öfkesini büyütecektir.

Hem hepsini devrimden önce örgütlemekten bahsetmiyoruz ki. İçlerinden öncüler, bir azınlık devrimci bir program etrafında bir araya gelecek.

Yani sermayenin ve sözcülerinin en korktuğu şey.

Muhalefetin diğer yaptığı ise yönetimi suçlamak: “Bu kadar çok sığınmacı, Erdoğan ve Avrupa ülkelerinin marifeti.” Avrupa ülkeleri ile yapılan para karşılığında tampon ülke olmayı kabul etmeyi kast ediyorlar.

Ama sermaye tarafından bakınca gerçeğin bir kısmını da söyleseler aslında önemli bir kısmını gizlemiş olurlar.

Bu kadar çok insanı yerinden yurdundan eden felaketi ABD’nin -isterseniz NATO da diyebilirsiniz- ve Türkiye sermaye sınıfının politikaları ördü. Kişiye ve AB’ye yapılan sınırlı referans bu gerçeği örtüyor.

2011’de başlayan Suriye komplosu ve yaratılan iç savaş ABD’nin planlamasıyla gerçekleşti. Türkiye sermayesi bu kirli oyuna önce bir piyon gibi, sonra kendi yayılmacı amaçları için dahil oldu.

ABD sermaye sınıfının politikasını Ukrayna’da, Gürcistan’da destekleyip Suriye’de karşı çıkamazsınız. Ukrayna’da NATO’cu olan, Suriye’de de NATO’cudur.

“Yurtdışı politikada muhalefet olmaz” demek, “sermaye sınıfının çıkarlarını korumak için iyi bir terbiye aldık büyüklerimizden” anlamına gelir.

Peki, işçi sınıfı siyaseti Türkiye sermaye sınıfının yayılmacılığından ve sınırların bu şekilde kevgire dönmesinden yana olabilir mi? Tabi ki işçi sınıfı enternasyonalistir, bütün dünya emekçi halkları ile birlikte üretmek ve paylaşmak ister, sınırlara bakışı sermayenin bakışından çok farklıdır, ama saf da değildir.

Şeriatçılara, emperyalizmin emrindeki paralı askerlere, ajanlara, kirli işler çevirenlere, en nihayet insanın insanı sömürüsünden yana olanlara sosyalist yurdun sınırlarını kapatır.

Konu geniş, haftaya da AKP’nin sığınmacı sorunu hakkında dediklerine sınıfsal bakalım.