Sömürü plazalarda da aynı

Banka ve plazalarda çalışan işçi avukatların yaşadığı hak ihlalleri diğer arkadaşlarının yaşadıklarıyla aynı. Mekanın plaza olması fark yaratmıyor. soL Haber'in konuştuğu, daha önce ‘kurumsal’ şirketlerde çalışmış bir işçi avukat, tüm işçi avukatları mücadeleye ve 1 Mayıs'a çağırdı.

1 Mayıs’a günler kala işçi avukatlarla yaptığımız röportajlara devam ediyoruz. İşçi Avukatların 1 Mayıs’a katılımını, banka ve plazalarda çalışan işçi avukatların yaşadığı hak ihlallerini, artan sömürüyü daha önce bu yerlerde çalışmış olan İşçi Avukatlar Merkezi ve İstanbul Barosu Bağlı Çalışan Avukatlar Kurulu üyesi İşçi Avukat P.K. ile konuştuk. 

Öncelikle sizi tanıyalım…
Kısaca tanıtmak gerekirse ben bir işçi avukatım. İşçi avukat olmanın bilinciyle İstanbul Barosu Bağlı Çalışan Avukatlar Kurulu üyesi ve İşçi Avukatlar Merkezinin bir parçası olarak işçi avukatların sömürülen emeklerine karşı verdiği mücadelede yer alıyorum.

İşçi avukat olduğunuzu belirttiniz. İşçi avukatlığı nasıl tanımlıyorsunuz?
Sadece ben değil, benim gibi binlerce işçi avukat var. Kimi işçi olduğunun bilincinde, kimi ise henüz durumun farkında değil ya da kabul etmiyor. İlla bir tanım vermek gerekirse şunları söyleyebilirim: Ücret karşılığı çalışan avukatların durumu ile diğer çalışanların durumu arasında hiçbir fark yok. Avukatlar da diğer çalışanlar gibi patron avukatların gözünde “ucuz ve güvencesiz işgücü”. Yani aslında işçi avukatlık maddi gerçeklerle beraber ortaya çıkan sınıf bilinci.

“Avukatın işçisi olmaz” diyenler meseleyi sınıfsallıktan uzak tutmaya çalışanlardır. Bunu söylemek “İşçi avukatlıkla beraber sorunlar da yok sayılsın, çözmek için adım atılmasın” demekle eş değerdir.Oysa işçi avukat olarak bizler adliyelerde fiziksel gücümüzün çok üzerinde koşturularak düşük ücretlerle saatlerce çalıştırılıyoruz. Birçok işçi avukat arkadaşımızın aldığı ücret asgari ücret üzerinden gösterilerek sigorta primleri yatırılıyor ya da bazen hiç yatırılmıyor. İşçi avukatlar kayıtdışı, ucuz ve güvencesiz işgücü olarak görülüyor.Bir avukatın takip edebileceği dosya sayısının çok üzerinde, çoğu zaman yüzlerce dava ve icra dosyalarını takiple sorumlu kılınıyoruz, dosyalarını biz takip ediyoruz ama müvekkilin yüzünü hiç görmüyoruz, esnek çalışma saatleri adı altında ücretsiz fazla mesaiye zorlanıyoruz, kimi zaman ise patron avukatın küçük düşürücü sözlerine maruz kalıyoruz. Bir insan bu ağır çalışma koşullarına ne kadar süre dayanabilir ki? İşçi avukatların ciddi sayılabilecek fiziksel ve ruhsal yorgunlukları artık toplum tarafından da fark edilmeye başlandı. 

Son zamanlarda avukatlık bürolarının şirketleştiği ve bu büroların bünyesinde çalışan avukatların sayısının gittikçe arttığı görülüyor. Siz de bunlardan birinde mi çalışıyordunuz?
Tespitiniz doğru. Sermayenin emrine amade hukukçular rağbette ve şimdilerde avukatlık büroları şirketleşiyor, büyüdükçe büyüyor; onların yanında çalışan avukatların sayısı arttıkça artıyor. İşçi avukatlık ve işçi avukatlar görmezden geliniyor.

