Hayat ve Aptallık

Albert Einstein'in bir sözü var, "İki şeyin sonsuz olduğunu biliyorum evren ve aptallık!" diyor, sonra ekliyor: "Aslında ilki konusunda tam da emin değilim!"

Bir başka sözünde, '3. dünya savaşı hangi silahlarla yapılır bilmiyorum, ama 4. sünün taş, sopa, mızrak gibi ilkel silahlarla olacağı kesin!' diyordu.

Ölümlü olduğunun bilinciyle yaşayan tek canlı insan. Ve bu canlının, yaşadığı yeryüzünü hızla ve işkenceyle öldürmekte olduğu, herkesin bildiği bir gerçek? Belki de 3. dünya savaşı budur. Kapitalizmin 'paylaşım savaşı' değil de, kapitalizme esir dünyalının 'hayatı yok etme savaşı'! Yani insan denen canlının, topluca, yaşadığı dünyayı yok etme seferberliği. Yaşamını sürdürmek için içmek zorunda olduğu suyu kaynağından zehirlemesi, ekmeğini aldığı toprağı bağrından ziftlemesi, nefesi olan havayı ufkunda karartması, günümüz insanının 'toplu eylem'i değil mi? Ve son hızda sürdürülmüyor mu? İnsanlar arası savaş, insan adlı canlının hayata karşı topluca sürdürdüğü bu yok etme savaşının yanında, küçük kalmaz mı?

Einstein'ın, olası bir dünya savaşı için resmettiği sonuç, artık hiç de şaşırtıcı değil. İlkokul çocukları bile biliyor. Yani, tehlike sıradan bir gerçekliktir. Teknolojik gelişmenin yanlış ellerde azgınlaşması, kapitalizmin doymak bilmez iştahı, bu iştahın silahlanma ve her türlü çılgınlığı, bu çılgınlığınsa giderek aç kurt yırtıcılığına dönüşmesi, olası bir paylaşım savaşında, Einstein'in öngörüsünden başkasını doğurmaz. Evrenin sonsuz olduğunu söylüyor. İronik bir biçimde. Yeni bir evrim süreciyle insanın yeniden geleceğini! İlk sözüyle birlikte düşünürsek, bundan, yani evrenin sonsuzluğundan 'tam da emin olmadan'!

Sonsuzluğundan kesin emin olduğu şey: 'aptallık'! Düşünceyle ilgisi kurulunca, bunun da insana özgü olduğu açıktır. Ne arı, ne karınca, ne şahin ne kızılcık fidanı, ne uskumru ne ceylan. Kendi varlığının nedenini acımasız ve aptalca yok eden tek canlı var, o da insan! Bu konuda, insana özenecek canlı da yoktur. Hangi canlı aptallaşmayı ister? Kendini yok edecek bir ortam için çabalar? Doğal olan, canlının kendi varlık nedenine sıkı sıkıya sarılması değil mi? Bu konuda da insan benzersiz! Yani varlık nedenini, yoklukla tanımlayan da sadece insan! Varlık nedeninin değil de, bilmediği, görmediği, nasiplenmediği, tatmadığı, dokunmadığı, ısırmadığı, koklamadığı, tutunmadığı, solumadığı, sesini duymadığı, rengini sarınmadığı, ıslaklığını hissetmediği, katılığına çarpmadığı bir şeyin kulu olan insandan başka canlı var mı? Varlığını yokluğa adayan? Onun için (yani Tanrı'sı için) ölen, öldüren. Var mı? Kaplumbağa mı böyle, saka mı, timsah mı, menekşe mi, yunus mu, karaca mı? Adını Tanrı koyduğu yokluğa varlığını adayan sadece insan! Üstelik bunu 'akılla' açıklıyorlar! O 'akıl' da, insanın diğer canlılardan farkıymış! Yani, hem akıl taşımak gibi bir yüceliği, hem onu yoklukta sürümek gibi bir cüceliği simgeleyen tek canlı! Sefertası aş kabı da, içinde aş yoksa ne kabı? Hava! Cinci Hoca'ya göre cinler de havada dolaşmıyor mu? Ha, boş sefertası, ha, 'cinlik dolu kafatası'! İnsanın farkı bu işte: beyinsizlik, aptallık. Ve kalıcı. Hem de ne kalıcı!

