Çin borsalarındaki düşüş: Sorumlu Çin Komünist Partisi mi ABD mi?

Çin Halk Cumhuriyeti'nin borsalarındaki düşüşün ardından ekonomik modeller yeniden tartışılmaya başlandı, düşüşten dolayı herkesin suçu birbirine attığı görülürken, "çok ciddi bir durumun" ilk aşamalarında olduğumuzu söylemek mümkün.

Tulga Buğra Işık

12 Haziran günü Çin Halk Cumhuriyeti borsaları zirveyi görmüştü. Ancak 12 ay içerisinde %150'nin üzerinde artan Şangay Borsası (SSE), bir hafta içerisinde büyük bir düşüşle değerinin %13.3'ünü kaybetti. Bu, 1.3 trilyon doların üzerinde kayıp demekti fakat borsanın yarattığı kriz henüz yeni başlıyordu.

İzleyen haftalar boyunca düşüş sürerken trilyon dolarlık kayıplar yaşanmaya devam etti. Temmuz ayının ortasından sonuna kadar kısmi yükseliş görülse de, Ağustos ile birlikte düşüş devam etti, borsanın %9 daha azalarak dibi gördüğü 24 Ağustos ise "Kara Pazartesi" olarak adlandırıldı. 

OLAĞAN ŞÜPHELİ: ÇİN KOMÜNİST PARTİSİ
Krizin başlangıcından itibaren ekonomik boyutun ötesinde ideolojik bir tartışma yaşandı. Suçlunun kim olduğu sorusuna herkesin vereceği farklı cevapları vardı. Batı medyasının buna cevabıysa beklendiği gibi "Çin Komünist Partisi" oldu.

Partinin borsaya yatırımı teşvik ettiği, yatırımcıları inşaat sektöründen çekerek borsaya getirdiği, bu sebeple borsada büyük artış yaşandığı, artışın başka yatırımcıları çektiği ve sonunda bir balon oluştuğu söylendi.

Hatta düşüşün başlamasıyla birlikte partiyle borsayı eşleştirmek için enteresan haberler yazıldı. Fortune, Bloomberg ve kimi diğer medya kuruluşlarında 1 Temmuz'da yapılan haberlerde Çin borsasına yatırım yapanların sayısının Çin Komünist Partisi üyelerini aştığı söyleniyordu.

Sonrasındaysa Batı basınında borsanın düşüşünün partiyi sarsacağı söylenmeye başladı. New York Times'ta 9 Temmuz'da yer alan Edward Wong ve Chris Buckley imzalı bir yazıda, borsada para kaybedenlerin görüşü alınarak partinin imajının zedelendiği söylendi.

KRİZ PARTİYİ SARSTI MI?
Çin otoriteleriyse süreç boyunca çeşitli adımlar atarak düşüşü durdurmaya çalıştı, fakat "kriz", Batı medyasının ülkede beklediği etkiyi yaratmamıştı. 25 Ağustos'da yine New York Times'a yazan Chris Buckley, Çin medyasının borsadaki düşüşe ilgisiz olduğunu söyleyerek şikayetçi oluyordu.

Çin Komünist Partisi'nin yayını borsa yerine Tibet'teki ekonomik kalkınmadan ve İkinci Dünya Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasının 70. yılından bahsediyordu.

Borsanın düşüşünün başından itibaren Çin'de borsada hissesi bulunanların nüfusun küçük bir kısmı olduğu ve borsanın Çin ekonomisinin önemli bir kısmını oluşturmadığı da yer yer kabul ediliyordu.

SORUN DENETİM Mİ SERBEST PİYASA MI?
Borsadaki düşüşe sebep arayan herkes cevabı baktığı yerde buldu. Kimileri sorunun partinin borsaya ve ekonomiye müdahalesi olduğunu öne sürerken, kimileriyse tersini öne sürdü.

