Tarihi ezberi bozun! Bozun çünkü geldikleri gibi gitmediler mesela! Geriye büyük trajediler bıraktılar. Yanmadık ev, yıkılmadık köy bırakmadılar. Sonra da Güzel İzmir'in yanmasını seyrettiler...

İzmir'in dağlarında...

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Türkiye'nin egemen sınıfı, her rengiyle, yani Batılı ve biraz eskimiş bir tabirle “Anadolu Kaplanı” biçimindeki tüm renkleriyle herhangi bir düşmanın Ege'de, İzmir'de değil de İç Anadolu'da, Sivas, Kayseri dolaylarında denize dökülmesini tercih ederdi...

Oralarda da deniz olsaydı…

***

Tercih ederdi çünkü bu sayede rahat rahat saray, saltanat, hilafet, cihan hükümdarlığı vs. tantanası yapabilirlerdi.

Bunu çok isterlerdi. 

Tam da şimdi… Şu günlerde istedikleri gibi!

Ama İzmir... Ah, o Gavur İzmir... Bu tür işlere biraz mesafeli kaldı. Biraz mesafeli oldu hep İzmir. 

Ve zaten Sivas'ta, Kayseri'de de malum, deniz yoktu…

Bu nedenle halen telaş içindeler!

Türkiye sermaye sınıfı 1922 dolaylarında kendini hissettiren halk hareketi ve ulusal ruh ile ne yapacağını hâlâ bilemiyor. Bu nedenle de bağırmak ne kelime, İzmir’in kurtuluşunun 100. yılında böğürüyorlar!

Böğürsün saray aşıkları!

Böğürsün ama buradan ülkemizin güzide sosyal-demokrasisine göz kırpacağımız da çıkarılmasın! 

Çıkarılmasın, çünkü sosyal-demokrasiye kalsa 9 Eylül 1922 hiç yaşanmayabilirdi! 

Ya da tıpkı günümüzde olduğu gibi, ancak çeşitli garantilerin ardından yaşanabilirdi.

Ağustos, Eylül 1922 başka bir şeydi…

Şimdi Ağustos, Eylül ve Kış 2022 ise başka bir şey.

***

Ülkenin, yani Türkiye denen, Türkiye olagelen coğrafyanın farklı yerlerinde "kurtuluş" bir mücadele miydi, soru işaretlerim var! Biliyorsunuz, Urfa'ya, Maraş'a, Antep'e çeşitli unvanlar verildi, kurtuluş ve kuruluştan çok sonra! Ama işgal edilmenin ve kurtuluşun adını koyan İzmir'e bir unvan gerekmedi! Gerekmedi çünkü, Afyon'dan Çeşme'ye kadar o kurtuluş bizzat yaşandı!

Daha doğrusu yaşanmış! 

Çünkü bugün bizler, ancak rivayetçisiyiz o yaşananların! Dedelerimizin, büyük ninelerimizin anlattıkları, tanık olduklarıyız. 

O kadar!

Ama bizler tam da bugün Ege'yiz. Salihli ovasından başlayıp Sakız'a ve ötesine uzanan; toprağı işleyip, makineyi çalıştırıp karnını doyuran emekçileriz!

Köylülerdik... O zamanlar köylülermişiz...

Ve bir biçimde tarihin rüzgârına kapılıp Türkiye denen, Türkiye olagelen coğrafyanın kaderini değiştirmişiz.

***

Büyük Taarruz ve sonrası olmasaydı daha geçen gün ölümüne tanık olduğumuz kraliçenin babası ve hemen yanında oturan İngiltere başbakanı buraları bırakıp gitmeye razı olur muydu? 

Büyük ihtimalle olmazdı... 

Bir 30-40 yıl daha, doğrudan buraları mülk edinirlerdi! Ve sonra da II. Dünya Savaşı'nın sonuçları üzerine Anadolu'nun bağımsızlığını mecburen bahşederlerdi. 

Muhtemelen... 

Tarih sömürgelerde öyle aktığı için...

Ama tarih öyle falan akmıyor! Tarih, kritik dönemeçlere müdahale edenlerle akıyor! Ve İzmir'in dağları bu nedenle halen bir şarkı olarak dillerde yankılanıyor!

Gerisi ise fasarya... 

Hem de milliyetçi/dinci ve liberal versiyonlarıyla...

Neymiş mesela! 

Saray milli mücadeleyi alttan alta desteklemişmiş!

Ya da İzmir ve çevresi diyar-ı Rum'muş... Onların hakkıymış! Neden Rumlar buralardan gitmek zorunda kalmışlarmış!

Tarih bunlarla akmıyor. Tarih saray düşkünleri ve acabalarla akmıyor!

Tarih hep ama hep mücadele edenlerle akıyor. 

Gerisi… Fasarya!

