Varlık Fonu, varlıkların rehin edilmesidir

Geçen haftaki yazımızdan bu yana Türkiye Varlık Fonu'nu (TVF) ilgilendiren iki yeni gelişme yaşandı. Birincisi, batık kredilerin yeniden yapılandırılması ve taksitlendirilmesi, bu kredilerin temdit edilmesi veya kredileri batık duruma düşenlere yeni krediler açılması artık "zimmet suçu"nu oluşturmayacak. İkincisi, İzmir Limanı da TVF'na devredildi.

Zimmet suçunun esnetilmesinin iki kamu bankasının TVF'na devredilmesiyle ilişkisi sorgulanmak zorunda. Sayıştay'ın Halkbank ve Ziraat Bankası'nın 2015 yılına ilişkin denetim raporları, Halkbank için "yakın izlemedeki  krediler"deki artışlara, Ziraat Bankası için de riskli kredi yapılandırmalarına ve geri dönüşü riskli kredi kullandırmalarına dikkati çekiyordu. 2016 yılı faaliyetlerinde keyfi kredi kullandırma ve usulsüzlükler var mıdır veya artış eğiliminde midir? Buna ilişkin bir Sayıştay denetim raporu çıkabilecek mi? AKP'nin içini boşalttığı ve Meclis adına değil de Hükümet adına denetim yapar duruma soktuğu Sayıştay denetimlerinden bile bu denli ürküyor olması hayra alamet midir?

Hazine'ye olan özelleştirme borçları (taksitleri) yanında bankalara olan kredi borçlarını da ödemekte güçlük çeken şirketler TVF'nun kuruluş nedenleri arasında mıdır? Başka deyişle, hem bu şirketleri hem de onlara kredi açmaya zarlanan bankaları kurtarmak da hedefler arasında mıdır?

İzmir Limanı'nın Fona aktarılması ise, geçen yazımızdaki şu saptamayı doğruluyor: "TVF'na aktarılan varlıklar ve kuruluşlar, adeta buzdağının sadece görünen yüzüdür, çünkü aktarılacak kamu varlıkları ve kuruluşları için hiçbir sınır tanımlanmamıştır".

Peki şimdi sırada hangileri var? Bu arada, İzmir Limanı'nın iptal edilmek zorunda kalınan bir özelleştirme teşebbüsündeki alıcısının şimdiki Başbakanın yeğeni olması da bu Fona aktarma işini daha ilginç kılmıyor mu?

***

AKP'nin bugün geldiği Varlık Fonu aşaması, üç önemli kaynağın tüketilmesi sonrasındadır.

Birincisi, ülke daha önce görülmemiş ölçeklerde dışa borçlandırılmıştır. Toplam dış borç 2002'de 129,6 milyar dolardan 2016 Eylül sonunda 416,7 milyar dolara çıkmıştır. Bu öyle bir artış ölçeğidir ki, Cumhuriyet döneminin tüm kümülatif borçlanma tutarını misliyle aşmıştır. Bu tarihler arasındaki özel sektör dış borçlanması özellikle dikkat çekicidir: 43 milyardan 293 milyara! Ve bunun bir ülke borcu olduğunu unutanlara uluslararası finans kuruluşlarınca her an hatırlatması yapılır.

İkincisi, KİT'ler ve diğer kamu varlıkları /imtiyazları satılarak, kiralanarak, işletme hakları devredilerek elde edilen gelirlerdir. Haraç mezat satılsa da bunların AKP döneminde 70 milyar dolara yakın bir getirisi olmuştur. Büyük ölçüde devletin üretim alanındaki faaliyetlerden çekilmesi anlamına gelen bu özelleştirmelerden elde edilen gelirler, daha doğrusu satılan kamu şirketlerinin güzelleştirilmesine harcananlardan arta kalanlar, ya geri kalan zarardaki şirketlerin takviyesine, ya da bütçelerin finansmanına ayrılmıştır. Buradan sağlanan net gelirlerin kullanıldığını vansayabileceğimiz en önemli kamu yatırım alanı duble yollar ve otoyollar olmuştur. Yani üretimden çekilen, ulaştırma yatırımlarına (geniş kesimin gözünü boyayan görünür yatırımlara) aktarılmıştır. Ama daha önemlisi kamu-özel servet transferleridir. Daha doğrusu toplumsal servetin tarumarıdır.