'Fukaranın rızkını Allah verirmiş!' Hadi versin! Bırakın binlerce yılı, kısa bir süre için bile, böyle bir 'aklı' yeni baştan maymuna dayatsanız, nesli tükenir! Fidana aşılayın, tutmaz. Eniğe sunun, yutmaz. İsterseniz sineğe gösterin, dönüp bakmaz bile! Yokluğun var olduğunu anlayacak aklı olmadığından mı? Gerçek dışını yutmayacak kadar hisli olduğundan mı? İnsansa, varlığını kulu kıldığı yokluğun huzurunda binlerce yıldır, günde beş vakit yatar kalkar. Akıl bunun neresinde? Ölüsünde mi, dirisinde mi? Öyle ya, cennete giden ölüsü!

Be fukara, binlerce yıl, yırtığın pırtığın, takken, sakalın, sarığın, çarşafın içinde, Allah sana rızkını verecek diye bekleyeceğine, bir gün olsun, aklını kullan da, rızkını çalanı görmek, bulup hesap sormak için çevrene bak! Gökten rızkını indirecek Hızır'ı bekleyeceğine, iki sokak ötendeki hırsızı, rızkını çalan arsızı bul! Gözünü yumup, beş cümleyi binlerce yıldır, fısır fısır günde beş rekat tekrarlayıp duracağına! Güvercin mi senin gibi uyuşuk, kertenkele mi, asma mı, ardıç mı, iskete mi? Hangi canlı dostuna düşmanına, varlığının kaynağına, canını tehdit eden nedenlere senin kadar kör göz, uyuşuk, vurdum duymaz?

Yani nasıl bir ürkütücü saptama şu Einstein'ınki! İnsafsız. Isırgan. Kamçıdan kamçı!

Gerçeklik de zaten böyle değil mi? Gel de Engels'i anma, yokluğunda diz dövüp yanma!

'En şaşmaz adalet Tanrı adaleti'ymiş, ve 'mutlaka tecelli eder'miş! Hadi etsin! İnlercesine açlık ile kusarcasına tokluk arasındaki 'adalet'sizliğin tanrı tarafından tecellisine bir tek tanık ya da muhatap var mı? Durduk yerde.

'İnsan eşrefi mahlûkat'mış. Tanrı kelâmı olarak Kitap'ta öyle yazıyor ya! Yani canlıların en şereflisiymiş insan! Bankerin, armatörün, fabrikatörün, gladyatörün, piyasacı aktörün, sömürgeci dublörün, soyguncu sektörün, dinci rektörün, zalim yandaşı kalemşörün, özel timci silahşörün adı Şeref olsa ne yazar? Yaptığına bakarım! Böyle konuşanın da, 'kafir' diye üstüne çullanırlar. Aptallık kudurganlığı olarak! Eh, o zaman, bir çullananları sayın bir de öldürülmek için üstüne çullanılanları! Çoğunluk hangisinde, yani kalıcı olan hangisi?

İnsan canlıların en şereflisiymiş! Yazık değil mi kurbağaya? Ben şahsen en ufak bir şerefsizliğini görmedim! Kimi arkadan hançerlemiş, kime yalan söylemiş, kimi 'rızkın havadan düşecek' diye avutup açlıktan öldürmüş, kimi kölesi kılıp çalıştırmış, kime iftira atıp süründürmüş? Zindan mı kurmuş, 'sürüm sürüm sürünesin' diye beddua mı etmiş, aklın yolunda gideni, coşkun bakanı ipe mi çekmiş, hakkını arayanı boka mı sokmuş? Toros'un ırmaklarında Soros'un düdüğünü mü öttürmüş? Ne yapmış? Yazık değil mi tilkiye? Kurnaz da yani, din mi icat etmiş? Yalancılığı bülbül mü bulmuş, denize zehirli atığı kumrular mı dökmüş? Ozonu kırlangıçlar mı delmiş, toprağı kirpiler mi hormonlamış?

Var mı hani öpüşmeyi, sevişmeyi, koklaşmayı, doğal teniyle dolaşmayı, cehennem ateşiyle ölçen canlı? Dinci oğlu dinci insandan başka! Akıl bunun neresinde? Arıya çizgi filmde bile çarşaf bağlayamazsın! Çarşaflı arının nergisi döllemesi mümkün mü? Hadi bağla bakalım türbanı yeşilbaş ördeğe! Yeşilinde hâl, bakışında lâl kalır mı? Akıllanır mı, aptallaşır mı? Ellerinden gelse, dalda çiftleşen serçeye, çatıda öpüşen güvercine de, parkta el ele dolaşan, sarılıp koklaşan gençlere sırtardıkları gibi, 'Git yuvanda gör mahrem işini!' diyecekler!

