'Bu tip uluslararası sorunlar, uluslararası suların kullanımdan iklim değişikliğine kadar ancak işçi sınıfı enternasyonalizmine dayanarak çözülebilir.'

Rahatsız edici bir konu: İran, Irak ve Türkiye arasında su paylaşımı sorunu

AKP’nin Suriye’nin kuzeyi ve Akdeniz’de izlediği gerilimli politika düzen medyasında manşetlerden inmiyor. Ancak giderek yükselen ve yakıcı hale gelen Fırat ve Dicle başlıcası olmak üzere sınır aşan akarsuların paylaşım sorunu manşetlere ulaşmıyor. Muhtemelen diğer gündemler gibi yapay değil, gerçek ve rahatsız edici bir konu olduğu için.

Geçenlerde Irak Meclis Başkan Yardımcısı Fırat ve Dicle nehirlerindeki su seviyesinin çok düşmesi nedeniyle biraz da çaresizlik kokan bir öfke ile “Türkiye ve İran ile ticareti ve ekonomik alışverişi suç sayan bir yasa çıkartmak istemiyoruz” dedi.

Aşağıdaki haritada görülüyor, Irak’ın su ihtiyacının tamamına yakını Fırat ve Dicle sularından sağlanıyor. Nehir seviyelerinin geçen seneye göre yüzde 60 oranında düştüğü, çok sayıdaki kum fırtınalarında şehirlerin kalın bir toz tabakası ile kaplandığı ve binlerce kişinin solunum sıkıntısı yaşadığı bildiriliyor. 

Türkiye’den kaynaklanan Fırat ve Dicle Suriye’den geçerek Irak’a giriyorlar, Basra Körfezi’ne yaklaşınca birleşerek Şatt’ül-Arap nehrini oluşturuyorlar. Birlikte akan bu iki nehrin oluşturduğu havza Mezopotamya olarak biliniyor, bugünkü Türkiye, Suriye, Irak ve İran topraklarında bulunuyor.  Dicle İran’dan gelen yan kollar tarafından da besleniyor.

Irak hem Türkiye’yi hem İran’ı Fırat ve Dicle üzerinde inşa ettikleri barajlarla ülkeler arasındaki su paylaşımını bozdukları ve ülkeyi bir felakete sürükledikleri için suçluyor.

Aşağıdaki haritada görüldüğü gibi Dicle aynı zamanda İran’dan doğan akarsular tarafından da besleniyor ve İran’ın bu akarsular üzerinde çok sayıda baraj inşa ettiği, hatta Küçük Zap’ın ve Sirvan nehrinin yönünü kuraklıkla mücadele etmek için değiştirdiği söyleniyor. Yaz aylarında İran tarafından yapılan su kesintilerinin ise Irak’ta çölleşmeye ve büyük tarımsal kayıplara yol açtığı iddia ediliyor.

İran’dan doğup Dicle’yi Irak topraklarında besleyen akarsuların bir kısmı görülüyor.

Buna karşılık İran da Türkiye’yi Fırat, Dicle ve Aras nehirleri üzerinde yürüttüğü baraj faaliyetleri nedeniyle suçluyor. İran Dışişleri Bakanı 10 Mayıs’ta yapılan Meclis oturumunda Türkiye’yi inşa ettiği barajlar nedeniyle İran ve Irak’a zarar vermekle ve su akışının azaltılması nedeniyle oluşan toz ve kum fırtınalarından sorumlu olmakla suçladı.

İran ve Irak’ta giderek şiddetlenen bir kuraklık sorunu olduğu ve buna bağlı halk ayaklanmaları yaşadığı biliniyor. Ayrıca ülke içinde tarımın yapılamaz hale gelmesi nedeniyle iç göç yaşandığı da söyleniyor. 

Üç ülke de ortak bir uluslararası su paylaşımı anlaşmasına bağlı değiller, ikili görüşmelerle sorunu görüşüyorlar. Ancak son dönemde çok şiddetlenmekle birlikte Türkiye’ye yöneltilen nehir sularının komşu ülkeler aleyhine kullanılmasına dair suçlamalar yeni değil. 2017’de Uluslararası Toz ve Kum Fırtınaları ile Mücadele Konferansı’nda eski İran Cumhurbaşkanı Ruhani devam etmekte olan 22 baraj inşasından dolayı Türkiye’yi suçlamıştı.  

Türkiye tarafı ise zaten genel bir kuraklık sorunu olduğunu ve ikili müzakerelerle bu sorunlara çözüm bulmak için yapıcı davrandığını iddia ediyor. 

Bu yazıda hangi ülkede yönetici sınıfların su paylaşımı konusunda haklı olduğunu tartışmayacağız. Böyle bir tartışmayı yürütebilmek için çok sayıda teknik ayrıntısı olan bu konuda kapsamlı bir rapora ihtiyaç duyulduğu açık.

Buna karşılık bazı genellerden bahsedebiliriz:

Her üç ülkede de egemen sınıflar su yönetimi konusunda başarılı değiller. Esas olarak tarımda kullanılan suyun büyük kısmı yeterli kamusal yatırımlar yapılmadığı için ziyan olup gidiyor. 

Her üç ülkede de tarım küçük üreticinin piyasa ve tarım tekelleri ile baş başa kaldığı şekilde sürdürülüyor. Egemen sınıfların yapısı bugün büyük ölçekli ve kamusal bir tarımın planlanması için gereken kolektivizasyonu gerçekleştirmeyi imkânsız kılıyor. Ayrıca enerji sektöründe HES’lerde olduğu gibi planlama değil, şirketlerin kârı amaçlanıyor.

Diğer yönüne ise Nil sularının uluslararası paylaşımı ile ilgili yazıda değinmiştik, günümüzde yaşanan ister gıda krizi ister enerji ister kuraklık sorunu olsun insanlığın aşması gereken çok önemli bir eşik bulunuyor. Üretimin ulaştığı toplumsal nitelik ulusal sermaye sınıflarının ulusal topraklar üzerindeki tasarruf hakkıyla çelişiyor.

Fırat, Dicle ve Aras sularının hak kaybı olmadan bir eşgüdüm ve ortak bir planlama ile paylaşılması fikri ulusal burjuvazilerin bencilliği içinde kaybolup gidiyor. 

Oysa bir ulustaki halkın mutluluğu ve refahı komşu halkların mutluluğu ve refahı ile koşut olarak bulunur. Örneğimizde, Irak veya İran’ın iktisadi açıdan çökmesi Türkiye için de bir felakettir. Üretimlerin paylaşılamaması, ülkeler arasında tamamlayıcı değiş tokuşun sınırlanması, göç sorunu, hatta savaşa varan gerilimler… Emperyalist güçlerin müdahale için zemin bulması cabası.

Bu tip uluslararası sorunlar, uluslararası suların kullanımdan iklim değişikliğine kadar ancak işçi sınıfı enternasyonalizmine dayanarak çözülebilir. 

Sosyalizm sadece Türkiye için değil, bütün coğrafya için elzem!