Şirketleşme, uzmanlaşma, piyasalaşma ve tüm bunların etkisiyle gelişen mesleki dönüşüm sonucunda fakülteden mezun olup bürosunu açarak mesleğini icra etmek artık eskiye oranla çok zor. Aynı dönemde fakülteden mezun olduğumuz ve avukatlık mesleğini sürdüren arkadaşlarımın çoğu belirttiğim nedenlerle sizin de tespit ettiğiniz gibi hukuk bürolarında, banka ve plazalarda yer alan işyerlerinin hukuk birimlerinde çalışıyor. Ben de mezun olduğum zamandan bu yana daha çok bankaların iştiraklerinde ve plazalarda yer alan başka şirketlerde işçi avukat olarak çalıştım ve çalışmaya devam ediyorum. 

’77 KATLI CAMDAN KÜMESLER’

Banka ve plaza gibi işyerlerinde işçi avukat olarak çalışmaya dair neler söyleyebilirsiniz? Hak ihlallerine uğradınız mı?
Bu işyerlerinde sömürü var, mobbing var, bitmek bilmeyen çalışma saatleri var, hep acil olan ve çabuk yapılması gereken işler var, düşük ücretler var, işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin sorunlar var, eşitsizlik var, sermayenin yarıştırdığı giderek daha da mutsuz olan, fiziksel ve ruhsal olarak sağlığı bozulan insanlar var. Yani sömürünün vardığı boyutun tarifi çok zor. Biliniyor ve olağan kabul ediliyor. Ancak son zamanlarda artık bu çalışma düzenine karşı işçilerin örgütlendiğini ve mücadeleye başladığını görüyoruz. Artık beyaz yakalılara dair yayınlar çıkıyor ve kitaplar yazılıyor. Nevzat Evrim Önal’ın beyaz yakalı varoluşa dair denemelerinin yer aldığı “Bilmiyorlar, Ama Yapıyorlar”adlı kitabında bir bölümün başlığı şu şekilde atılmıştı: “77 katlı yekpare camdan kümesler.”Okuduğumda gözümde canlanan ilk şey çalıştığım işyerinin fiziki yapısıydı ama hemen ardından içeride yaşanan sömürü ortamında konuşmalar, seslenmeler, sinir bozukluğundan kuytu köşelerde ağlayan insanların yüzleri canlandı. Çünkü bu tanım sadece fiziki yapıya ilişkin değil, aslında direk olarak içeride yaşananlara dair bir tanım. Gerçekten onlarca katlı camdan kümeslerde çalışıyoruz. 

Dışarıdan bakıldığında buralarda çalışan işçi avukatların çok yüksek ücretler aldığı, rahat yaşamlar sürdüğü gibi bir algı var. Oysa içeride durumlar bambaşka. Çalıştığım yerlerde yaşadığım genel sıkıntılardan örnekler verebilirim.

Sanıldığı gibi yüksek ücretler kazanmadım. Ortalama ücretin çok altında ücret kazandığım zamanlar oldu. Çalıştığım bazı işyerlerinde fazla mesai ücreti ödenmiyordu, bazılarında ise ödeniyordu ama fazla mesai ücreti alabilmem için yöneticim olan avukatın onayı gerekiyordu. Bunun dışında ben SGK primleri konusunda şanslıydım, çalıştığım yerlerde aldığım maaş üzerinden yatırıldı.

Haftanın en az 3 günü, günlük sayısı 7-8’i bulan, en azından 2’si farklı adliyelerde bulunan duruşmalara yetişmem, tebliğ edilen tüm tebligatları günlük olarak incelemem ve raporunu yazmam, duruşmaların gelişmelerini yönetici avukata bildirmem ve raporunu yazmam, genellikle günlük sayısı 5’den az olmayan dilekçeleri yazmam, şirketin değişik birimlerinden gelen onlarca soruyu geciktirmeden cevaplamam gerekiyordu. Fabrikada üretim yapan bir makine gibiydim. Makineye takılan çipin üreteceği ürün belli, aynı üründen binlerce çıkıyor. Durumum bundan farklı sayılmazdı. Bu durum mesleki olarak kendimi geliştirmemi de engelliyordu. Evet, her sabah gelir gelmez mevzuat değişikliklerini kontrol ediyorum ama yeni bir içtihat çıktığında inceleme fırsatım olmuyordu. Onu incelemeye kalktığımda fazla mesai kaçınılmaz oluyordu ama zaten akşam eve gittiğimde konuşabilecek halim dahi kalmadığından incelemekten vazgeçiyor, öteliyordum.

