Samet’i mahkûm etmeyi yeğleyeceğim, çünkü Sametler sürpriz vadetmiyor. Sıkıntımı Sametler gideremez. Umudu Sametler taşıyamaz.

Sametlere dair

İyi filmler, iyi romanlar, iyi sanat eserleri insanın yakasını kolay kolay bırakmaz. Yapıttaki karakterlere, karakterlerin sözüne, tartışılan ya da tartıştırılmaya çalışılan sorunsala, açık ya da örtülü mesajlara, iletilere dönüp dönüp bakar; kimi zaman kendi kendime,  kimi zaman dostlarla tartışarak, kimi zaman da yazarak eserin araladığı kapının peşinden giderim. Kendinden söz etmeye zorlayan, izlerken pek çok duygu sağanağı altında hop oturtup hop kaldırtan, cenk etmeye çağıran aslında önce de belirttiğim gibi üç saat boyunca beni mıh gibi sinema koltuğuna çakan bir film iyidir ve olmuştur. Yönetmenin yarattığı karakterlere yönelik tüm kayırmalarından bağımsız, içimizdeki üretken enerjiyi tetiklemişse eğer bir film karakteri o yapıt yine iyidir ve olmuştur. 

Ancak film hakkında bir yazı daha yazmak istememin sebebi Nuri Bilge Ceylan’ın Adana Film Festivali’nde Samet’e dair bir soruya yanıt olarak Samet öğretmeni cengâverce sahiplenmesi. Konuşmasında Samet’in çok kötücül olarak kodlanmasına itiraz ederek kendi ile Samet arasında bir paralellik kurması. Samet’in yaptıklarını yapabileceğini, hissettiklerini hissedebileceğini ifade ettikten sonra insanların kendilerini kolay kandırdığını, Samet’in herkes gibi biri olduğunu, kolaylıkla insanların ötekileştirildiğini ve günah keçileri yaratıldığını belirtiyor. Samet’e dair eleştirilenlerin eleştirenlerin ruhunda da olduğunu savlıyor. Daha da ileri giderek Samet’i çok kötücül bulan birisine karşı eğer o kişi Samet’in hangi hareketini kötücül bulduğunu söylerse Samet’i savunabileceğini, Samet’in avukatlığını yapabileceğini dillendiriyor. Ceylan, kendi ruhunda hissetmiyorsa filme o karakteri koymayacağını, gerçekte ise kendisinin de kötü olabileceğini ifade ediyor şakayla karışık. 

Şimdi yönetmen bu kadar hararetle ve üstelik hiç mi hiç sevmediğim Samet karakterini sahipleniyorsa işte orada azarlanan, işaret edilen,  belki suçlanan ve yönetmenin iktidarı/sözü karşısında sessizleşen izleyici olarak benim de bir çift söz hakkımın olması doğal değil mi? 

Şeytan bunun neresinde? 

Samet sarsıcı bir karakter, evet… Durup sessizleşmeyi, içime dönmeyi, derin düşünmeyi gerektirdi. Kendimle yüzleşmemi zorladığı anlar oldu mu? Emin değilim ancak bu kadar hareketsiz, bu kadar kendisiyle meşgul, bu kadar kendine dönük, bu kadar bireysel,  bu kadar her şeyi değersizleştirerek yol alan ve elbette bu kadar kibirli bir insan portresi filmin merkezine yerleşiyor ve filmin çatısı Samet üzerinden inşa ediliyorsa Samet’i bir güzel soymanın çırılçıplak bırakmanın sakıncası olmasa gerek gayrı.

Peki, Samet iyi biri mi? 

Ekseni iyilik, kötülük yörüngesinden çıkarmalı çıkarmalı ama Bertolt Brecht’in “”İyi Adam”a Bir İki Soru”” şiiri hınzırca göz kırpıyor. Öte yandan filmin yönetmeni tartışmayı buradan açmayı yeğliyor. 

Samet ise pörsümüş, diriliğini yitirmiş, çürümüş, öğrencilerin gözlerinin içine bakamayan, çevresindeki herkese karşı kayıtsız ve onlara tepeden bakıp beğenmeyen, kimseyi sevmeyen ve sevemeyecek bu anlamda canlılık emaresi taşımayan biri olarak oradan, tepedeki tahtından bizlere bakıyor. Yorgun, tükenmiş, yaşam sevincini kaybetmiş, aymaz bir özgürlükçü. İktidarın diline ve eylemine karşı imiş gibi bir fotoğraf verirken karşı olduğuna minik iktidar alanlarıyla yeniden üretmekten kaçınmayan aslında kendiyle hesaplaşmayan, kendinden razı bir tipik entelektüel. (Entelektüel gölgesi mi demem gerekir  (ama aydın asla değil) bilemedim çünkü düşünsel üretimine dair bir emare göremedim bol kitap okumasının yanında. Bir yaşayan ölü adeta Samet. Donuk gözlerle etrafını, çevresindeki insanları, öğrencilerini, öğretmen arkadaşlarını, Nuray’ı, Kenan’ı, Feyyaz’ı, Vahit’i, okul müdürünü izliyor; çevresinde olup bitenlere dair öylesine kayıtsız ki tek umursamazlıkla bakamadığı kişi öğrencisi Sevim. 

