Banka ve finans emekçileri isyan noktasında: Bir araya gelme kararı alındı...

Banka ve plazaların içi kaynıyor: Toplu işten çıkarmalar, gerici ve insanlık dışı politikalar, tehditler, mobbing, aşırı hedef baskısı... Patronlar ve patron temsilcileri emekçilerin üstünde adeta tepiniyor... Banka ve Finans Emekçileri Halk Komiteleri işte tam da böyle bir krizde kuruluyor... TKP’li plaza ve ofis emekçileriyle, komite çağrısının detaylarını konuştuk...

Haber Merkezi

Banka ve plazaların içi bugünlerde adeta kaynıyor... Patronlar, emekçilerin örgütsüzlüğünün üstünde -kriz ortamını da bahane ederek- arsızca tepiniyor. Toplu işten çıkarmalar, gerici ve insanlık dışı politikalar, tehditler, mobbing, aşırı hedef baskısı, emekçilerin üstüne hiç olmadığı kadar boca edilmiş durumda...

Toplu işçi kıyımına hazırlanan DenizBank şubelerindeki emek düşmanı uygulamaları bir devrimmiş gibi pazarlayan Garanti Bankası, yedek işçi ordusunu hiç çekinmeden bir tehdit unsuru olarak kullanabilen İş Bankası, çalışanlarını turnikelere hapseden Şekerbank, “helal sömürü” hamlesiyle bankacılıkta çığır açan Ziraat Bankası, Yapı Kredi’nin tehditkâr şube müdürleri, yaptıkları işçi kıyımının dumanı tüterken sosyal medyadan 1 Mayıs mesajı gönderen yüzsüz Finansbank yöneticileri, yüzlerce emekçiyi kapının önüne koyup “yeniden yapılandırma” yalanlarına sığınan Odeabank, plazaları emekçiler için adeta cehenneme dönüştüren patronlar...

TKP'Lİ PLAZA VE OFİS EMEKÇİLERİYLE KONUŞTUK...

Geçtiğimiz günlerde bu emek düşmanlığını tüm yönleriyle ele alan bir işçi gazetesi çıkararak banka ve finans emekçilerine iş yerlerinde komiteler kurma çağrısı yapan TKP’li plaza ve ofis emekçileriyle, komite çağrısının detaylarını konuştuk.

Bankalar bugünlerde klişe deyimle “krizi fırsata çevirmekte” ellerini çabuk tuttular diyebilir miyiz?

Türkiye uzun süredir bir siyasi krizin içinde debeleniyor. Bugünlerde bu siyasi kriz bir ekonomik krizi de besler hale gelmiş durumda. AKP kullanışlı bir araç olmaktan çıktığından beri dış aktörler ülke siyasetinde bir alternatif oluşturmaya çalışıyorlar ancak gölün bir türlü maya tutmadığını görüyoruz. Dışarısı yönetilemiyor, içerisi yönetilemiyor, kısacası kapitalizm yönetemiyor. Kapitalizm bu ülkeye yerleştirdiği bekçiden memnun değil ve şimdilerde kimi ekonomik yaptırımları da devreye sokarak onu değiştirmenin peşinde. Ancak bu ekonomik kriz ortamını yalnızca bu “stratejiye” bağlamak yanlış olur. AKP iktidara geldiği günden beri özelleştirmelerin gazına bastı, kamu kaynaklarını sonuna kadar yerli ve yabancı tekellere açtı ve ekonominin yapısal sorunlarını daha da derinleştirecek adımlar attı.

Kuşkusuz bankacılık sistemindeki dönüşüm bunun en önemli ayağını oluşturuyordu. “Çok fazla banka var”, “bankalar çok küçük ve hantal” yaygarasıyla yabancı bankaları ülkeye buyur ettiler. Dev bankacılık tekelleri küçük bankaları yutarken 2001 krizinin travmasını atlatmaya çalışan bankacılar, yani bu ülkenin eğitimli işgücü düşük ücretlere razı ediliyor, işsizlikle tehdit ediliyordu. Banka patronları bono kumarından ve döviz işlemlerinden milyarlarca liralık kazanç elde etmiş,  neredeyse tüm banka patronları kayıtlı ya da kayıtsız olarak krizden zenginleşerek çıkmış, sektörün zararı emekçi halk tarafından karşılanmak üzere kamu kurumlarına aktarılmıştı. 2008 krizi ve devamında yaşanan süreç de farklı olmadı. Finans tekellerinin muazzam kârlar elde ediyor olması bir başarı hikayesi olarak sunulmaya devam etti. Bu sırada toplumsal ihtiyaçları karşılaması gereken kurumlar özelleştirildi, emekçi halk banka kredilerine muhtaç hale getirildi, bankalar sömürü yuvalarına döndü. Gerici, piyasacı iktidarla el ele kol kola giren banka patronları bu rantiye ekonomisini el birliğiyle yarattılar. Şimdiyse üçüncü bir finansal krizin eşiğindeyken banka emekçilerinin kendi yanıtını üretmesinin tam zamanı diye düşünüyoruz.