Gün içerisinde biraz kafa dağıtmak ve dinlenmek için mola veremiyordum. Mola verebildiğim zaman sayılıdır. Çünkü devamlı iş yetiştirmem gerekiyordu ya da mola verdiğimde en ufak bir sorunda yönetici avukat tarafından masama dönmem için telefon alıyordum. Huzurlu bir şekilde nefes alamıyordum. Gerçi molanın dışında çoğu zaman öğle arasını da masamda çalışırken atıştırarak geçirmek durumunda kalıyordum.

Ayrıca işçi avukatlara dışarıdan dosya alma, CMK ve adli yardıma katılmaya izin verilmiyordu. Zaten verilseydi bile katılabilecek bir vakit bırakılmadığından katılmak mümkün olmazdı. Bu da mesleki olarak köreltici bir durum. Bir yandan az önce saydığım işleri yetiştirmeye çalışırken, birimlerden gelen telefonları da cevaplamaya çalışıyordum. Bu nedenle, boğazım ve kulağımda ağrı sıkıntısı yaşıyordum. Akşam eve gittiğimde devamlı baş ağrısı şikayetim oluyordu. Bazen de durduk yerde sinirlerim bozuluyor ve ağlıyordum. Sonrasında da başkaca sağlık problemleri gelişiyordu.

Mesai saati sonunda işten çıkabilmem için her işi çok hızlı yapmaya çalışıyor, işyerinde sosyalleşmiyor, tuvalete bile hızlı hızlı gidiyordum. Yine de bitmiyordu. Yıllık izinlerin aylar öncesinden planlanması ve bildirilmesi isteniyordu. Diyelim ki yaz ortasında yorgun hissettiğim için adli tatilde 2 hafta izin kullanmayı düşündüm. Bu sadece bir hayal olarak kalabilir. İznimin bir haftasını yaz aylarında diğer haftasını ise kış aylarında kullanmak zorundaydım. Hatta izin kullanmamam “takdir” görüyordu. Çünkü işi her şeyden öne koyduğum düşünülüyordu. Oysa işi her şeyden öne koyduğum için değil, yapabileceğimin üstünde sayıyla verilen görevleri yetiştiremeyeceğimi düşündüğüm ve bu nedenle yöneticimden uyarı alacağım, azar işiteceğim korkusuyla iznimi kullanmaktan vazgeçiyordum.

Diğer işçi avukatlarla devamlı rekabet halinde olmamız bekleniyor, böylece performansımızın daha yüksek olabileceği ve kariyer basamaklarını hızla tırmanacağımız düşünülüyordu. Açık açık “Avukat da olsan burası bir rekabet ortamı, kim daha çok çalışırsa o daha iyi yerlere gelir” deniyordu. Ekonomik kaygılar, giderek artan işsizlik vb. sebeplerle herkes birbirinin yaptığı işlerde açık aramaya başlıyordu. 

Yönetici avukatın küçük düşürücü sözleri, yapmış olduğu mobbing olağan görülüyor ve kabullenilmiş çaresizlik gibi karşınıza dikiliyor. Bundan kaynaklı işçilerin masalarındaki çekmecelerde olmazsa olmazlar arasında ağrı kesiciler, mide ilaçları ve antidepresanlar yer alıyordu. 

