Farkındasın da ne! Ne lazım sana? Bize, hepimize? Tam da şu günlerde, şu sonu gelmeyen “yuh artık”lar arasında...

Gül sen!

Sorun ne biliyor musun? Biz hiç kesişmedik ve muhtemelen hiç kesişmeyeceğiz de ama senin de çoğunluğun da pek hazzetmediği bir şey lazım bize. Çok kişinin bilerek ya da bilmeyerek istediği, ister gibi olduğu ama az kişinin peşinde koştuğu bir şey.

Lazım olana sonra gelelim, ama önce izin ver de az biraz dertleşelim.

Gerçi şimdi, kaç kez tekrarladı saymadık ama, “izin ver anlatayım” diyeceğim, sen yine kaçacaksın. “O zaman izin ver de dinleyeyim” diyeceğim, ona da “Ne gerek var!” diyeceksin.

İşimiz zor. Hem de kolayken zor. Öyle bir kesişememe hali bizimkisi.

Şimdi hepimiz korkmuşken ya da daha hafifiyle “bu ülkeden bi’ halt olmaz” noktasına (bir kez daha) gelmişken ben böyle konuşunca (biliyorum) sen ekşi ekşi güleceksin. Ve hatta uzaydan gelmiş bir yabancı (yaratık!) diye bakacaksın yüzüme; ama...

Korkma sen. Korkma, gül.

Ve tabii ki eğlen. Ye, iç. Bağır, çağır. İsyan et, hayatı, hayatını yaşa. Hafife al, hafif ol, öylece yaşa da... Aramızdaki frekans farkı, faz farkı hepimizi yiyecek! Sen de farkındasın, değil mi?

Farkındasın...

Farkındasın da ne! Ne lazım sana? Bize, hepimize? Tam da şu günlerde, şu sonu gelmeyen “yuh artık”lar arasında...

Gülme!

O çok sevdiğin sandık mı lazım? Artık klasik olacak ama “usan[ma]dık” mı?

Umut mu? Onu çoktan unutmadık mı?

Ya vazgeçiş? En kolayı o değil mi zaten! Ne demiştik? Herkes Almanca çalışıyor, değil mi?

Kaç kuşak daha korkacağız ve kaç korkuyla daha kaçacağız ki gelecekten?

Ne dersin?

Gül sen, gül.

Türkiye, uğultusu, gürültüsü, kiri ve umudu büyük bir ülke. Kalanı ayrı nefret ediyor, kaçanı ayrı bağlanıyor. Kaç kişi tanıdım, gitmeyi kafasına koyan ve de kaç kişi tanıdım gitse bile aklı hep burada kalan! Ama bu ne tesadüf ne de önemsiz bir ayrıntı. Tarihin, çağların sesi bu. Kulak verene, diri kalana...

Farkındasın değil mi?

Gülme.

Bize bir alaşım lazım. Korksak da... Kolumuz kanadımız hemen, çabucak kırılıverse de bize bir alaşım lazım. Ülkenin, tarihin, coğrafyanın ruhunu, öyle kolaya kaçmadan yoğuracağımız bir alaşım lazım.

Bu arada sahi, kolumuz kanadımız neden böyle hemen, çabucak kırılıveriyor? Yelkenleri suya indirmeye bu yatkınlık neden? Şu şarkının söylediği gibi mi? “Bu işler zor Yonca...” Hakikaten, zor mu bu işler?

Yoksa...

Bir araya gelsek zor değil mi? Zor değilse nedir bizi “biz”den ayrı tutan, kılan?

Bize bir alaşım lazım değil mi? Lazım da sen habire “bulan olmuş mu hiç?” diye sorup duruyorsun? Ben ise sormasam bile bulamıyorum.

Ama bize bir alaşım lazım işte...

Öyle sadece yan yana gelerek olmaz bu alaşım. Birlikten güç doğar doğmasına ama aslolan zamanı gelmiş bir fikrin ete, kemiğe bürünmesi; nefes alır, yaşar, koşar, coşar hale gelmesi.

Senin pek de sevmediğin bir kelimeyle söyleyeceğim: örgütlü hale gelmesi lazım o zamanı gelen fikrin. İkna etmesi, değiştirmesi ve değmesi gerekir. Hem de öyle bir günlüğüne, bir anlığına değil; her gün, her sabah yeniden ve yeniden karılarak örgütlü hale gelmesi lazım zamanı gelen fikrin.

Gülmek için bile bize az biraz bu lazım.

Ve bil ki şimdilerde en olası görünen çözüm de en imkânsız olanı... Sen şimdi yan yana gelelim ve haykırabildiğimiz kadar haykıralım diyorsun ya mesela. Ya da oylar havaya, sandığa gömeceğiz diyorsun ya mesela...

Olur, bunları yapalım ama meselenin tüm bunlardan daha derinlikli olduğunu da unutalım mı? Tüm bu telaş, korku, endişe ve öfke içinde unutmaya ve uyutmaya yatkın olduğunu konuşmayalım mı?

Bak, her şeyin ters yüz olduğu bir çağdayız. Kolay olan zor, imkânsız olan da mümkün artık. Aç gözlerini! Aç... Ama piyasaya değil, uyduruk olana değil. Kapını çalan fikre aç gözlerini.

Ve tüm bunların ortasında bir kerelik bir şey değil, bin kerelik bir şey lazım bize. Bir anda olup bitecek değil belki ama bizlere aşılmaz (görünen) dağları bir kerede aştıracak bir şey lazım işte.

Macera mı?

Değil! Bak, esas seninkisi macera. Hem biliyorsun, bilmiyorsan da seziyorsun: “biz” bu kadar dağınıkken “karşı taraf” çok da örgütlü!

Ama sen kolay bir çözüm istiyorsun. Masrafsız, bedelsiz, emeksiz. Ya da istiyorsun da neyi istiyorsun, onu da bilmiyorsun! Gerçeği eğip büküp hesaplaşmayı mümkün olduğunca erteliyorsun.

Kolay olanı kim sevmez ki değil mi? Ama işte nafile.

Bize bir alaşım lazım. Sıkı. Ama sen (ve hatta ben) sıkıya gelir miyiz? Emek, koşturmaca, sebat, usanma-bıkma ama vazgeçmeme... Gülmek için bunlar lazım bize bir de ama...

Ama yetmez. İkimiz de biliyoruz ki şu noktadan sonra (hatta kaç noktadan sonra) kaçmak bile yetmez. Tarih gelip bulacak bizi. Açık, net.

O lazım olan kapını çalıyor.

Geçmişin gölgesinden çık.

Çık ki sonunda ne olsun biliyor musun?

Gül sen!

Gül... şen...