Hazret salaktır biraz!

İstanbul Küçükçekmece'de AKP usulü inşa edilmiş bir gösteri merkezinde düzenlenen "Son büyük sultan Abdülhamid Han'ı anlamak" etkinliğine katılan “prens” Bilal Erdoğan, AKP'li Küçükçekmece Belediye Başkan Vekili tarafından "Sayın Bilal Erdoğan beyefendi hazretleri" ifadeleriyle selamlandı. Haber bu. Burada haber değeri olan nedir? Cevap şıklarımız şöyle:

a- Alaşağı edip Cumhuriyet ilan ettiğimiz bir devrik despotun aziz olarak anılması ve bu anmanın da kamu kaynaklarıyla yapılması.

b- Hiçbir kamusal vasfı olmayan Cumhurbaşkanı oğlunun bu anma etkinliğine katılması.

c- Belediye başkan vekilinin vasıfsız başkan oğlundan "Sayın Bilal Erdoğan beyefendi hazretleri" diye söz etmesi…

Basınımıza göre doğru cevap “c” şıkkı. Peki neden? Belli ki basınımızın muhabirleri ve editörleri “hazret”i kutsal bir kelime sayıyor veya sanıyor. Editörlüğünü üstlendiğim Ahmed Osman’ın Musa ve Akhenaton adlı kitabıyla ilgili böyle bir tecrübe yaşamıştım bir yıl önce. Yayıncı, havuz gazetelerinden birinin kitap ekine söz konusu kitabın ilanını vermek istemiş ama gazete ilanı yayımlamayı reddetmişti. Reddetme gerekçesi kitap adındaki “Musa”nın “hazretsiz” yazılmış olmasıydı.

Hâlbuki “hazret”in kendi başına öyle kutsal bir anlamı yok. Sözlük şöyle diyor anlamı hakkında:

1. isim. Yüce kabul edilen kimselerin adlarının başına saygı, övme, yüceltme amacıyla getirilen unvan “Hazreti Ali. Hazreti Fatma.”

2. Adı söylenmeyen bir kimseden söz edilirken kullanılan bir söz.

“Bilen bilir, kolay okunan yazar değildir hazret.” – R. Erduran

3. Kullanıldığında bir kişinin küçümsendiğini anlatan bir söz.

4. ünlem. Genellikle erkekler arasında senli benli konuşmada kullanılan bir seslenme sözü. “Hazret! Şu kitabı uzatır mısın?”

Yani saygı duyulan herkes için kullanılabilir bir sözcüktür “hazret”... Hatta bazı durumlarda küçümseme bile ifade edebilir. Belediye başkan vekili Cumhurbaşkanının vasıfsız mahdumu için hangi anlamda kullandı bilemiyoruz ama hangi anlamda olursa olsun bunda bir “haber” bulmak imkânsız.

Haber şu: “Soyadı Kanunu” ile "hacı", "hafız", "hoca", "efendi", "bey", "beyefendi", "hanım", "hanımefendi", "paşa", "hazret" gibi unvan ve lakapların kullanılması yasaklıdır. Belli ki o toplantıda vasıfsıza “hazret” diye seslenmek dâhil, birçok Cumhuriyet yasası kasten çiğnenmiş, çiğlik yapmıştır iktidar hazretleri!

***

Celal Şengör, malumunuz kendini tarihçi sanan ünlü ve şımarık bir jeoloğumuz. Olur olmaz her konuda ahkam kesmeye, hüküm vermeye kalkıştığı için tuhaf tartışmaların odağı olmayı başarıyor. Köylülere bok yedirmeyi uygun bulmuşluğu, 12 Eylül darbesini desteklemişliği var mesela. Ona göre Deniz Gezmiş eşkıya, Kenan Evren evliya. Çokbilmiş Murat Bardakçı, İlber Ortaylı ve Fatih Altaylı (şiir gibi oldu bu da) triosu ile yürüttükleri “geyik muhabbetlerinin” büyüsüne öyle kaptırdı ki kendini, sonunda devirdiği çamlarla kereste tüccarlığına kalkıştı.

Mevzu şöyle: Topkapı Sarayı'nda bulunan ve "Dünyanın ilk atlası" olarak bilinen Batlamyus’un Coğrafya El Kitabı'nın tıpkıbasımı töreninde konuşan Celal Şengör, Fatih Sultan Mehmet ve Piri Reis’in kişiliklerinden bahsettiği sırada, “Coğrafi kitaplara olan merakı müthiş. Coğrafya hastası bir sürü şeyi topluyor. Ben onu diyorum; Piri Reis’in hayatındaki en büyük talihsizliği Kanuni Sultan Süleyman gibi bir salağın zamanında doğmuş olmasıdır. Fatih zamanında Piri Reis olaydı inanır mısınız bugün bizim sömürge imparatorluğumuz vardı. Çok samimi söylüyorum bugün biz Amerika’ya falan gitmiştik” ifadelerini kullandı. Burada haber değeri olan nedir?

a- Batlamyus’un Coğrafya El Kitabı’nın tanıtımını bir jeoloğun yapması.

b- Tanıtım yapan jeoloğun coğrafi keşifleri padişahların zeka katsayısına bağlaması.

c- Aynı jeoloğun Fatih Mehmet’i överken Sultan Süleyman’a salak diyerek ayrımcılık yapması.