Başka bir durumdan daha söz etmek isterim. Bu işyerlerinden ayrılır ve benzerine geçiş yaparken diğer tüm işçiler görevi fark etmeksizin daha iyi çalışma şartları olan bir işyeri olduğunu düşünerek açık bir pozisyon olduğunda onlara haber vermenizi istiyor. Bu durum oldukça can sıkıcı. Sermayenin çıkarı söz konusu olduğunda koşullar her yerde benzer. Daha kötüsü var ama daha iyisi yok. Daha iyisini istiyorsak örgütlenerek ve birlikte mücadeleyle kazanım elde edebiliriz. Zaten birçoğumuz işyerinde yaşadıklarından şikayet ederken önümüzdeki en kolay yol örgütlenip birlikte karşı durmak…

İŞÇİ AVUKATLAR İNSANCA YAŞAM VE ÇALIŞMA HAKKI TALEP EDİYOR

Bir parçası olduğunu belirttiğiniz İşçi Avukatlar Merkezi neler yapıyor?
İşçi Avukatlar, meslekte yaşanan sınıfsal dönüşümü baro genel kurullarından, staj eğitim toplantılarına, hukuk fakültelerinden adliye koridorlarına birçok mecrada tartıştırmışve alınan ilk tepkiler zamanla yerini bu tespitlere hak vermeye ve işçi avukat kavramını bir olgu olarak kabul etmeye bırakmıştır. İşçi Avukatlar Merkezi de 10 yılı aşkın süredir bu çalışmaları ekonomik ve sosyal haklarını savunmak için yola çıkan işçi avukatlar tarafından, sömürü düzenine ve kapitalizmin yarattığı yıkıma karşı verilen sınıf mücadelesi ile avukatlık mesleği özelinde yürütmeye, işçi avukatlar tarafından açılan davaların ve hak ihlallerinin takipçisi olmaya devam ediyor. Bu mücadelenin taşıyıcıları olarak yılmadan yolumuzda ilerliyoruz.

İşçi avukatların taleplerini de sormak isteriz…
Aslında en temel ve evrensel haklardan birinin uygulanmasını talep ediyoruz: İnsanca yaşam ve çalışma hakkı. 

Birkaç örnek vermek gerekirse; patron avukatla işçi avukat arasında tip sözleşme imzalanması, hamile bir işçi avukatın doğum iznini kullanabilmesi, fazla mesai ücretlerinin ödenmesi, sigorta primlerinin ödenmesi, işçi avukatın alacağı ücretin adil ve eşit şekilde belirlenmesi, sözde değil, uygulamada meslek etiği ve onuruna yakışır bir çalışma sisteminin kurulması vs. oldukça basit ve temel talepler bunlar.

'BU DÜZENE BOYUN EĞMEDİĞİMİZİ GÖSTERMEK İÇİN HEP BİRLİKTE 1 MAYIS'A'

1 Mayıs’a günler kaldı… İşçi avukatlara bir çağrınız var mı?
Tabii ki var… Sömürü ve hak gaspları devam ettiği sürece söylenecek daha çok söz, verilecek daha çok mücadele, atılacak daha çok adım var.

İşçi Avukatlar olarak bulunduğumuz her platformda yüksek sesle haykırdık; "Avukatlar arasında da patronlar ve işçiler vardır. Ve bu gerçek görmezden gelindikçe işçi avukatların hakları yok sayılacaktır. Buna izin vermeyeceğiz."

Bu röportajı okuyan tüm işçi avukatlara, stajyer avukatlara, büyük hukuk şirketlerinin gölgesinde ayakta kalmaya çalışan genç avukatlara seslenmek isterim. Verdiğimiz mücadele hepimiz için. İşçi avukatların hak mücadelesi bugün avukatlık mesleğinin onurunun bir parçasıdır. Bu nedenle tüm işçi avukatları mücadelemize destek vermelidir. Birlikte hareket ettiğimizde daha güçlüyüz.

Ben 1 Mayıs’ta İşçi Avukatlar Merkezi’nin pankartının arkasında yürüyeceğim. Ben de varım, sömürüye karşı birlikte mücadele için buradayım, aydınlık bir gelecek istiyorum demek için alanda olacağım. Sizin aracılığınızla tüm işçi avukatları 1 Mayıs’ta alanda İşçi Avukatlar Merkezi ile yürümeye çağırıyorum!

Bu düzene boyun eğmediğimizi göstermek için haydi hep birlikte 1 Mayıs’a…