Sıradan insanın zamanları

“Bana günlük kalan para 5,60 avro. Televizyonum bozulursa bitti, çamaşır makinem bozulursa bu iş bitti! Hayat bu kadar... Dışarıya çıkıp bir pastaneye uğramak mı? Bunlara ne gerek var ki, biz zaten yaşamıyoruz, bizlerin varlığı örtbas ediliyor. Evimin önünde pazar kuruluyor ama ondan bile alış veriş yapamam, uzaktaki ucuz bir markete gidiyorum.”  

En son ne zaman gıda dışında kıyafet gibi örneğin bir şey aldınız diye sorulunca “Yok öyle bir şey, 25-30 yıl oluyor” diyor. 22-23 yıl çalışmış ve şimdi avucuna sığacak kadar bozuk parayla bir gününü geçirmek zorunda. Yoksulluk sınırında bir para alıyor emekli maaşı olarak. Neyi özlediği sorulunca “İki top kremalı dondurma” diyor, “Ama yapamam, yaratıcı olmalısınız, böylece hayatınızı daha güzel, daha dayanılır kılabilirsiniz. Hele mizah anlayışınız da var, ki bende var olduğunu düşünüyorum.”

Yoksulluğun insanı toplumdan dışlayıp dışlamadığını soruyorlar “Toplumda takdir, beğeni önemli, acınma ise çok kolay elde edilir ama bunu istemem” diyor. Yoksullar için kıyafet, yemek dağıtılan yerlere gitmediğini söylüyor. Muhabir oralara gitse ve kendisini bir tanıdığı görse ne hisseder diye sorunca yaşlanmış mavi gözlerini dehşetle açarak “ya, ya, ya” diyor “Çok utanırdım.” 

Ya, ya, ya... Yani evet, evet, evet.. 

Almanya’dan bahsediyoruz. Avrupa’nın süper gücü, hani şu işsizliğin rekor düzeyde düştüğü, sürekli bütçe fazlası veren Almanya.

Yaşlı Alman yoksulluğundan ne gurur, ne utanç duyarak konuşuyor. Ayakta kalmaya çalışan sıradan bir emekçi, sadece... Bu yaşadıklarını hak etmediğini düşünüyor işte.

Almanya’da yoksulluk oranı yüzde 20’yi buluyor, 15-16 milyon insandan bahsediyoruz. AB için bu oran yüzde 22 civarında. 2014’de 335 bin olan evsiz sayısı, 2016’da 860 bin kaydedildi. 2018’de 1,2 milyona yükselmesi bekleniyor. 2 yılda 300 bin kişiye yeni istihdam sağladığı için övünen Alman kapitalizmi, 4 senede bunun 3 katı insanı sokaklara mahkum etti ama kimin umurunda. 

Almanya’ya dışarıdan gelmiş insanlardan, göçmenlerden bahsetmiyoruz sadece. Orada doğup büyümüş Almanlar bunlar, Alman emekçileri. 

Zaten bir bit yeniği olduğu ortada değil mi? Hem kapitalizmin parlayan yıldızı olacak, örnek ülke gösterileceksin, hem de ülkedeki siyasi dengeler merkezden uçlara doğru kayacak. Alman sermayesi giderek zenginleşirken, Alman emekçileri için aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Bir ezberi daha bozmanın zamanı çoktan geldi geçiyor. Kapitalizm uzun süredir emperyal merkezlerde bile küçük bir azınlık dışında kimseyi mutlu etmiyor. En iyisinin hali işte. Diğer taraftan Fransa’da Paris’i sallayan sarı yelekliler var, hepsi orta-üst yaşında Fransız emekçiler. 

Bundan bir süre öncesine kadar Avrupa’da en güçlü ve sert protestolar genelde göçmen mahallelerinde görülür, “normal” “muteber” AB vatandaşlarının hayatında böyle şeyler olmazdı. Şimdi öyle değil. 

Yunanistan, İspanya, İtalya... Başkaları da sayılabilir, beş yıllık zaman dilimi içinde koca kıta bir sağa bir sola savrulan siyasi gelgitler yaşadı, yaşıyor. Ama dengeye oturamıyor işte. 

Avrupa’da faşizm mi yükseliyor, sağ güç mü kazanıyor? Şimdi egemen sınıfın bir bloğu çözüm diye bunu tartışıyor, boş laf. Hem neden kazanmasın ki, eşyanın tabiatı, işler yolunda gitmiyorsa arayış başlar... Ama kimse bu şansın emekçiler tarafından zaman zaman sola da verilmediğini iddia edemez. Solun verdiği sınavsa pek parlak olmadı, çünkü bozuk düzeni tamir etmeye yeltendi fırsat eline geçince. Bu “tamirci” solun bitmesi gerekiyor ama kolay kolay da bitmez biliyoruz, kapitalizmin işine yarıyor çünkü. Evet bugünlerde itibar kaybetti ama buna işçi sınıfının örgütlü güçlerinin yükselişi eşlik etmeyince tarih sıkıcı tekerrürlerden ibaret oluyor.

Karamsar olmanın lüzumu yok. Bilakis. Sıradan insanların savrulduğu zamanlardan geçiyoruz. Arayış var ki bu böyle... Tarihe miyop bakmaya gerek de yok, üstelik böyle dönemlerde kortejin içinde olmakla, kenardan tükürmek arasında o kadar fark olmayabilir:

"Liebknecht’in cenazesine pek katılan olmamıştı; çok sayıda polis toplanmıştı, askeri birliklerin yürüyüşü, sopalar, tutuklamalar, mezara giden yolda bol bol tükürmeler, ıslıklar... O gün törene katılamamanın utancıyla tükürenler de çok olmuştu, çünkü törene katılmaktan korkmak ile, törene katılanlara tükürmek arasında insanın sandığı kadar da büyük bir fark yoktu." (Ölüler Genç Kalır)