Basınımıza göre doğru cevap “c” şıkkı. Zaten Celal Şengör de basının bu şıkkı seçeceğini bilerek etmiş o lakırdıyı. Salağı duyan basın, tanıtımı haber yapacak, bu haberi başka salaklar okuyacak ve böylece Batlamyus kitabı kurda kuşa, dağa taşa duyurulmuş olacaktı. Plan böyleydi. Öyle de oldu. Fakat “c” şıkkını gören basın, gerisini kesip attı. Geride sadece Celal Şengör ve “salaklığı” kaldı. Bu kez çıktı dedi ki, “Gazetecilerimiz düşük kültür seviyeleri nedeniyle sadece bu kelimeyi haber yaparak o muazzam atlası ve onu kurtaran Fatih Sultan Mehmet’i es geçtiler (salağı anladılar ama coğrafyayı anlayamadılar).” E evet, salaklık Süleyman ile sınırlı değil ki!

Şengör’ün salaklık komplosu acıklı bir “aydın” hikâyesi olabilir ancak. Bu lümpen okuryazarın söylediğindeki tek önemli nokta şu: Sömürge imparatorluğu olmak iyi bir şey. Piri Reis Fatih Mehmet zamanında doğmadığı için Batılılar Kuzey Amerika’yı sömürgeleştirdi… Kim söylüyor bunları? Kendini tarihçi sanan papyonlu bir jeolog. Ne söylediğini bilmeyecek kadar salak mı peki? Değil. Haber bu işte…

***

“Mehmetçik şehit olacak, Suriyeliler yan gelip yatacak…” Bu yakınma ana muhalefet partisi milletvekili ve parti yöneticisi Erdoğan Toprak’a ait. Mültecilik yan gelip yatma yeri değildir tabii. Savaşmak gerek! Bu kuralın gereğini yapmak lazım öyleyse. Ana muhalefetin muhalif vekilinin önerisi şöyle: 18-41 yaş arasındaki Suriyeli mülteciler, eğitilerek ÖSO bünyesine alınmalı. Onlar burada otururken, Mehmetçiğin şehit olmasının önüne geçilmeli. Böylece hem mültecilerin Mehmetçiklerin yerine ölmesi sağlanmış, hem de onlara yapılan harcamalar devletin kasasında kalmış olacak.

Burada haber değeri olan nedir?

a- Ana muhalefet partisinin milletvekilinin ÖSO’ya destek vermesi. İktidardan Suriyelileri ÖSO saflarına göndermesini talep etmesi.

b- Mülteci Suriyelilerin sadece ÖSO saflarına gönderilmesini isteyerek El Kaide ve El Nusra’ya haksızlık yapması.

c- Her Suriyelinin asker doğduğunu sanması…

Basına göre doğru cevap hiçbiri. Doğal. Basının bu konuda kafası karışık. İktidar Suriye politikası hakkında gık diyeni tutup içeri tıkıyor. Ne olur ne olmaz havasında basını da.

Biz onların yerine haberi analiz edelim. Türkiye’de 4 milyon Suriyeli mülteci var. 18-41 yaş arasında olanların sayısı yaklaşık 890 bin kişi. Varsayalım Erdoğan Toprak’ın aklına uyup eğittin, donattın, gönderdin Suriye’ye. Oldu mu sana ÖSO dünyanın en büyük ordularından biri. Yandı gülüm keten helva. Seni mi vurur, rejim güçlerini mi, artık orası kısmete kalmış.

Geçtik imkânsızlığını açıkça ırkçı bir dil bu. Suriyeliler keyfinden mi göçüp gelmiş bu ülkeye. Evlerinde yangın çıkaran kim? Kim ülkelerini kiralık cihatçı çetelere tarumar ettiren? Yılların politikacısı Erdoğan Toprak’ın kahvehanede söylese azar işiteceği böyle bir öneriyi basının önünde rahatça yapmış olmasıdır haber.

***

Bir haber daha: CHP Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel, seçim sonuçlarının sağlıklı toplanması için gerekirse yapay zekâ kullanacaklarını söyledi. Adıgüzel, “YSK da seçim sonuçlarını CHP’den öğrenecek” dedi.

Bu açıklamadan bir hafta önce Adıgüzel’in nispet yaptığı YSK’nın Başkanı Sadi Güven, Adıgüzel’in genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Suç duyurusunun nedeni Kılıçdaroğlu'nun referandumdan bir yıl sonra çıkıp "referandumda yüzde 51,2 'Hayır' oyu çıktı" demesiydi. Demem o ki arada yapay zekâ da kullanılsa YSK’nın seçim sonuçlarını CHP’den öğrenmesi imkânsızdır. Çünkü artık YSK seçim sonuçlarını AKP’den öğreniyor!

***

Hazreti Bilal, Abdülhamit’e ağlıyor. Hazreti Celal, sömürgesiz kalmamızın suçunu Süleyman’a yüklüyor. Hazreti Erdoğan ülkesine sığınmış mültecileri savaşa gönderiyor. Hazreti Onursal ise sorunun oyları YSK’dan sonra saymak olduğunu sanıyor.

Yalçın Hoca “tekeliyet dönemi”nde insan beyninin uzun yolda taş yemiş otomobil camına benzediğini söylerdi. Görünüşte bir cam veya bir beyin vardı ama gerçekte o beynin veya camın bütünlüğü yoktu. Çünkü uzun yolda taş yemiş, deforme olmuştu…

Bu acınası cehalet, bu utanmazlık, bu akılsızlık hep o coğrafyası zayıf “salak” Süleyman yüzünden. Yoksa ne prenslerimiz, ne bilimcilerimiz, ne politikacılarımız, ne gazetecilerimiz var bizim. İşte görüyorsunuz!