Yükselen İMF Çığırtkanlığı TEVFİK ÇAVDAR

Türkiye yükselen ekonomik krizi, ustaları Turgut Özal gibi neo-liberal söylemleri, politikaları bir nâs gibi kabul eden tek seçenekli iktisatçılardan oluşan acemiler mangası ile karşıladı. Yetkililerin rol modeli "Kararsız Kazım" halini andırıyor. Her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Merkez Bankası (bana göre rafa kaldırılması gereken) faiz ayarları ile enflasyon denetiminden daha ileri bir çareyi şu ana kadar ortaya koyamadı. Hükümet ise krizin temel etmenlerinden biri olan fon yatırımcısı şirketlerin "rahleyi tedrisinden" devşirilmiş Mehmet Şimşek ile Bezirgan olmanın ötesinde bir niteliği olmayan Kemal Unakıtan arasında çare üretememekten öte hatalı kararlar alma tehlikesini de bünyesinde taşıyor. Tsunami benzeri azgın dalgalar arasında kalan bir geminin, acemi, korkak, dolayısıyla şaşkın bir kaptanın yönetimindeki görüntüsü, mürettebatı da, yolcuları da, ambardaki yükleri sahibi iş adamları da ürkütüyor. Başbakanın "Hamdolsun"la süslenmiş konuşmaları kimseye güven vermiyor.

Son on yılda olduğu gibi ekonominin direksiyonuna gene IMF'nin geçmesini isteyenlerin sesleri etkinleşmeye başladı. Bu bağlamda öncülüğü TÜSİAD yaptı. Bayan Yalçındağ ve Bay Koç ayrı ayrı bunun tek çözüm olduğuna olan inançlarını her fırsatta yineliyorlar. Onları neo-liberal ekonomi hocaları, her TV kanalına çıkararak teyit ettiren sermaye basını el birliği ile IMF destekçisi oldu. Yıllar yılı, İMF'ye hayır diyenlerin Gümrük Birliğine, Gatt'a ve Gatts'a Mai'ye, Dünya Ticaret Örgütü'ne karşı olanlar bu kez nedense seslerini istenilen düzeyde yükseltmediler. Belki de Başbakan'ın "İMF'ye ümüğümü sıktırmam" söylemi bu çekingenliği yarattı. Oysa Başbakan'ın İMF karşıtı, yüksek perdeden haykıran bu çıkışının göstermelik olduğu çok açıktı. İMF'nin dolayısıyla küresel kapitalizmin uzantısı olan Kemal Derviş'in çizdiği politikadan ayrılmayan hükümetin itirazının zayıf bir karşı koyma olduğu kolayca fark edilebilirdi.

