Muktedirler kaygılanırken

Siyasi iktidara çöreklenenler seçimleri kapıp kaçma hesabı yaparken kitlelerin bu kadar kısa zamanda karşılarında toparlanabileceğini beklemiyorlardı. Muhalefet dağınık ve hedefsizdi. İYİ Parti'nin seçimlere katılması da engellenirse (ki bu çantada keklik görülüyordu) seçim sonuçları baştan belirlenmiş olacaktı. 

Bu hesabı bozan iki hamle geldi anamuhalefetten. Birincisi İYİ Parti'nin Meclis'te grup kurmasını sağlayacak bir politik destek verilerek iktidarın bu partiyi seçimlere sokmama hesapları altüst edildi. Aynı doğrultuda, ama bu defa politize tabanının inisiyatifiyle, şimdi de HDP'ye barajı aşırtacak kritik bir destek vermeye hazırlanmakta CHP seçmeni. (HDP cenahından bunun ikinci turdaki destekleri için bir önkoşul olarak görüldüğüne dair açıklamalar, işin pek de oluruna bırakılmayacağını -pek ince sayılmayacak tarzda- gösteriyor).

Anamuhalefetin hesap bozan ikinci hamlesi, Muharrem İnce'yi aday göstermek oldu. Ama bu adım epeyce zorlanarak ve dolanarak atılabildi, çünkü bu adaylaştırma öncesinde A. Gül'ün de içinde olduğu sağ/ siyasal İslamcı akımdan adaylar etrafında epeyce vals yapıldı. Sonuçta İnce'de karar kılınmasında, parti tabanından yükselen hoşnutsuzluk ve partili bir adayın çıkarılması ısrarı ile bizzat Muharrem İnce'nin kararlı bir biçimde adaylıkta direnmesi rol oynadı. Muharrem İnce bir anlamda adaylığını söke söke aldı. Adaylık sonrasında aslında CHP yönetimini de kurtaran bir performans sergiledi/sergiliyor. Ama bu "kurtarma" seçime kadar olan dönemi kapsıyor; sonrasında CHP yönetiminin, genel başkanlık da dahil, M. İnce'nin dahli olmadan belirlenebilmesi artık biraz zor görünüyor.

Dönemin siyasi muktedirlerine dönersek, bunların ciddi bir kaygı ve telaş içinde olduğunu farketmemek mümkün değil. Bu kaygı, dalga dalga AKP sayesinde kariyer yapan sivil ve üniformalı bürokratlara, siyasal İslamcı tayfaya, yargı mensuplarına da sirayet etmekte. İktidarın eteklerinde ihale kovalayan irili ufaklı sermaye mensupları da bu kategoride. Ama bunların dönme hızlarının, Mevlevi dervişlerininkini çok aşabildiğini de biliyoruz.

Sadece seçim sürecine bakılırsa temelde ikili bir kaygı var: Bir, Meclis'te çoğunluğun yeniden yitirilmesi (yeni bir Haziran sendromu!); iki, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması ve daha kötüsü bu turda da yitirilmesi. Kaybedilen seçimler sonrası ise daha büyük kâbus. "Devr-i sabık yapmayacağız" açıklamalarının bunları yatıştırması beklenmemeli; zira geçmişin hiç üzerine gidilmemesi nesnel olarak mümkün değil artık. Kaldı ki, "dönenlerin" yeni iktidar sahiplerine yaranma katsayılarının yüksekliğinin de hesaba katılması gerekir.

***

Peki sistemin gerçek ekonomik muktedirleri (genel olarak sermaye sınıfı, özel olarak büyük burjuvazi) açısından genel bir kaygılılık halinden söz edilebilir mi? Bu kesimin ekonomik göstergelerdeki bozulmaya karşı (hatta buna, artık sürdürülemez bulunan ekonomik büyümedeki yüksek tempoyu da ekleyebilirsiniz) kaygılarından söz etmiyoruz; iktidarın olası bir el değiştirmesi halinden kaygı duyup duymadıklarını soruyoruz. Buna yanıtımız "hayır"dır. (Tabii  yukarıda değindiğimiz iktidarın eteğine yapışıklıkları çok görünür hale gelmiş olanlar hariç. Yoksa iktidar sayesinde palazlanmaktan söz edilecekse, en büyüğünden aşağıya doğru boy sırasıyla derecelendirmek gerekirdi). 

Peki niçin ve nasıl bu kadar emin olabiliyoruz? Çünkü muhalefet partilerinin tümü sermayenin böyle bir kaygı beslememesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Bir kere, hem programları hem de seçim bildirgeleri bakımından sermayenin herhangi bir tehdit algılamamasına çaba gösteriyorlar. İkincisi, seçim kampanyalarının tüm canlı ve az çok doğaçlama etkinlikleri bakımından da durum böyle. Aslına bakılırsa, yabancı sermayeye güvence vermek açısından da adeta bir yarış var; "piyasalarla inatlaşmama" konusunda iktidardan daha istikrarlı olunacağı açık/örtük yollarla hergün hissettirilmekte. İlginç bir gösterge de TCMB'nın üst üste yaptığı toplam 5 puanlık faiz artışı konusunda muhalefetin iktidarı köşeye sıkıştırmaktan özenle kaçınması... Daha ne olsun?

***

Siyasi muktedirlerin iktidarlarını yitirme kaygılarına dönersek, 2017 başından itibaren süren ama seçime haftalar kala iyice çığrından çıkan ekonomik, mali teşviklere, emeklilere bayram harçlığına, biri bitmeden diğeri başlayan varlık barışlarına, trafik cezaları dahil her türlü para cezalarını kapsayan yaygın etkili aflara, öğrenci affına, etkileri çok uzun döneme yayılabilecek ve imar kuralları koyup uygulamayı adeta olanaksızlaştıracak kapsamlı imar affına varana kadar bol kepçe seçim rüşvetleri gündemdedir. Bunların boyutu, iktidarın kaygı boyutuyla orantılıdır. Bu ikramların birçoğu geniş kitleyi ilgilendirdiği için doğrudan oya tahvil edilmek üzere tasarlanmıştır. Başlangıçta reddedilen paralı askerlik meselesi dahi seçim sonrasına ışık yakılarak genç seçmene göz kırpma ihtiyacı duyulmuştur. İmar affı ise milyonlarca kişiyi ilgilendirdiği için düpedüz bir seçim rüşveti olmaktayken aynı zamanda 50-70 milyar TL'lik bir vergi geliri yaratması beklentisiyle bozulan iç mali dengeleri onarmaya -uzun vadeyi ve kentleşme ilkelerini feda ederek- aday görülmektedir.

Fakat en çaresiz hamlelerden biri de ateşi sönmüş milliyetçi duyguların, unutulmuş Afrin sonrasında, şimdi de Kandil operasyonuyla canlandırılması girişimidir. Esad iktidarı yerine bir İhvan rejimini getirme ve bu arada parsadan mal kapma hesapları dumura uğrayan, kendi güney sınırlarında fiili bir PYD/YPG siyasi formasyonuna zemin hazırlayan, ABD'nin de bu güçlerle işbirliği içinde kendi askeri varlığını bölgeye taşımasına vesile olan bir iktidar, şimdi boş bir Kandil'e gösteri amaçlı operasyon yaparak oy devşirmeye ve  muhalefeti bölmeye çalışmaktadır. Ne hazin bir tablo.

Bu iktidardan kurtulmak için nedenler fazlasıyla birikmiştir. Sonrasının emekçiler açısından güllük gülistanlık olmayacağını bilsek dahi...