Büyüdükçe çürüyen ekonomi

Garip bir dönemden geçiyoruz. Türkiye kapitalizmi yapısal sorunlarla cebelleşiyor, sorunlar giderek derinleşiyor ve çözülemez bir hal alıyor. Anlık her rahatlama ya da olumlu gidişatın yakın gelecekte yeni ve büyüyen bir faturası ortaya çıkıyor. Türkiye kapitalizmi büyüyor, büyüdükçe çürüyor. Eskiden burjuva iktisat ilmi tahsil edenler ekonomik büyümenin her derde deva olduğunu muştularlardı; şimdi bahsi geçen zevat da yelkenleri suya indirten garip bir realizmin yarattığı melankoliye tutulmuş durumdadır. Türkiye kapitalizmi büyüyor, büyüdükçe dökülüyor. Döküntüler bahsi geçen zevatın tepesine yağıyor. Büyüme uzunca bir süredir yüksek borçlanmaya, yüksek düzeyde sermaye girişlerine, halkın parasının kamu eliyle sermayeye dağıtılmasına ve yüksek sömürüye bağlıydı. Bu türden bir yapının kifayetsizliği, çözümsüzlüğü defalarca vurgulandı, bu yapı her türden soruna gebedir diye uyarıda bulunanlar bile aynı uyarıları tekrarlamaktan bunaldı. Ancak ne var ki Türkiye kapitalizm büyüyordu. Ama aynı zamanda da çözülüyordu. 

Yine büyüdü, hem de yüzde 5,2 oranında. Gerçi bir önceki çeyrekteki yüzde 7’nin üstündeki büyümeye nazaran biraz daha havası sönük bir büyüme oldu; ancak olsun, büyüdük ya. Öncelikle meslekten iktisatçılığımızı göstererek biraz detayları üzerinde duralım. 2017’nin II. çeyreğine göre 2018’in II. çeyreğindeki yüzde 5,2’lik büyümenin kaynaklarına bakalım önce. TÜİK’in rakamlarına göre, harcama yöntemiyle hesaplanmış GSYİH’in bileşenleri aynı dönemde şöyle büyümüşlerdir; hane tüketimi yüzde 6,3; özel yatırım yüzde 3,9; kamu tüketimi yüzde 7,2; ihracat yüzde 4,5 ve ithalat ise yüzde 0,5. Üstelik bu büyümeler eğer gerçek iseler ulusal paranın değer kaybettiği bir ortamda gerçekleşmişlerdir. Görüldüğü gibi en büyük katkılar hane tüketiminden ve kamu tüketiminden gelmiştir. İthalattaki düşük büyümeye rağmen ihracatta göreli olarak yüksek büyüme açıklanmaya muhtaçtır. Türkiye türünden bağımlı kapitalizmlerde ihracat artışı daha yüksek düzeyde ithalat artışı gerektirir. Peki bu nasıl oldu? Türkiye’nin resmi muhasebatını anlamlandırmak kolay değil. Görünen o ki Türkiye ekonomisin hücrelerine sinmiş kriz dinamikleri kendilerini daha görünür kılarken AKP tarzı bir Keynesyenizm uygulanmış ve kamu çöküntüyü hafifletmiş. Ancak bundan sonra bunu yapacak gücü olmayacak. Şimdi de sektörlere bakalım. Başka yerlerde de pek çok kez belirtildi ancak bir de biz vurgulayalım. Tarımda çöküntü sürmektedir, sözü geçen dönem içinde tarım yüzde 1,5 küçülmüştür. AKP döneminin gözde sektörü, sömürü oranı yüksek inşaat sektöründe ise miniskül bir büyüme sağlanmıştır (yüzde 0,8). En çok büyüyen sektör kamu hizmetleri gibi görünmektedir (yüzde 13). Bu arada kamunun gelirleri bu hızla yükselmemiştir, dolayısıyla bu büyüme kamu açığını büyütmüştür. 

