Bakalım başka neler yapacaklar?

Reklam filmlerini severim: Kolay malzemedirler. Pop şarkıları gibi; kolayca akılda kalırlar ve çok da umursamamalarına rağmen bir dönemin ruhunu, dile gelmeyen, hatta bireylerin kendilerine bile söylemedikleri isteklerini anlatıverirler. O dönemin toplumsal zihin dünyasını kolay yoldan yansıtırlar. Arzular oradadır, zevk oradadır.

Ama toplumsal zihin dünyası derken temel olarak orta sınıf dünyasına seslendiğini de belirtmek gerekir reklamların. Toplumun tüm katmanlarını değil de ortadakileri hedefler reklam dünyası. Çünkü arz orayadır, talep oradadır.

Ama bir tek talep yoktur reklamlarda. Talebin yaratılması, arzuların dile dökülmesi, görselleştirilmesi de vardır. Çünkü bir toplumda en çok orta sınıfların sesi çıkar. Bir anlamda orta sınıfların derdi, tüm toplumun derdidir. Orta sınıfların arzuları da neredeyse tüm toplumun arzusudur.

Orta sınıf derken bir gün burjuva olmayı bekleyen geniş bir kesimden bahsediyorum; ama bir tek üretim araçlarının mülkiyetiyle değil, kültürü, havası ve gözü tok girişkenliğiyle o anı bekleyenlerden bahsediyorum. Şu günümüz dünyasının belirsizliklerinden, çilelerinden, kirlerinden arınmak, yırtmak için o belirsizliklere, çilelere, kirlere her gün daha fazla batanlardan bahsediyorum.

İşte reklamlar bu çetrefilli katmanın, büyük grubun arzularına hitap eder ve arzularını dile getirir. Temel olarak.

Ve pop şarkıları gibi oldukça etkili ve uçuşkandır reklamlar. Pek sınır tanımazlar; her zihne girip çıkıverirler. Taşıdıkları iletileri isteseniz de istemeseniz de aklınıza işleyiverirler. Tıpkı bir pop şarkısının sadece bir kez duyduğunuz nakaratının aklınızda dönüp durması gibi reklam da yerleşiverir içinize.

Ve reklamlar büyük grupların (siz bunu temel olarak orta sınıflar olarak okuyun) fantezilerini kısa yoldan anlatıverirler. Fantezi derken tüm bu zihin ürünlerinin içinde korkulu rüyalar da vardır, uçuk beklentiler de. Kısacık süre içinde yüzyılların kuşaktan kuşağa kalan tortusu billurlaşıp önünüze seriliverir reklamlarla.

İçinden geçtiğimiz yılları düşününce akla kilometre taşı babından reklamlar geliyor. Orta sınıflar üzerinden tüm topluma musallat olan zihin dünyasına hitap eden ve o dünyayı anlatan filmler.

Hatırlayın, sene 2003’tü ve Cola Turka ile Türkler Amerika’ya giriyordu. Bir dönemin açılışını anlatıyordu aslında reklam; bir iddiayı taşıyordu: Çalkantılı günlerden sonra işlerin yoluna girdiğini ve bu sayede de büyük oynandığını, oynanabildiğini... Çalkantıları geride bırakmak, büyük oynamak ise Amerikalının tasdikiyle, şaşkınlığıyla, hayranlığına mazhar olmak ile mümkün olabiliyordu.

Sonra yıllar geçti. Araya “Önyargılarımız, görünmeyen duvarlarımız” girdi. Varolan duvarları daha da güçlendirenler “Onları yıkmanın zamanı gelmedi mi?” diye sordular. Yaftalayıp yaftalayıp “Yaftalamayın!” dediler. Kardeşliğin dibine çeşitli entrikalarla kibrit suyu dökerken dahi “zaman kardeşlik zamanı” dediler. Ve geldik bu günlere. Krizlerden krizlere koşarak.

Orta sınıf dünyasındaki gibi çelişkisiz, belasız, dört bir yanı dökülmeyen bir ülke olamadık. Olamayız, orası ayrı hikaye ama fantezi baki kaldı. Döndük, dolaştık ve yine “biz Türklere hayran olan Batılı”ya geri döndük. Nerede? Yavuz Sultan Selim Köprüsü için yapılan reklam filminde.

Yine bir reklam filminde. Tesadüf mü? Değil! Reklamlar toplumsal katmanların (siz bunu temel olarak orta sınıflar olarak okuyun) güncel özlemlerine, arzularına hitap etmek, onları anlatmak zorundadır.

Orta sınıf dedik ama Türkiye’de orta sınıfın solu Batı olmaya, sağı ise Batı’nın onayını almaya çalışır. Her iki kesimin de bir tür zorlantısı gibidir bu. Döner dolaşırlar, aynı konuma, aynı konuya kendilerini geri getirirler.

İşte döndük geldik aynı konuya: Batı ve Türkiye bahsine. Reklam filminin finali, doruk noktası her şeyi anlatıyor aslında: Sağ, Türkiye’ye ancak ötekinin gözüyle hayranlık duyabiliyor. Gurur kaynağı bir “eser” bile ancak Batılının onayıyla gurur kaynağı olabiliyor. Yazık!

Ne diyor Batılı (bu arada, siz Batılıyı temel olarak Amerikalı olarak okuyun): “Bakalım Türkler daha neler yapacaklar?”

Tam da burada orta sınıf solunun içine işlemiş bir geçmişe selam çakıldığını görmek gerekiyor: Şu Çılgın Türkleri, görmek gerekiyor! O orta sınıf solu ki Cola Turka ile açılan dönenin içinde çeşitli badireler yaşanırken kendisini “Şu Çılgın Türkler” ile avutuyordu.

Bu açıdan, yani popüler solu ve sağı birleştirmek konusunda reklam filminin başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Batılı hayran oluyor, Türkiye birleşiyor. Daha ne olsun!

Reklamdaki Batılılar ise fanteziye çok uygun: Bir kere patron tipli. Belli, üst sınıftan, üstten. Arabanın arka koltuğuna oturmuş; köprüden, yoldan, etkilenmiş ama bir yandan da yüzü gülmüyor. Şaşkın ama sanki tetikte. Güncelin ayarını da almış reklamdaki Batılı: “Nasıl da engel olamadık bu köprüyü yapmalarına!” der gibi yüzü. Kurtlar sofrasında “bizi” soğukkanlılılıkla, hani şu kahpe Bizans filmlerindeki kahkahalarıyla parçalayacak olanın güncel versiyonu neredeyse.

Reklam siyaseten başarılı ama düzey ilkel; yani zihinsel anlamda hayatın erken dönemlerine ait bir rekabet var filmde. Ast, üst belirgin. Bir erişkin var, bir de erişkin tarafından hakkı çoğu zaman yenmiş ama şimdi bir zafer anıyla hakkı teslim edilmek üzere olan bir ergen var. En iyi ihtimalle…

Ve ötekinin, yani patron kılığındaki soğuk suratlı Batı’nın mutlaka ve mutlaka takdisi, onayı aranıyor.

Yazık!