Yeşil Giysili ve de Eli Coplu

Benim gibi yaşlı birisi için “yeni yıl” yazısı yazmak çok zordur. Ömrünüz boyunca akıp giden yılların her zaman bir öncekini arattığını yaşam deneyimimizle öğrenmiş bulunuyoruz. Hele, küçük bir “finans ağalığı“ dışında kimseye yaşam hakkı tanımayan günümüzün neoliberal küresel düzeni, yığınlara, milyonlara sadece yoksulluk ve “ötenazi” önerirken gelen yılın torbasından insanlık adına kutsayacağımız hiçbir iyiliğin çıkmayacağı çok açıktır.

Son hafta içersinde, Nuray Çiftçi’nin Bulut Bebek çizgi-dizisinde gözüme çarpan küçük bir baloncuk kanımca yeni yılı betimleyen en güzel ibareydi. Bulut Bebek, bu baloncukta şunu dillendiriyordu “ikibinonbirciğim neden rengin yeşil neden elin coplu” Doğru söze ne denir? Şapka çıkartılır.

2011’in zor geçeceği bellidir. Özellikle Başbakan bu yıl için niyetleri de açıkça ortaya koyduktan sonra, bu gidişe “Yeter ….. söz emekçinindir, yoksulundur, ezilenindir” demenin zamanı gelmiş ve de geçmektedir. “Yeter” feryadını, sadece oyunu arttırması umut edilen ana muhalefet partisinin yükseltmesini beklemek çok yanlıştır, kaderciliktir. Dış dinamiklere, hele ABD’ den esen meltemlere güvenmek ise aymazlıktır. Çünkü ABD ve onun izindekiler sadece kendi çıkarları, emperyalist çizgilerini korumanın dışında hareket etmezler. Emirlerini tartışmadan yerine getirecek, her anlamda kendilerine ram olacak bir kul ararlar. Bu bağlamda güveneceğimiz tek güç ise yurtseverlerin çabası ile oluşturulacak “İtirazım Var” hareketidir. Buna “ret” ya da “Halk” cephesi de diyebilirsiniz.

2011, küresel ekonomi açısından sorunlarla doludur. Neo-liberal yaklaşımlar sonucu dünyadaki toplam para arzı olması gereken 50 trilyon doların şu anda yirmi katına, yani 1000 trilyona ulaşmıştır. Patlamaya hazır bir kazanın üzerinde oturan insanlardan farkımız yok. Bu denli yüksek likiditenin borçlanmayı da teşvik ettiği kaçınılmaz bir gerçektir. Bu durumun en güzel tanığı Avro bölgesidir. Başta Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya olmak üzere bu bölgenin bir çok ülkesinde alarm sirenleri ötmekte, yığınlar sokaklarda ayaklanmaya yönelik ilk adımlarını atmaktadır.

Türkiye’ de ise büyük cari açık, kısa vadeli, konup-kaçan sıcak para ve dört yüz milyon doları aşan borçlanma ile fırtınadan önceki nısbî sükuneti yaşamaktadır. Ne var ki kıyameti simgeleyen uyarı borazanları Haziran’dan sonra kulaklarımızı, beyinlerimizi paralayacaktır.

Yurtiçinde şu anda pek konuşulmayan, Özal’ın deyimiyle “Fak-Fuk-Fon”larla üstü örtülmeye çalışılan derin bir gelir dağılımı eşitsizliği hüküm sürmektedir. İstanbul kenti’nin sosyo-ekonomik manzarası bunun açık kanıtıdır. Neredeyse yirmi milyon nüfusa merdiven dayamış bu kent, içinde yaşadığımız çarpık düzenin bir bakıma aynasıdır.

İktidar, gizlemeye lüzum görmediği 3-C diye niteleyebileceğimiz bir stratejiyi uygulayarak ömrünü uzatmak, hatta ebedi kılmak azmindedir. “3-C” ile ifade ettiğimiz strateji şudur: Cehaletten yararlanmak- cehalet’le sindirmek – Cihat ile kandırma. AKP iktidarının neo-liberal ekonomiye olan kutsal bağlılığının temeli, Turgut Özal’ın kimilerince misyon olarak kutsanan uygulamaları ile başlamıştır. Onu Kemal Derviş düzenlemesi izlemiştir. AKP bu mirasın üzerine oturmuş ve nemasından yararlanmıştır.

Özal’dan AKP’ye kadar devamlılık gösteren bu politikanın ilkeleri “Özelleştirme” denilen yağmalama ve yoksullaştırma yaklaşımına dayanır. “Özelleştirme” iki anlamda yoksulluğu yaratır ve büyütür:

i-Kamu ekonomisinin zayıflatılması
ii-Bireysel yoksullaşmada ivmenin artması

Son yirmi beş yıllık geçmişimizi incelersek yukarıdaki savın adım-adım nasıl yaşama geçirildiğini göreceksiniz. Tüm varlıklar (Kamu) , zaman zaman açığa satışta yapılarak yağmalanmıştır. Eski Maliye Bakanı bu konuda çok açık konuşmuştur “Babalar gibi satarım”. Her nedense Oktay Ekşi, baba ile anayı karıştırınca AKP köpürmüştür. Demek ki onların zihniyeti babalarını satmaya çoktan hazır.

2011, “Sultan-ı Cumhur” un tahtına oturtacak ilk adımın atılacağı yıldır. Haziran seçimi bu anlamda AKP açısından bir ölüm-kalım savaşıdır. Bunun için hazırlayacağı Yeni Anayasayı referanduma götürecek, yani 330 ‘un üzerinde bir çoğunluğu hedeflemektedir. Medya ve bir önceki yazımda sözünü ettiğim Hibrit Aydınların TV ekranlarında ki fermanları AKP açısından çok önemlidir.

Türkiye Cumhuriyeti, gerici, parayı azizleştiren, piyasayı kutsallaştıran bir düşünsel tehlikesi ile 2011 de yüzleşecektir. Bu bağlamda canlı bir örnek Reşat Nuri Güntekin’in “Yaprak Dökümü” adlı yapıtı üzerinde yapılan iğrenç metalaştırma ameliyatıdır. Kültür ve sanat dağarımızın bir “SİT” gibi titizlikle korunması gereken bu varlığı 174 bölümle adeta açığa satış yapan fonlar gibi yağmalama aracı haline dönüştürülmüştür. Bu yağmaya Kültür Bakanımız da sevimli tebessümü ile seyirci kalmıştır. Efendim varisleri izin verdi denilebilir. Bu yanlış bir savdır. O yapıtın sahibi artık Türk Ulusudur.

Bu savaşı başarma yönünden, çeşitli kırılganlıklarla malül CHP ye, tek başına, umut bağlamak yenilgiyi baştan yitirme anlamınadır. Unutmayalım ki son halk oylamasındaki hayır oyu yüzde 42,5 ortak bir çabanın ürünüdür. Bu kez yüzde 42,5 ‘i yüzde 50 ‘nin üzerine çıkarmak gene ortak bir “cephe” eylemi ile mümkün olacaktır. Gazi’nin güzel bir ilkesini hatırlatmakta yarar vardır: ”Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” Buna bizde bir ek yapalım “O satıh her evdir, her hanedir, her kahvedir, her mahalledir… Hamasi de olsa Namık Kemal’ in piyesindeki çok alkışlanan haykırışını biraz değiştirerek yineleyeceğim: Arş yurtseverler, Cumhuriyet imdadına.”