Vietnam'dan Bugüne

Uluslararası kapitalizmin stratejik değişim tarihi ABD’nin Vietnam’daki ağır yenilgisi ile başladı. Savaşa yönelik harcamaların ekonomik açıdan dayanılmaz albenisi bu savaşta ters tepti. Oysa İkinci Dünya Savaşı sonrasında ısrarla sürdürülen soğuk savaş, onun “mütemmin cüzü” olan Kore savaşı sistemin sıkıntılarını (bir ölçüde) gidermişti. Fransa’nın Kuzey Vietnam güçlerince “Dien Bien Fu” da ağır bir yenilgi alması üzerine Güney Vietnam’daki gerici ve kötücül yönetimin savunmasını ABD üstlendi… Bunu, ekonomisinin can simidi olarak nitelendiriyordu… Olmadı. Ağır yenilgi, uluslararası kapitalist düzenin yeniden irdelenmesi zorunluluğunu ortaya çıkardı. Savaşın, Keynesgil Tüketim eğilimini kışkırtıcı rolü yerini Neo-liberalizmin parasal genişleme temeline dayanan yaklaşıma bıraktı. Ne var ki aradan geçen kırk yıldan sonra, bu yaklaşımın özendirdiği “kamusal borçlanma”nın sonucu daha sert bir kriz ortaya çıktı… Borç krizi, bireyden uluslara uzanan, kötücül bir virüs gibi dünyayı sarmaladı.

1970’li yılların başında neo-liberal yaklaşım, çılgın bir savla, bir çeşit simyacılık olan “ek satın alma gücü” yaratmayı kapitalizmin kurtuluşu olarak ileri sürdü. Böylece bireysel ve de kamusal tüketim arttırılacaktı. Bu yolla sermaye kazançlarından alınan vergi oranları düşürülecek buna karşın “tüketimden alınanlar” yaygınlaştırılacaktı. Devletin tüm ekonomik varlıkları “özelleştirme” nitelemesiyle “özel girişimcilere” satılarak bunların gelirleri de yeni olanaklar babında kullanılacaktı. 1970’te bu politika adım adım kullanıldı. Sistemin sadık maşası olan Reagan-Thatcher ikilisi neo-liberalizmin piyoniyerleri olarak kullanıldı. İlginç bir tesadüf, ikisi de son dönemlerini bu günahlarını unutarak (Alzheimer hastası olarak) yaşadılar.

Geride bırakılan kırk yıl tam anlamıyla emekçilerin, ezilenlerin sırtından geçinen sermaye sömürüsünün çeşitli görünümlerine tanık olduk. Bu bağlamda (sermaye kesiminin hala özlemle andığı) Turgut Özal’ın “satış” ve “fon yaratma” politikası hem cebimizi hem de kamusal servetimizi yağmaladı. En değerli varlıklarımız olan KİT’ler şu anda yerli ve yabancıların ellerinde. Bankalarımız birkaçı dışında yabancı-yerli ortaklarla yönetiliyor… McDonald’s, KingBurger eski seyyar köftecilerinin yerini hızla aldı. TV’de maç izlerken atılan golleri seyircilerden önce “ING-Bank” alkışlıyor. Evimizdeki sabit telefon artık bizim değil, önde gelen şovmenimiz onun propagandasını yapmakla meşgul, Kıdemli usta Yalçın Küçük’ün ısrarla altını çizdiği “Şirketokrasi” tüm acımasızlığı ile yüzümüze gülüyor. Ve de faaliyetlerini etkinleştiriyor.

Vietnam’dan sonra Dolar’ın altın karşılığı da (altın standardı) kaldırıldı.Yani bugün dünyanın rezerv parası olarak nitelenen “dolar” sadece itibari bir değere sahip. Bunun sonucu ABD askerî harcamalarından, çıkardığı savaşlara kadar tüm eylemelerini dünya halklarının sırtına yüklemektedir. Bizlerin cebinden Libya’ya bomba yağdırılmaktadır. AB’nin önderleri Merkel ve Sarkozy’i de aynı eylemi “Euro” ile yaşama geçirmek istediler ama olmadı.

Evet, Vietnam Savaşı hesapsız bir likidite bolluğunun yaratıldığı bir dönüm noktasıdır. Onu izleyen neo-liberalizmin kamusal borçlanma ile değirmen döndürme politikası da artık iflas etme noktasındadır. ABD, dolar matbaasını elinde tuttuğu sürece kendi çarkını döndürebilecektir. Ama AB’nin durumu geleceğin kriz merkezi olmaya adaydır. Bölgesinin en güçlü ekonomileri, yani Almanya ve Fransa Avro’yu savunma adına neredeyse milli gelirlerine denk bir kamu borcuyla karşı karşıya bulunmaktadırlar.

Avro tüm çabalara rağmen tarihe karışacaktır. İngiltere’ye sarılmak istiyorlar ama bu gerçekleşmesi güç bir rüya olarak kalacaktır. Merkel-Sarkozy ikilisi, kendisine sunulan ağır koşulları halkına danışmak isteyen Papandreu’yu azarladılar, sonra Berlusconi çılgınını azlettiler ama Yunan ve İtalya halkları bu anti-demokratik, adeta AB usülü darbe diyebileceğimiz bu yeni kuklalara ne kadar dayanacaktır, Vietnam’da demokrasi getirmek için savaştığını söyleyen güçler, bugünlerde emperyalizmin faşist yüzünü sergilemekten utanç duymuyorlar. Ne diyelim. Söyleyeceklerimizi, 1960’ların genç kuşakları zaten haykırmışlardı.

“Daha Fazla Vietnam”. Bunu şimdilerde “Daha Fazla Borçlan” şeklinde yineleyebiliriz.

Avro bölgesi trilyonlarca kamu borcuyla boğuşurken yukarıdaki slogan bir yerde haklı çıkmıyor mu?... Borç eskilerin ifade ettiği gibi “Yiğidin kamçısı” değil, “Düzenin vampirleşmesidir”