Sonuç olarak banka patronları, her kriz uğrağını “fırsata çevirmekte” ustalaşırken, banka emekçilerinin örgütsüz görüntüsünden sıyrılamadığını söyleyebiliriz.

"ARTIK SÖZ SIRASI EMEKÇİLERDE"

Geçtiğimiz günlerde banka ve finans emekçilerine iş yerlerinde komiteler kurulmasına dair bir çağrı yaptınız. İş yeri komiteleri bu resmin neresinde duracak?

Burada anlatılan bir sömürü hikayesi; bizim hikayemiz. Bu hikayede şu ana kadar patronlar konuştu. Artık söz sırası emekçilerde.

Bize düşen kendi hikayemizi yazmak olmalı. Yani bugüne kadar grev ve iş yavaşlatma eylemi bile düzenleyemeyen,  AKP hükümetinin sermaye yanlısı politikalarıyla uyum içerisinde hareket eden sendikaları da bir kenara iterek kendi yolumuzu çizmek zorundayız. Bunun yolu da bir güç haline gelmeyi başa yazmaktan geçiyor. Bir güç haline gelmek istiyorsak yan yana gelmeye, örgütlenmeye ihtiyacımız var. İşyeri komiteleri hedefi işte buraya oturuyor. Önce yalnız olmadığımızı bileceğiz ve elbette bir araya gelecek, sorunlarımızı tartışacağız. Örgütlü mücadele pratikleri geliştirmenin yollarını arayacağız.

Karşımızda TÜSİAD’ıyla, banka birlikleriyle, grev kıran hükümetiyle, yönetim kurullarına yuvalanarak kendi birliklerini güçlendirdikleri sendikalarıyla örgütlü bir yapı var. Yıllardır memleketin tüm kamu kaynaklarını yağmalaya yağmalaya bitiremeyen, ekonominin mevcut kırılganlığının baş sorumlusu olan bu yapıya çete demek bazı açılardan bakıldığında naif bile kalabilir.

İş yeri komiteleri karşımızdaki bu örgütlü çeteye karşı biz emekçilerin tarafı olacak. Patronlar düzeninin çıkışsızlığı ve içinde bulunduğu kriz bize umutsuzluk vermiyor; aksine bu çıkışsızlığı emekçilerin lehine çevirebileceğimiz bir zemin var.

Peki Banka ve Finans Emekçileri Halk Komiteleri neyi hedefliyor?

İşyerinde arkadaşlarla, diğer bankalarda, plazalarda çalışan arkadaşlarla konuşuyoruz bazen ve fark ediyoruz ki hepimiz aynı sorunları yaşıyoruz, aynı dertlerle boğuşuyoruz. Bu bankadan ayrılıp diğerine geçeyim demek de bir çözüm değil. Dedik ya karşımızda örgütlü bir çete var, sömürü her yerde aynı yani.

İş yerlerimizdeki sömürü gündemlerini teşhir edecek, patronların yüreğine korku salacağız. Kredi garanti fonlarının, bireysel emeklilik sistemlerinin neye hizmet ettiğini emekçi halka en önce biz anlatacağız. Yasal haklarımızı işbirlikçi sendikaların eline bırakmayacağız. Patronlar düzeninin yaydığı bireyci kültüre karşı dayanışmacı bir kültür geliştireceğiz. DenizBank, Şekerbank patronlarının, avukatlarının banka önlerinde dağıttığımız bildiriler karşısında nasıl da afalladığını, paniklediğini biliyoruz. Daha fazlasını yapabileceğimizin farkında olmamız gerekiyor. Örneğin Şekerbank emekçileri örgütlü hareket edebiliyor olsaydı yalnızca bir günde o insanlık dışı turnike uygulamasını patronun başına çalabilirdi.