***

Bugünü anlamayan geçmişi de anlayamaz! 

Geçmişi anlamayan bugünü hiç ama hiç anlayamaz!

Bilmem söylememe gerek var mı? Anadolu'nun tarihini iki, üç deli imparator, bir-iki padişah ya da sultan yazmadı, yapmadı. 

Tarihi tarih yapan sınıflardı. Ve halen de sınıflar. 

1800'lerin başında başlayıp 1922'ye kadar Ege'nin iki yakasına uzanan itiş kakış ne antik bir Helenistik takıntıydı ne de toprak beylerinin can çekişmesi! Sermaye sınıfının tüm dünyayı deştirmeye kalkıştığı bir kesitte bu coğrafyanın insanlarına birbirini boğazlamak düştü! 

Doğuda ve batıda, sermaye düzenine yetişemeyen bir imparatorluk, insanlarının birbirini kesmesini, doğramasını izledi! 

Evet, izledi! İzlemek dışında bir çözüm de bulamadı... 

Tüm liberal ve milliyetçi tarih yazımını çöpe atın! 

Anadolu'nun kıyılarına sıkışmış Anadolu Rumları ile Anadolu'nun kırlarını, köylerini, dağ başlarını tutmuş Türkler arasındaki mesele tam da kapitalizmin hikayesidir. Başka bir şey değil!

Ve mesele 1919'da ya da 1922'de de başlamamıştı. 

Meşhur mübadele mesela... Çok önceleri, daha 19. yüzyıl sonunda sermaye sınıflarının gündemindeydi! Balkan Savaşları sırasında, 1912 gibi Ege kıyılarındaki tüm Anadolu Rumları adalara kaçmak zorunda kalırken Balkanlardan, Selanik'ten üç beş eşyayla akın akın gariban Türk emekçiler geliyordu. Kafilelerle… 

Yaklaşık 1,5 milyon insan… Yollarda düşen, dökülen, saçılanıyla 5-6 milyon insan!

Ve İzmir'in gariban mahalleleri de mesela Girit göçmenleri ile dolup taşıyordu!

İşte tamda o sırada Yunanistan'ın egemen sınıfı emperyal hayaller peşindeydi!

Tıpkı şimdi ülkemizin egemen sınıfının olduğu gibi! 

***

Tarihi ezberi bozun!

Bozun çünkü geldikleri gibi gitmediler mesela…

Geriye büyük trajediler bıraktılar!

Uşak'ta, Tire'de, Aydın'da, Manisa'da, Alaşehir'de yanmadık ev, yıkılmadık köy bırakmadılar. 

Sonra da İzmir'in, Güzel İzmir'in yanmasını seyrettiler... 

Seyretmek zorunda kaldılar. Yunan egemen sınıfı ve onlarla özdeşleşen, tarihin bir cilvesi olarak özdeşlemek zorunda da kalan İzmir Rumları…

Herkese ve hepimize seyrettirdiler o büyük yangını!

Bu seyirde öncelikle Yunan egemen sınıfına gaz everen İngiliz emperyalizminin, İngiliz emperyalizminin gazına gelen Yunan egemenlerinin payı büyüktür! 

Payı büyüktür ve o yangını, büyük İzmir Yangını’nı çok hafif atlattıklarını da söylemeliyiz!

Söylemeliyiz çünkü birbirine düşen Anadolu emekçilerinin hak ettikleri mübadele değildi! 

Sermaye düzeni ve düşünce dünyası bir bütün olarak iktidardan düşmeliydi! 

O karmaşa içinde esas yaşanması gereken bu topraklarda sosyalizmin kurulmasıydı! 

Ama sosyalizm sadece Rusya'da mümkün olabildi. Bolşevikler sayesinde! 

Bizlere kalan ise mübadele ve göz yaşı oldu!

Anadolu Rumları ve Ege Türkler için...

***

Şimdi başka bir yüzyıldayız. 

Artık bambaşka insanlarız. Akseli İbram ve Çirkinceli Yorgo değiliz mesela!

Bambaşka iki toplumuz! 

İzmir’in dağlarında ise hâlâ çiçekler açıyor!

Mustafa Kemal Paşa o çiçeklere karışalı çok oldu. 

Geriye mühim bir mesel kaldı! 

Bir mesele ki hâlâ şu İzmir çukurunda dönüp duruyor!

Kimin geleceğine yol vereceğiz?

Yeni sarayın ve eski köşkün mü?

Yoksa…

Emekçi halkın yeni bir ruhla ayağa kalkan birlikteliğine mi?

İzmir’in dağlarında bu sorunun yanıtı cevabını arıyor.

Ve sizleri haftaya, 17 Eylül Cumartesi günü, Karşıyaka’ya, komünistlerin meydanına çağırıyor.

İşte orada… 

Buluşmak üzere.