Giderek Çin'in borsaya müdahalesi olmadan küresel bir felaket yaşanacağı söylenmeye başlanırken, bir yandan da ekonomide yapısal problemler olduğu, anlık müdahalelerdense bu sorunlara odaklanılması gerektiği belirtildi.

Süreç içerisindeyse görülen şey, Çin'in attığı adımların yeterli olmadığı oldu, ardı ardına gelen faiz indirimleri borsadaki çöküşü durduramadı.

Borsanın düşüşüyle birlikte verilen ilk tepkilerin "ilkel" olduğu söylenebilir. Krizden dolayı Çin'i suçlayan ABD basını, Çin'in ekonomik bir model olamayacağını belirterek, krizin bunu kanıtladığını, devletin piyasaya dahil olmasının verimsizlik yarattığını öne sürmüştü.

16 Haziran'da The Guardian'a yazan Orville Schell, borsanın çöküşünün başından beri öngörülür olduğunu, devletin müdahalesinin buna yol açtığını söylemişti. Ancak Schell'in daha önceki yazıları bunu kendisinin de öngöremediğini gösterirken, krizin yalnızca Çin'de değil pek çok ülkede yaşanıyor olması sorunun kökeninin "devlet müdahalesi" olmadığını gösteriyor.

Örneğin bugün basına açıklama yapan Avrupa Merkez Bankası baş ekonomisti Peter Praet, piyasa koşullarının kendilerinin müdahale etmesini gerektirebileceğini söyleyerek, bu konuda şüphe bulunmaması gerektiğini bildirdi.

'SORUMLU ABD'
Quartz'da yer alan Manuel Hindis imzalı bir yazıdaysa krizin esas suçlusunun Çin değil ABD olduğu söyleniyor. Hindis'e göre Çin ve ABD arasındaki ilişki "barmen" ve müşteriye benziyor.

ABD'nin en büyük açığa sahip olan ülke olduğunu ve Çin'in de uzun süreler yüksek fazla verdiğini hatırlatan Hindis, talebi yaratan ABD'nin yaşananların esas sorumlusu olduğunu, Çin üretirken ABD'nin borcunu artırdığını söylüyor.

Hindis, 2008 yılında ABD'nin kendisini İtalya, İspanya ve Yunanistan'a benzer biçimde borç içinde bulduğuna işaret ederek, sonrasındaysa küresel olarak talebin düştüğünü ve bundan üreten tarafların da etkilendiğini bildiriyor.

Çin'in ve Latin Amerika ülkelerinin bu konuda benzer bir kaderi paylaşarak çökeceklerini ve bundan dolayı Çin'in suçlanacağını söyleyen Hindis, gerçeğin bu olmadığını vurguluyor.

KRİZ ÇİN'DEN DIŞARI ÇIKMAZ MI?
Krizin Çin'in "borsa balonu" ile ilgili olduğuna dair iddiaların gerçeği tam olarak yansıtmadığıysa Ağustos ayına gelindiğinde görüldü. ABD ve Avrupa piyasaları da benzer sıkıntıları yaşamaya devam ediyordu.

Çin borsasının büyük düşüş yaşadığı 24 Ağustos günü, ABD borsaları da gün içerisinde %6 kayıp yaşadı, ancak borsadaki düşüş çeşitli adımların atılmasıyla hafifletilmeye çalıştı.

ABD merkez bankasının bu sene gerçekleştireceğini duyurduğu faiz artırımının erkene alınması konuşulmaya başlanırken, bunun doların artmasına sebep olacağı ve kimi diğer ülkelerde büyük sorunlar yaratabileceği de söylendi.

Günün sonunda görülense Çin borsalarındaki düşüşün ekonomik ve ideolojik etkilerinin önümüzdeki aylarda görülmeye devam edeceği. ABD'li ekonomist Lawrence Summers'ın dediği gibi, "çok ciddi bir durumun" ilk aşamalarında olmamız olası.