Bu komiteler işyerlerinde belli kazanımlar elde etmenin ötesine de bakıyor olacak. Çünkü bizler güç haline gelmek istiyorsak bir sınıf olarak hareket etme becerisi kazanmamız gerekiyor. Patronların düzeninin karşısına başka türlü dikilme imkanımız bulunmuyor. Finans kapitalin kalbinde, Levent’te yüzlerce emekçinin yürüdüğü bir tablo hayal edelim; yahut bir günlüğüne bir bankadaki yazılımcıların iş bıraktığını. Kimilerine çok gerçek dışı görünebilir. Ancak Gezi’de NTV protestosunu gerçekleştirenlerin yine bu bölgede çalışan emekçiler olduğunu unutmayalım.

"SESİMİZİ KISTIĞIMIZDA KOŞULLAR İYİLEŞMİYOR DAHA DA AĞIRLAŞIYOR"

Banka ve finans emekçilerinin iş yeri komitelerine katılmalarının önünde ne gibi zorluklar olabilir? Komiteler bununla nasıl yüzleşmeyi planlıyor?

Şunu hiç tereddütsüz belirtmek gerekiyor; bankalar ve plazalar emekçiler için birer korku cehennemine dönüşmüş durumda. Emekçiler değil siyaset yapmak, aykırı bir söylem geliştirmekten bile korkar hale geldiler. Bunun çok gerçek sebepleri var. Kapitalizm yoksul halkı olduğu gibi banka emekçilerini de borçlandırıyor, giderek gericileşen eğitim sistemi içinde çocukları için bir tutam laiklik satın almak isteyen emekçiler özel okullara mahkum ediliyor, emekçiler düzenle kolay kolay yıkamayacakları bağlar kuruyorlar. Bankalar, finans kuruluşları yedek işgücünü bir tehdit unsuru olarak kullanmaktan hiç çekinmiyor.

Sesimizi daha da kıstığımızda ya da bireysel kurtuluş planlarının peşine takıldığımızda bu koşullar iyileşmiyor tersine daha da ağırlaşıyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok, birkaç yıl öncesi ile bugünü karşılaştırdığımızda koşulların ağırlaştığını görebiliyoruz. Dolayısıyla bizi daha ağır koşulları kabullenmeye mahkum eden bu korku duvarını yıkmak zorundayız.  Ancak bu işyerlerinde kahramanlık gösterileri yapacağımız anlamına gelmiyor. Akıllıca hareket edeceğiz. Mücadelemizi meşru hale getirme hedefiyle ve getirebileceğimizi bilerek hareket edeceğiz. Öncelikle her bir işyerinde geniş bir iletişim ağı kurmak, birlikte hareket etme yeteneği kazanmak üzere yola çıkıyoruz. Sabırlı olmak zorundayız. Kendimizi açık edip kapı önüne konmak gibi bir niyetimiz yok. Tersine işyerimizde kalacağız, kalabalıklaşacağız, kalabalıklaştıkça bu korku duvarının yıkıldığını hep birlikte göreceğiz.

Hazırlıklarınız ne durumda? Banka ve finans emekçileri çağrınızı nasıl karşıladı?

Her bir plazada, iş yerinde komiteler kurmak üzere hazırlıklarımıza başladık ve beklediğimizin üstünde olumlu tepkiler alıyoruz. Bu da şaşırtıcı değil. Çok ağır bir kuşatma altındayız ve insanlar bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Çıkış yolu olarak insanların ilk aklına gelen örgütlenmek değil tabii. Örgütlenme fikrini ilk kez duyanlar belli bir mesafe ile yaklaşıyor ama bir güç olabileceklerini hissetikleri anda işyeri komiteleri dostlarımızın aklına yatıyor.

Hazırlık çalışmaları her bir iş yerinde komitelere katılanlarca yürütülüyor. Çay molalarında, yemek aralarında konuşuyoruz, iş arkadaşlarımızı kuruluş hazırlıklarına katılmaya çağırıyoruz.

BANKA VE FİNANS EMEKÇİLERİ NASIL İLETİŞİME GEÇEBİLİR? 

Son olarak kuruluş hazırlıklarına katkı koymak isteyen emekçiler sizinle nasıl iletişime geçmeli?

Komitelerin kuruluş hazırlıkları çerçevesinde birçok banka ve finans emekçisiyle görüşmeler yapıyoruz. 10 Şubat’ta gerçekleştireceğimiz bir etkinlikle de kuruluş gerçekleşmiş olacak. Kuruluş hazırlıklarına katılmak isteyen dostlarımız plaza ve ofis emekçileri Twitter ve Facebook sayfalarından ya da [email protected] üzerinden mail atarak bize ulaşabilirler.