Bu noktada Bağımsız Sosyal Bilimciler'in "2008 Kavşağında Türkiye" adlı kolektif kitabına değinmekte yarar var (Yordam Kitap). BSB, bu çalışmalarında öncelikle şu tespitin altını çiziyorlar: "...1980'lerin başında açık dayatma ile IMF + DB (Dünya Bankası) Yapısal Uyum Programına zorlanan ilk örnek olan Türkiye kesintisiz 28 yılı aşan bir süredir bir "Piyasa Uyumlama" süreci içindedir... Doğrudan denetim altında geçen 17 yıllık dönemin kesintisiz olarak yaşadığımız en uzun bölümü ise içinde bulunduğumuz son on yıldır (1988-2008. Türkiye Bretton Woods sistemine girdiğinden bu yana geçen 62 yıllık dönem içinde bu denli "uzun denetim" yaşamamıştı. Daha dramatik olan, uluslararası ödemeler- finans sistemine de büyük bir belirsizliğin yaşandığı ve bir düzeltmenin beklendiği konjonktürde Türkiye ekonomisinin son stand-by (2005-2008) sürecinden çıkış için bir programının olmamasıdır". İşte bu nedenle AKP iktidarı şaşkındır. Dayandıkları ekonomik sistemin, kaçınılmaz olan bu bunalımını görememişler karşı karşıya kalınca da gerçek etmenleriyle ele alıp, yorumlayamamışlardır. Sürekli hazır elbise giyen bir kadın zorunlu durumda bir elbiseyi nasıl dikeceğini bilememesine benzer bu durum.
Açıktır ki gerek sermaye çevreleri, gerekse ekonomi yönetimi tutunacak bir dal aramaktadır. Sermaye için bu dal İMF'den başkası olamaz. Bu ana kadar sadece dini referansları uyarınca politikada salınan, 2007 seçim utkusundan sonra da bu referanslara uyumlu bir rejimi tasarlamakla vakit geçiren iktidar partisinin de yukarıda değinilen bağlamda bir programları olmadığı için mecburen İMF'ye sarılmaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu nedenle Türkiye'deki yığınlar, ezilenler, emekçiler, işsizler, memurlar, emekliler açısından durum vahimdir.
Bu arada İMF'nin son krizin hızlanmasıyla niye kesenin ağzını açtığı da ciddi boyutta sorgulanmadı. Bilindiği gibi ülke kotalarının 8 katı kredi olanağını bir günde açıkladılar. Kotaları zaten katkılarıyla oranlı olan ülkeler için bu olanakta dişin kovuğuna sığmaz. Ne var ki o ülkelerin küresel kapitalizmin denetim altına girmesini sağlar.

Kapitalist ekonominin her buhranı onun zafiyetlerini, yanlışlarını, kime hizmet ettiğini yığınlara anlatır. Yoksulluk artar, işsizlik çığ gibi büyür, bir tas çorba ile bir lokma ekmek dağıtan yardım mutfaklarının önünde kuyruklar arkaları kesilmeden büyüdükçe büyür. Bugünlerde birçok TV kanalında yayınlanan 1929 bunalımına ilişkin belgeseller bu durumun tanıklarıdır. Sermaye, bu yoksulluğun travmasından korkar. Yığınları yatıştırmak için sosyal demokrat diyebileceğimiz bazı programları uygulamaya koyulur. Obama'nın karayolları ve köprüleri yenileme, sağlık sistemini daha bir insancıl kılma gibi tasarıları ve de vaatleri bu bağlamdadır. Bu arada çevre ülkelerinin (gelişmekte olan) ekonomik politikalarında bir sapma olmaması içinde İMF bir mubassır gibi başlarına dikilir. Şimdilerde var mı bilmiyorum ama benim orta öğretime devam ettiğim yıllarda "etüt" diye adlandırılan ders saatleri vardı. Bu saatlerde öğrenciler bir öğretmen nezaretinde derslerine çalışırlardı. Yatılı okullarda da öğretmenin yerine yetişkin biri bu görevi üstlenirdi. Bunlara Osmanlı'dan devşirme "Mubassır" denilirdi. İMF işte böyle bir mubassırdır. Ekonomide bağımsız bir harekete, karara asla izin vermez. İhtiyaç molası bile onun iznine tabidir. Ne diyelim hem yüksekten konuşulan, hem de ödevini yapmayana mubassır lâyıktır.

Not: Geçen haftaki yazımda ABD'nin yaklaşık 250 yıllık kurucu ideolojisinin Obama'ya Beyaz Saray'ın kapılarını açmayacağına ilişkin tahminimde yanıldım. McCain'in son günlerde "Propaganda filmi yapamam, param yok" sızlanmasını değerlendiremedim. Obama'nın önce Hillary'i, sonra da McCain'i alt edecek parasal desteği Cumhuriyetçilerin abarttığını zannettim. Bunlar yetmezmiş gibi Cengiz Çandar, Yasemin Çongar, İlter Türkmen vb. takımının Obamalığını algılayamadım. Fakat hâlâ Komandante Castro'nun yaklaşımına katılıyorum. Unutmayalımki kişi sadece kurşunla değil, sömürücülerle iş birliği yaparak da görece ölür.