Bu yazım çocuklara, büyümemişlere

Geçenlerde, Bodrum’un Gümüşlük Belediyesi, serbest dolaşan tavuklara saldırdıkları bahanesiyle sokaktaki köpekleri, kedileri zehirlemiş.

Aklına ilk geleni çözüm sanmanın, doğayı unutmuşluğun vahşeti.

Bir çöp kutusunda bomba patlayınca tüm çöp kutularını yok eden kafa. Birisi benzin döküp yakarak suikast yapınca, bidonla benzin satışını da yasaklamıştı ya, o kafa işte.

Düz mantık. “Bütün kuşlar uçar. Devekuşu da kuştur. Öyleyse devekuşu da uçar,” diyen kafa.

Köpekleri, kedileri zehirleyen belediyecilerin Gümüşlüklü, yani Gümüşlük kültürüyle yoğurulmuş, Gümüşlük’te doğup büyümüş olmadıklarından eminim.

Ne ilgisi mi var?

‘Oralı’, yani neresi olursa olsun, ‘bir yer’liyseniz ve orada yaşıyorsanız, oranın hayvanıyla da tanışıyorsunuz. O artık sizin için herhangi bir köpek ya da kedi olmaktan öteye geçiyor, Çomar, Sarı, Karabaş, Tekir, Sarman, Pamuk oluyor. Böyle olunca da, insan olmasa bile, o da ‘birisi’ oluyor yani türünün örneği bir ‘genel’ olmayı geçip ‘kendi’, yani insanlar gibi ‘biricik’ oluyor. Oysa yerleşiklik duygusunu yitirmiş ya da yeniden kazanamamış ‘göçmüş insan’, kendisinin ya da yakınlarının çocuğu dışındaki çocukları Özge, Onur, Arda, Ceren olarak değil, çocuk türünün örnekleri olarak, içinde bulunduğu hemşeri ya da iş çevresinin dışındaki yetişkinleri de erkek ve kadın insan örnekleri olarak görüyor. Tanış olunmamış, yabancı yaratıklar olarak yani.

İçinde hep tetikte duran güvensizlik, insanla, hayvanla, bitkiyle, dereyle, gölle, denizle, tarihsel yapıtlarla, kentin alanındaki heykelle, resimle, parkla duygusal ilişki geliştirmesini, bütünleşmeye başlamasını engelliyor. Bu güvensizliği nedeniyle onun gözünde hayvanlar biricikleşemeyerek, yani Çomar,

Karabaş, Tekir, Sarman olamadan köpek, kedi olarak ağaçlar şu ağaç, bu ağaç olamadan ağaç örneği olarak kalıyor, çok çok türlerinin herhangi bir temsilcisi düzeyinde kişilik kazanabiliyorlar, daha doğrusu kazanamıyorlar.

Sonrasını, ilişkinin bu niteliği belirliyor. En küçük bir korkuda, en küçük bir çıtlamada, çıt’ı çıkaran, bedelini yaşamıyla ödüyor.

Ne yapmış Gümüşlük’ün köpek yurttaşları? Tavuklara saldırmış. Bu onların doğasında var. Köpekler de kedilere saldırır. Kediler de kuşlara. Martılar balıklara… Doğaya yabancılaşmış insan, tavukların yaşamasını köpeklerin ölmesiyle sağlamaya çalışır. Köpek yurttaş dedim ya… Kediler, köpekler, ağaçlar neden yurttaş değilmiş! Devletçe verilmiş nüfus cüzdanları yok diye mi? Merak eden açsın sözlüğü, yurttaş sözcüğünün anlamına baksın.

* * *

Çocukluğumda, sokağımızın ve bitişik sokağın bir köpeği vardı. Kimi ‘Sarı’ derdi, kimi ‘Çitil’. En çok biz bakardık. Okula gidenleri, işe gidenleri otobüs durağının olduğu anayola değin geçirir, dönenleri anayoldan o iki sokağın ayrıldığı çatala değin getirir, çağrılmazsa, yolun çatalındaki genişlikte otururdu. Deneyimliydi. Köpekleri Çomar, Karabaş diye, kedileri Tekir, Pamuk, Duman diye birbirinden ayıramayan, hepsini ‘kediler, köpekler’ olarak gören lacivert pantolonlu, mavi gömlekli belediye zabıtalarını tanır, onları uzaktan görür görmez bizim bahçeye, evin arkasına saklanırdı. Hayvanların yaşam hakkını tanımayan, doğayı kendinin sanan, ama doğadan korkan, korkusu yüzünden sevemediği için doğaya düşmanlaşan bu korkak insanı doğayla bütünleşmiş insandan ayıramayan –nasıl ayırsın– zavallı köpekçikler zabıtaların uzattığı zehirli etleri yerler, sonra da yollara uzanıp kıvranmaya başlarlardı.

Çocuk kültürü diye bir kültür de var demek ki! Yani çocuktan çocuğa geçen… Büyüklerin aktarımına gereksinim duymadan yaşayan…

Kimin söylediğini anımsamıyorum. Sanırım hiçbir çocuk da anımsamaz. Yoğurdun köpekleri kurtaracağını öğrenmiştik. Köpeklerin o zehirli etleri yediğini görür görmez bakkala koşar, o zaman cam kâselerde satılan yoğurtlardan alır, zehirlenmiş köpeklere yedirirdik. Hepsi kurtulurdu.
Çitil de bahçede, evin arkasında, ortalığın yatışmasını beklerdi.

* * *

Bu yazım çocuklara. Zaten ben de bir türlü büyüyemedim gitti. Yani yabancınız sayılmam. Hangi akşam iki kadeh atsam, duraktan eve kadar kendimi bir köpekle al takke ver külah birlikte yürümüş bulurum. Apartman kapısında ona beklemesini söyler, dolaptan bir şeyler bulur, bir güzel yedirir, öpüşür, kucaklaşır ayrılırız.

(Yıllar sonra itiraf ediyorum. O iri bir koç kadar büyük köpeği iç merdivenlere ben almıştım. Tanışmıştık. Öylece bakıyordu ve gitmek ona anlamsız geliyordu. Ayrılamamıştık. Hava soğuk muydu anımsamıyorum. Kapının iç yanına geçmesine izin vermiştim. Geceyi geçirmek üzere yatınca bütün merdiveni kaplayacağını kestirememişim. Yanından geçerken cüssesinden korkmuş olanların beni hoş görmelerini diliyorum.)

Köpekleri, kedileri düşman sananlar onları zehirlediklerinde hemen bakkala koşun çocuklar. Ama markete değil, bakkala. Marketten parasız zırnık alamazsınız. Bakkala, “Parasını annem verecek” deyip istediğiniz kadar yoğurt alabilirsiniz. Zehirlenmiş hayvanlar yerler yoğurdu. Üstelik de kurtulurlar. Ben öyle çook köpek kurtardım. Haberiniz olsun. Göreyim sizi.