Erdoğan gider mi?

Seçim soruları-2

Seçim çalışmalarında en çok karşılaştığımız sorulardan, daha doğrusu insanların en fazla merak ettiği konulardan biri Erdoğan’ın seçim sonuçlarına saygı duyup duymayacağı. Durup dururken ortaya çıkmadı bu mesele. 

Her şeyden önce ortada temel bir “suç” ve ona eklenen “suçlar” olduğunu herkes biliyor. Dolayısıyla “demokrasidir bu, seçilirsin, seçilmezsin” türünden bir alicenaplığı kimse Erdoğan’a yakıştırmıyor. Muharrem İnce’nin “devri sabık yaratmayacağız" sözü, ister AKP seçmenine dönük bir el uzatma hamlesinin parçası, isterse bir uzlaşmanın sonucu olsun, bir yerden sonra anlamsızdır. Konu yalnızca yargı ve siyaseti ilgilendirmemektedir. Başından beri siyasi iktidarın uygulamalarının asıl muhatabı olan, bundan doğrudan ya da dolaylı olarak zarar gören milyonlarca kişidir karar mercii…

Karar verecek olan halktır.

Herkes Kenan Evren kadar şanslı olmayabilir.

Evet, Erdoğan’ın işi bir seçim başarısızlığından sonra zor ve bu nedenle birçok kişi “kaybetse de gitmez” kaygısını taşıyor.

Üstelik yakın geçmişte bariz seçim manipülasyonlarına tanık olmuş bir toplumuz. Örneğin şu anda önümüze konan Cumhurbaşkanlığı seçimi hileli bir referandumun ürünü. 2014 yerel seçimlerinde yaşananlar da unutulmadı.

Peki ne yapabilirler?

Yandaşlar iki şeyi ısrarla söylüyorlar. Arada soruşturma filan açılıyor ama iç savaş çağrıları yapan ya da silaha sarılırız şantajıyla hareket edenlerin bunu kendi kendilerine yaptıklarını düşünmek için aptal olmak gerekiyor. Bir diğeri de "Erdoğan kaybederse seçim yenilenir” iddiası. Seçilinceye kadar! Bunu gazetelerinde manşete kadar çıkardılar. 

Bu kadar açık sözlü davranmalarının birden fazla nedeni var.

Bir kere kendi tabanlarına moral veriyor, şu andaki enerjisizliğin dağılmaya dönüşmemesi için uğraşıyorlar.

İkincisi “huzur ve istikrar” peşindeki kesimlere “bugünü ararsınız” mesajı verip “gelin bu işi güzellikle halledelim” diyorlar. 

Üçüncüsü, bir oldu bittiyi ya da baskın seçimin ardından bir seçim baskını ortamını şimdiden meşrulaştırmak istiyorlar.

Dördüncüsü, güç karşısında çoğu kez hareketsiz kalan bir topluma “bunlar örgütlü, hem de silahlılar” dedirtmeye ve baştan belli bir kesimin sinmesini sağlamaya çalışıyorlar.

İşe yarar mı?

Geçici olarak yarayabilir ve tek bir koşulla: Bugünkü örgütsüzlük sürerse!

AKP, Gezi Direnişi’nden epey ders çıkardı. Bugün AKP karşısında oluşan şekilsiz blok da! 2013’te Türkiye toplumunda ortaya çıkan laiklik yanlısı, özgürlükçü, yurtsever ve seçimlere odaklanmayan enerji AKP ile uğraşan düzen içi güçleri (buna cemaat de dahil) çok rahatsız etti. Toplumun sandığa endeksli kurtuluş reçetelerine ve “Erdoğan nasıl giderse gitsin, gerisinin önemi yok” çaresizliğine mahkum edilmesi düzen muhalefeti açısından başarıdır ve toplumu iyice örgütsüzleştirmiştir.

Eğer siyasi iktidar seçim sonrasında yukarıdaki türden bir oldu bittiyi zorlayacaksa, bunu toplumun örgütsüzlüğüne ve yaratılan pusulasız blokun çürüklüğüne güvendiği için yapacaktır.

Ancak bu örgütsüzlüğe rağmen, Erdoğan’ın eli sanıldığı kadar güçlü değildir. Sözcükleri çok dikkatle seçerek yazıyorum, bugün Erdoğan karşısında konumlanan düzen içi muhalefetin oluşumunu kolaylaştıran, beş benzemezi yan yana getiren, milliyetçi kalemlere başka bir milliyetçiliğe destek çağrısı yaptırtan güçler, Erdoğan’ın bir hesap hatası yapmasını iyi değerlendirip başka ülkelerde tanık olunan türde toplumsal hareketlerin önünü açabilirler. Üstelik hangi renkli devrim senaryosu yazılırsa yazılsın, bir seçim hilesi ya da sonuçları kaçırma türünden bir hamleye karşı toplumsal tepki illa ki sonuna kadar meşru ve haklı olacaktır.

Bir adım ötesinden, işte bazı yandaşların iddia ettiği gibi iç savaş senaryoları için de şu söylenmelidir: Türkiye büyük bir ülkedir, hazırlıktır, devlet olanaklarıdır bunun etkisi birkaç günden fazla sürmez. Bunlarla halkı korkutmak isteyenler söylediklerinin anlamını ve yaratacağı sonuçları bilmiyorlar. Meşruiyeti sıfırlanmış bir iktidarın “nihai hesaplaşma” çağrısı tek taraflı ya da uygunsuz olduğunu bilerek o deyimi kullanacağım, tek kale maç ile sonuçlanmaz.

Bunlar soğuk, objektif değerlendirmeler. Ancak asıl üzerinde durmamız gereken toplumun örgütlülüğüdür. Sandık güvenliğinden ibaret bir şeyden söz etmiyorum. Sandık güvenliği seçim yasalarından, YSK kararlarından başlar. Düzen muhalefeti Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak dışında hiçbir şey yapmadı.

“Böyle seçim olmaz” demenin her tür gerekçesi vardı ve bunu bir tek TKP söyledi. Seçim günü önemli ama AKP’nin seçimle ilgili kararları sineye çekilerek seçim hilelerine büyük ölçüde onay verildi. 

Elbette sandık güvenliği yine önemli ama asıl önemli olan Türkiye toplumunun fabrikada, mahallede, okulda örgütlü olması. Bu da seçimle sınırlı olamaz. Bunun bir yönü, bir felsefesi olur. “Hepimiz bir olalım” diye hedef olmaz.

Yoksul, işsiz milyonlarca kişinin seçimden ibaret olmayan bir tutkala ihtiyacı var ve bu tutkalı “patron güzellemeleri” ile “hepimiz aynı gemideyiz” yalanıyla yok etmeye çalışıyorlar. Taraf olmadan, neye karşı olduğunu sergilemeden örgütlenemezsin. Yarın Erdoğan’la anlaşabilme olasılığı olan güçlerle bir arada örgütlü olunamaz.

Derdimiz budur, derdimiz ekonomik krizin ağırlığını hissettirdiği bir ülkede ne yaptığını bilen, memleketin neden bu hale geldiği sorusuna gerçek yanıtlar veren insanların sayısını artırmak ve onların birlikte hareket etme yeteneğini artırmaktır. “Buna zaman yok” büyük saçmalık ve tuzaktır. Bazen bir ay, bir hafta, hatta bir gün bile çok değerlidir. “Buna zaman yok” ya da “şimdi sırası değil” bu düzen politikacılarının yalanından başka bir şey olamaz; ciddiye alınmamalıdır.

Örgütlü olmanın zamanı olmaz; örgütsüzlüğün de telafisi!