Çocuk Sevim’e bakışında tam anlayamadığım ama istismarın izlerini yakaladığım bir gölge var. Rahatsız edici.  Sevim ile ilişkisinde mutlak iktidarını kurduğunu sandığı anlarda adeta tanrılaşıyor. Başka bir ifadeyle mutlak iktidarı elinde tutarken mutlu, güvenli ve kendini dayatan biri oluyor. Ne zaman ki çocuk Sevim’i zorladığı hat, Sevim tarafından ihlal ediliyor ve çocuk kendine dayatılanı parçalıyor o zaman Samet’in gazabına, öfkesine ve elbette zavallılığına tanık oluyoruz. İşte burada kötü, çok kötü Samet… Öğrencilerine hakaretler yağdırırken kibrini bir an olsun bırakmıyor. Sınıf öğretmeni (yani bir nevi sınıfın birincil sorumlusu) olduğu, sınıfındaki yoksul öğrencilere gelen yardım kolisinden ihtiyaçlarını alan öğrencilerinin yüzlerine bakmadığı anda, kendine küçük gelen kırmızı botu kardeşi için alan kız öğrencisini sınıfta hiç fark etmediğini idrak ettiği ama konunun üzerinde hiç durmadığı anda kötü Samet. Güçsüzlüğünü, edilgenliğini, kayıtsızlığını, tembelliğini, merhametsizliğini, korkaklığını çevresindekileri hakir görerek örtmeye çalıştığında, özgürlükçü bireyciliğini övünülecek bir karanfil gibi yakasına iliştirdiğinde, başkalarının mutsuzluğundan beslenmek üzere planlar kurduğunda,  işte o anda kötü Samet. 

Sartre aydın için kendini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan kişi diyor. El yükselterek diyorum ki düşünsel olarak o şeylere burnunu sokmanın yanında bir de değiştirme arzusuyla eyleyen kişidir aydın. Ancak Samet elinde gördüğümüz kitaplar ve etrafına yaydığı hâleden yola çıkarak en fazla entelektüelliğe meyilli bir zat-ı muhterem gibi duruyor. Ancak umutsuz vaka bu meselede de çünkü tembel; amaca yönelmiş duyguların ve fikirlerin peşinde koşacak ne tutkusu, ne inancı, ne hevesi var. 

Mesela Sevim’e okuması için hangi kitabı vermiş, merak ediyor ölümlü izleyici örneğin. Hangi kitabı vermiş olabilir Samet Sevim’e sevgili Nuri Bilge Ceylan? Peki, Sevim dışında başka öğrencilerine kıymet veriyor mu ya da onlara da okumaları için kitap vermiş olabilir mi Samet? Yoksa sadece “ayna” mı hediye ediyor bazı kız öğrencilere? İşte Samet’e dair bunu düşündüğüm anda Samet kötü.

Nuray’la sohbet ettikleri o uzun akşam yemeğinde Samet’in özgürlüğü ve bireyciliği için verdiği “mücadele”yi böbürlenerek Nuray’a anlatırken değerleri ve inançları olan, yaşanabilir bir  dünya özlemi için gayret eden tüm “ötekiler”i ötekileştirerek hakir gördüğünde Samet kötü. Oysa tek özlemi bir an önce zorunlu hizmetten kurtulup kapağı İstanbul’a atmak hepi topu.

Samet ne istiyor? Samet iyi mi? Samet kötü mü? Samet’te umut var mı? Samet’ten olur mu? 

Ancak ne yazık ki 100 yıl önce kurulan devrimci Cumhuriyet’in içinden çıkardığı ve onurumuz olan onca dinamik, devingen, mücadeleci, yiğit, aydınlık, devrimci aydın öğretmen geleneğini ve bu geleneğin birikimini ardıma alarak diyebilirim ki bu iş zor. Samet’i mahkûm etmeyi yeğleyeceğim, çünkü Sametler sürpriz vadetmiyor. Sıkıntımı Sametler gideremez. Umudu Sametler taşıyamaz. Sametler bir derin kuyudur dibini göremeyip ancak karanlığını gördüğüm. Annemin bir tabiri ile kokmaz bulaşmaz Sametlerden hayır gelmez kimseye. Elbette çıkmayan candan umut kesilmez. Kim bilir… Hele hele…