'Tanrının aracısı'ymış! Yani Hamaney! Böyle bir 'Tanrı megafonu' da Vatikan'da oturuyor! Eşrefpaşa'ya dönmek için sabırsızlanan 'bizimki' ise 'şimdilik' ABD'de. 'Megafon' diyorum, çünkü, Tanrı fısıltıyla konuşuyor ya, bunlar o fısıltıyı yükseltme aracı! 'Aracı'lıkları da 'araç' nitelikli! 'Büyük Yalan' başlıklı yazısında, soL'da Selim Yalçıner ne güzel yazdı. İşte, Tanrı adına konuşan Hamaney'i dinlemiyor halk! Kelâmı kalpazan akçesi oldu! Geçmiyor. Sadece sözünün geçmezliğiyle kalmadı, resmi de ateşe verildi. Tarih bizi, bir kez daha bilime, halka, insanlığa ilişkin konularda, marksistlere, bilimin-aklın aklayacağı dünya görüşüne kulak vermeye çağırıyor. Hem de acilen! Komünist Partisi'nin, devrimci örgütlenmenin, laikizmin, bilimsel düşüncenin baskı ve yasak altında olduğu İran'dan. Molla seçkinlere odaklı dinci zorbalığı, Batı'nın kendine odaklı 'ılımlı' liberal dinciliğe kaydırmaya çalıştığı İran'dan.

Komünizmden korkuyorlar! Tamam, zengin korksun! Bunda şaşılacak bir şey yok. Toprak ağası korksun, borsacı, banker, spekülatör, soyguncu, kabzımal, köle taciri, kalpazan, yağmacı din bezirgânı, üfürükçü, üçkâğıtcı, cennette arsa pazarlayan molla korksun! Korkması uyanıklığından! İyi de fukara niye korkar? İşsiz, aşsız emekçi, topraksız ırgat, evsiz barksız adam, kırbaçlanan köle neden korkar? Bu korkunun beyinle açıklaması ne? 'Cehalet' demek aptallığa 'masumiyet' kazandırmak olur! Şeyh Bedrettin, Dadal, Karaca, Spartaküs, Zapata havadan mı düştü bunca destan, şiir, türkü, bunca bilge değiş, haksızlığa isyan gökten ayet olarak mı indi? Halk değil mi yaratan? Dört duvarı camdan bir odaya serçe koyun dış dünyaya uçma umuduyla dört yana çarpan serçe ne hâl olur? Gün yürmidört saat, tokların renkli tv camına çarpan açların hali de budur! Kapitalizm böyle bir şey işte. Reçel kavanozda. Kavanoz sahibinin elinde. Ekran ya da vitrin fark etmez, yalayan, ahmak ahmak bakıp tosladığı camı yalar! Evet, kapitalizm böyle bir şey. Üstelik sadece mutlu azınlık ambarına dönük çalışan soygun çarkı da değil, aynı zamanda doğayı yok etme, insanı ahmaklaştırma aygıtı. Toplumlarda sersemleştirme, aptallaştırma operasyonu var! Kurnazların, uyanıkların kontrolünde! Busch, Merkel, Berlusconi, Sarkozy akıllı mı yani? Zalimi ve sözcüsünü akıllı bulmak aklı küçümsemek, zulmü aklamak olur. Kurnaz oldukları kesin! Geriye sersemlik kalıyor, sersemlemişlik! İlki kurnazlığından, komünizme 'öcü' diyor! Diğeri sersemlemiş, öyle görüyor! Komünizmi öcü göstermenin de görmenin de akılla ne ilgisi olabilir?

Zekâ mı? O da kolayca açıklanır bir şey değil! Uzun yıllardır Batı'da yaşayan bir aile, okyanusa düşen uçak kazasından sonra, uçak biletini iptal edip yurda otomobiliyle gitmeye karar verdi. Ona, 'Eşek çiftesiyle ölen insan sayısı uçak kazasında ölenden fazla!' dedim. Bilimsel, istatistik bir bilgi olarak. Kendisini aptal yerine koyduğum duygusuyla uzun uzun yüzüme baktı! Kim bilir, belki de arabasına hakaret ettiğimi düşündü!

'Stein' taş demek, fakat, bu Einstein'ın attığı taştan da beter! Nasıl yaralayıcı, tokatlayıcı, sarsıcı, tamı tamına adını koyucu! Evren ve aptallığın sonsuzluğundan söz edip "Aslında ilkinden tam emin değilim!" derken, ikincisinin kesinliğini vurguluyor. Aptallık insana özgü olduğundan, taşın doğrudan hedefiyiz! Aziz Nesin orantıyla konuşmuştu. Üstelik insaflı olarak! Einstein, aptallığı sonsuzlukla koşutluyor!

Neyseki aklı olan tümden tükenmedi! Çıkmamış candan umut kesilmez türünden.