Bu kaynakların aşırı tüketimi sonrasında, üçüncü olarak, gene bir borçlanma modeli olan (ve Osmanlı'nın bağımlılık modeli olarak da mali tarihe geçmiş olan) Yap-İşlet-Devret (YİD) veya Yİ veya sadece İ modelleri (mega projeler ve KÖO modelleri) devreye sokulmuştur. Bunların gelecek dönemlere aktardığı mali yüklerin 150 milyar doları aşmış olduğu tahmin edilmektedir. Ancak bunların bir bölümünün henüz yapım finansmanı tam çözüme kavuşturulmamış, bazılarının geri ödeme yükleri (köprü geçiş trafiği garantileri gibi) hızla büyümeğe başlamış, Çanakkale Köprüsü, Kanal İstanbul gibi ilave mega kamu yatırımlarının finansmanı da sağlanamamıştır. Böylece, bugünkü siyasi yönetimin iktidarda kalmayı garantilemek adına sürdürdüğü ve bugünkü ihtiyaçlarla zayıf bağları olan göz boyama yatırımlarının topluma yüklediği (gerçek yapım bedellerinin çok üzerine çıkan) yüksek maliyetlerin karşılanması için daha fazla borçlanmaya gereksinim duyulmaktadır. Bu aynı zamanda, AKP iktidarını taşımanın ilave bir faturası olarak hem toplumun he de kamu maliyesinin sırtında birikmektedir.

İşte şimdi sıra (Örtülü Ödeneğin de sınırlarına gelinmesi sonrasında) kamu varlıklarının rehin edilmesine gelmiştir. Bunu ilk defa Özal, o zaman hiç de gereği yokken, köprü gelirlerini karşılık göstererek (Gelir Ortaklığı Senetleri çıkararak) iç borçlanmaya giderek yapmıştı. Ama şimdiki durum farklıdır. Hazine zaten kendi olağan iç borçlanmasını yaparken, buna ek olarak iç ve dış borçlanmaya gidecek yeni bir kamu fonu ortaya çıkarılmaktadır. Hazine teminat göstermeden (devletin itibarını rehin etmeden) borçlanabilirken, şimdi ona rakip olarak çıkarılan TVF kamu varlıklarını karşılık göstererek, ipotek/rehin etmeyi teklif ederek borçlanma pazarına çıkmaktadır. Bu bir aczin ifadesidir. Dünyada örnekleri görülen Ulusal Kalkınma/Varlık Fonlarından bu bakımdan tamamen ayrı düşmektedir.

TVF, bütçe imkanlarının çok ötesinde yatırım ve rant aktarma projelerine girişen bir iktidarın yeni kaynaklar peşinde koşma düzeneği olarak temayüz etmektedir. (Çeşitli usulsüzlükleri görünmez kılma ve yeni usulsüzlüklere kapı aralama emelleri dışında). Yükselen kurların ve düşen kredi notunun da etkisiyle giderek kıtlaşan ve pahalılaşan dış kaynakların, özelleştirmenin cazibesini yitirdiği bir konjonktürde daha da geri çekilmesini nasıl aşabileceksiniz? Daha yüksek faizler ödeyerek ve daha fazla teminat göstererek... Hazine'den daha fazla faiz ödeyerek, ama giderek onun faizlerini de yükseltecek etkiler doğurarak. İçerde özel sektör borçlanmasına rakip olacağınız için onun da borçlanma maliyetlerini yükselterek. Sahi bu arada faizlerin düşürülmesi arzu ediliyordu değil mi?

Oluşturulan fon, yeni gelir yaratamadığı için finansman kaynaklarında akım gelirlerden ziyade varlık transferine yer vermektedir. Aynı şey şimdi kamu bankaları için de geçerli olacaktır. Kendi varlıklarının tümünü ortaya koyarak dış kredi sağlamaya yöneldikleri andan itibaren, olağan güven ilişkilerinin sınırlarına geldiklerini de ifade etmiş olmazlar mı? Adeta varını yoğunu ortaya koyarak borçlanma teminatı oluşturmaya çalışan bir iktidar türü, acze düşmüş sayılmaz mı?

Varlık Fonu, aslında olmayan varlıkların fonudur.  Ortada bir varlık fonundan ziyade varlıkları rehin etme fonu vardır.