Halay çarpması

“Haremci selamcı yobazlığı, cin değil ama halay çarpacak, hem de ne çarpma!”

 

Dinci faşizm, kadın özgürlüğünün kırıntısına bile tahammül edemez! Görece olarak ve kırıntısıyla bile varsa da “kadın özgürlüğü”, dinci faşizmin önünde barikattır. Dinci faşizm o barikata toslar. O barikatı tam yıkmadan, yani kadını tam köleleştirmeden, dinci faşizm kendini tamamlayamaz. IŞİD’in kadına yönelik tavrı bunun aynasıdır. “AK dinciler” ise bu tavrı örtü altından sinsice, usul usul geliştiriyor! Gün yok ki bir yetkilinin ağzından kadın özgürlüğüne yönelik bir saldırı fetvası çıkmasın! Kadının sokakta kahkaha atmasından erkekle el ele horon, halay oynamasına dek. Dinci faşizm temel atma sürecini “ileri demokrasi, inanç özgürlüğü, kadın hakları” motifleriyle süsleyip “açılım paketleri” sundu. Sağlı sollu liberaller, hem de “özgürlük, demokrasi, kadın hakları” söylemiyle dinci faşizmin yapılanmasına harç taşıdılar! Bu aymazlıklarını, 3 kadın vekilin meclisteki türban şovunu “özgürlük adımı” diye alkışlayıp “canı gönülden kutlamaya” dek vardırdılar. Şimdi AK Müftü buyurdu: “Kardeşiniz bile olsa kadınlı erkekli el ele tutuşmalı oyun İslam’a göre haramdır. 

Türküler müstehcen olmayacak!” Başimam, “Kızlı erkekli evler inanç ve kültürümüze aykırıdır!” dememiş miydi! Yani dinci faşizmin inşası  “doğal seyri”nde ilerliyor! Üstelik İmam artık “Kaptan köşkü”nde! Önceki yıl, “Dinci faşizmin saldırıları, türkülerimize, halaylarımıza dek uzanacak” diye yazmıştım. Bunu görmek için müneccim olmaya gerek yok; “kullanışlı ebleh” olma, yeter! Aynı yazıda, “Haremci-selamcı yobazlığı, cin değil ama halay çarpacak, hem de ne çarpma” demiştim. Bunu bilmek için de müneccim olmaya gerek yok. Halka, hayata ve uğrundaki kavgaya güvenmek yeter!

* * *

soL’ da yayımlanan ve M. Gökçek’in hakkımda dava açtığı “Vız Gelir” ile ilgili sorguda Savcı, “Yazıda geçen Hacı Bozdağ sözünden kasıt kim” diye sorduğunda avukatım Özgür Murat Büyük araya girip “Şikayet konusu bu değil; kaldı ki bu tanım suç içermez!” diye uyarıda bulunmuş, Savcı “Biliyorum, merak ettiğim için sordum” diye başlayıp kısa bir sessizlikten sonra “Buradaki Hacı hitabında başka mana var” diye söylenmişti! İşin tuhafı, bir arkadaşım da beni aynı konuda “Bakan, Vali, Müsteşar, herkesi ‘hacı’ diye anıyorsun, başına bela alacaksın!” diye uyardı! Anlamadım kaldım, hacılık kötü bir şey mi ki hacıya hacı dediğim için başıma bela alayım! Hacivat, hacıağa, hacıyatmaz falan demiş olsam, “alay mı ediyorsun” diye sorulabilir de, hacıya hacı demekte ne var? Adlarını ağzıma almak zorunda kaldığımda, bu şahısların dinlerine bağlılıkları ve imanlı olduklarını vurgulamak için, “hac faraziyesi”ni yerine getirmiş olanları hacı diye anıyorum. Şimdi Abdullah Gül hacı değil mi? “Hacı Gül” diye anmak niye kötü olsun? Ya da RTE, Arınç, Çelik? Ben “tutanak” için baktım, ülkeyi yönetenlerin neredeyse tümü, aileleriyle birlikte hac faraziyelerini yerine getirip, hacı olmuş! Bu durum bu coğrafya tarihinde ilktir! Yavuz’un 1517 Mısır seferiyle “Hilafete kavuşmasına” rağmen, Osmanlı’da bile böyle değil; 600 yıldan uzun tarihinde Osmanlı’da “Hacı Padişah” yok! Dahası, padişah eşleri (ve haremleri) de türbanlı değil! Cem Sultan dışında “Hacı Şehzade” bile yok! Kimi hocalar “padişahlar hacca tebdil-i kıyafetle gittiler” dese de bunun kaydı kuydu, ispatı yok! Kimi hocalar ise “yol uzun, aylar süren yolculuk, tahtı başıboş bırakmak istemediler” diyor, fakat Mısır’a, Hint’e, Arabistan’a, Yemen’e kadar sefere çıkmışken Mekke’ye neden uğramamışlar” sorusu yanıtsız! Tabii ki ikinci açıklama birinciye göre daha mantıklı; öyle ya, o zaman ne uçak vardı ne de özel uçağıyla hac servisi yapan Zarrap! Şimdi “şipşak hacılık” mümkün; öyle ki, “yeni Türkiye”yi inşa eden bugünkü kadrolara bakın, çoğunun hacılığı duble, hatta birkaç kat! Merak ettiğim bir konu da bu: Birden fazla hacı olana duble ya da katmerli hacı demek “suç” olur mu?

* * *

Bir yerde, iki yerde değil, ülkenin her köşesinde doğayı katleden, bitki ve hayvan türlerini yok eden, ekolojik dengeyi altüst eden HES’ler, taş ocakları, siyanürlü madencilik ve nükleer santrallere karşı, o bölgelerdeki duyarlı insanlar yasal mücadele yollarına başvuruyor.  Zaman zaman mahkemelerin verdiği “yürütmeyi durdurma” kararlarını ise ilgili bakanlıklar dinlemiyor. Mahkeme kararlarına rağmen doğa katliamı sürüyor. Antalya Alakır Nehri’nde yapımı planlanan HES’ten Çeşme Germiyan Mahallesi’ndeki taş ocaklarına dek böyle. Doğa katliamı ülkenin dört yanında dört nala! Alakır Nehri Kardeşliği (ANK), “Canı olan, ahlakı, şerefi olan tüm canlıları Alakır’ın intifadasına davet ediyoruz” diye haykırıyor! 

Katılmak insanlık görevidir. Katliam karşısında susmak insanlık suçuna girer!