Bizim açımızdan daha önemli bir konu ise büyüme sürecinde bölüşüm dinamikleridir. TÜİK’in ilan etiği rakamlara göre işçi başına reel ücret tüm sektörler içim aynı dönemde yüzde 1 civarında artmıştır. Büyüme oranının yüzde 5,2 olduğu bir ortamda bu sömürü oranın artışına işaret etmektedir. Bazı sektörlerde ise reel ücret gerilemesi yaşanmıştır. Örneğin sanayi sektöründe işçi başına reel ücret gerilemiştir (yüzde 1,1). Ayrıca gelir yöntemiyle hesaplanmış GSYİH rakamlarına göre sabit sermaye tüketimi artışı oranı yüzde 25 gibi görünmektedir. Ekonomik aktivite yavaşlarken bu ölçüde sabit sermaye tüketimi artışı açıklanmaya muhtaç bir görüngüdür. Bu arada toplam reel ücret ödemeleriyle toplam brüt reel işletme artığı (kâr, faiz ve rant toplamı) büyüme oranları yüzde 4,3 civarındadır. Bu ikisinin toplamı GSYİH’in nerdeyse yüzde 89’udur; peki nasıl olur da büyüme oranı yüzde 5,2 olur? Neyse münafık sorular sormayalım. Büyüdük işte gerisinin ne önemi var? 

Bu büyüme oranı üzerine bakanlardan birbirinin peşi sıra açıklamalar geldi. Bakan Albayrak’dan yüzde 5,2’lik büyüme oranı artık dengeleme döneminin gereklerinin yerine getirildiğini göstermektedir açıklaması geldi. Onu ticaret bakanının Avrupa’da son 10 yılda en hızlı büyüyen ülkenin Türkiye olduğu açıklaması takip eti. Dolayısıyla korkmayın hayırlı bir başlangıcın arifesindeyiz demeye getirdiler. Öyle miyiz? Geleceği konuşacağız ancak önce bugün. 2018 Mayıs’ı için işsizlik oranı yüzde 9,7 olarak açıklandı, tarım dışı işsizlik oranı ise yüzde 11,6. Ancak bu rakamlar gerçek işsizlik oranını yansıtmaktan uzak. Yine de bu sorgulanması gereken bu rakamlara göre bile işsizlik oranı artış trendine girmiştir. Reel sektör firmalarının döviz varlık ve yükümlülüklerindeki açık 2018 Haziran’ının sonunda 215 milyar dolara ulaşmıştır. 2018 Temmuz’u içinde kapanan şirket sayısı bini aşmıştır. İmalat sanayinde 2017 sonlarında başlayan kapasite kullanım oranındaki tedrici düşüş sürmektedir. Sanayide çalışılan sat başına üretimdeki (diğer bir deyişle emek verimliliğindeki) düşüş devam etmektedir. Resmi rezervler özellikle mevzu bahis dönemin sonlarından itibaren erimeye yüz tutmuşlardır. Ulusal para 2017’nin başından bu yana hızla değer kaybetmektedir (bu arada bütün büyüme tantanasına rağmen dolar cinsinden mili gelirimiz düşmektedir). Geçerken not edelim; TÜİK’in açıkladığı birim ihracat değeri ve ihracat miktarındaki değişim ile birim ithalat değeri ve miktarındaki değişikliklerin karşılaştırılması da net ihracattaki pozitif katkıyı sorgulanır hale getirmektedir. Söz konusu dönemde pek çok gösterge kötüye doğru bir gidişat sergilemiştir. Peki biz nasıl büyüdük yahu? Acaba ne senin, ne de polisin farkında olmadığı bir dengelenme sürecinden mi geçmekteyiz hakikaten? 

Gelelim henüz hesabı dökülmemiş geçmişe, yani Temmuz ve Ağustos aylarına. Kurdaki asıl değer kaybı bu ayalarda gerçekleşti. Ayrıca Ağustos için açıklanan enflasyon rakamı (yüzde 17,9) özelikle kurdaki gelişmelerin fiyatlar seviyesindeki etkilerini henüz görmeye başladığımızı göstermektedir. Üstelik gıda enflasyonu ve küresel emtia (özelikle petrol) fiyatlarındaki artışın da etkilerini yeni yeni görmeye başlıyoruz. Meslekten iktisatçılar sert düşüş öngörmekteler. İktisadi dinamiklerin analizi sanıldığından kolaydır, eninde sonunda kapitalizmin muhasebatı oldukça açıktır. Sert mi düşeceğiz, yumuşak mı ineceğiz? Ne fark eder, indiğimiz veya düştüğümüz yer aynı olacak. Daha önce görmediğimiz bir yer de olmayacak üstelik. Yaşasın büyüme!