Umutlar tükenirken

Sizler bu yazıyı okurken, CHP ikinci kurultayı da toplanmış olacak. Birincisi “Ankara Arena'da” ikincisi ise Ahmet Taner Kışlalı spor salonunda gerçekleştirilecek. Önder Sav, Baykal ikilisi yeniden sazları ele aldı. Bir anlamda Kılıçdaroğlu’nun beklenen performansı gösterememesi bu iki “Layemut” (ölümsüz) CEO’nun konularını ısıtmış. Ne diyelim. Bülent Arınç’ın deyimiyle “Mevlam verdikçe veriyor”. Yani “çifte sarılı” bu kongreler AKP’nin değirmenine su taşıyor. Olacağı buydu.

Yıllar önce “kızılcık” dergisinde CHP’nin artık tarihi misyonunu tamamladığnı, bundan sonra gerçek muhalefetin önünü açmak için bir kenara çekilmesi gerektiğini yazmış, Merhum Hocam Sadun Aren’in de övgüsünü duymuştum. Aradan yıllar geçti ve o yazıda saptağım noktaya adım adım gelindi. Son üç seçimde CHP, hedef gösterdiği %30’a bile ulaşamadı.

CHP, 1923–1946 yılları arasındaki 23 yıllık sürede toplumsal yaşamı modernleştirdi ama bir konuda bekleneni veremedi, Anadolu ‘da ki yaygın ve etkin yoksullukla mücadele edemedi sözünü sıkça ettiği toprak reformunu yaşama geçirmedi, üstüne “parti mutemetliği” yöntemiyle yürüttüğü örgütlenmesi, yığınların yaka silktiği yerel eşrafa ve mütegallibeye yeni olanaklar sağladı. 1923–1950 yıllarındaki politikaları fiilen uygulayan İsmet İnönü çok yıprandı. 1929 dünya ekonomik bunalımı, onu izleyen Nasyonal Sosyalizm (Nazi) ve İtalyan faşizmi akılları daha da karıştırdı. Falih Rıfkı (Atay)’ın “Moskova Roma” kitabı, Kadro dergisinin “inkılabın ideolojik temeli” üzerine geliştirdiği tezler inkılap kadrolarının kafasını iyice şaşkına çevirdi. Sonunda “resmi ideoloji” “parti + devlet” formulu 1937 Anayasa değişimi ile yaşama geçti.

Kabul etmek gerekir ki dünya iktisadi bunalımı, ABD’de Roosevelt’le başlayan “New Deal” programı, Berlin ve Roma'nın ayağa kalkması CHP’de de yandaşlarını kolayca buldu. Almanya’da kozasından çıkan “Führer” (önder, şef) kavramı bizde de ivedilikle kullanıldı. Gazi Mustafa Kemal “ebedi” ve onun ardılı İsmet İnönü de “milli" şef olarak tescil edildi.

1945’de Cumhurbaşkanı İnönü çözümü zor bir ikilemle karşı karşıya kaldı. Yeni oluşturulan Birleşmiş Milletler’e üye olabilmek için Demokrasi’ye geçmesi isteniyordu. Böylece Türkiye “takrir-i sükun”u izleyen ilk adedi çok partili yaşama girdi ve Demokrat Parti kuruldu. 14 Mayıs 1950 seçimi ile iktidara geldi. Onu izleyen yaklaşık 60 yılı aşkın zaman diliminde İnönü ve Ecevit’in koalisyon hükümetleri dışında CHP iktidara uzanamadı.

Partinin söylemi de bunu engelleyen öğelerden biriydi. Özellikle 6 okla simgelenen ilkeler unutuldu. Devletçiliğin sözü bile edilmedi. Üstelik özelleştirme furyasındaki suskunluk umut kırıcıydı. Üstelik partide adı öne çıkan Şişli Belediye Başkanı'nın Özal’ı yansıtan söylemleri bu kişiye prim bile kazandırdı. “Ben Özal ve Erdal İnönü’ye inanırım” sözünü eleştiren bile olmadı. Bunlar yetmiyormuş gibi,
103 İktisadi Devlet Teşkilatı (KİT)
8 Liman
38 Elektrik santralı
2.500 taşınmaz mülk
98 gemi
10 zengin maden alanı
45 milyar dolara haraç mezat satılırken Prof. Mümtaz Soysal ve arkadaşlarının onda biri kadar bile hassasiyet gösterilmedi.

Bu gerçekler ortada dururken birisi partinin eski CEO’su, diğeri ise şimdiki yönetimi tüzükle uğraşıyor. Bir de, yetkili (bıktım bu nitelemeden) genel başkan yardımcılarından biri, “yeni tüzük daha sol anlayışın ürünü” demez mi… Bakalım "solcu" tüzük nasıl olurmuş, onu da CHP sayesinde göreceğiz.

Ünlü bir deyim vardır: “Siyaset boşluk bırakmaz”. Sanırım 2014’e kadar merkez sağda, yeni bir oluşuma hazır olmamızı fısıldayan ilk haberlerin izleri görülmeye başlandı. Önümüzdeki iki yıl Türkiye’nin kaderini belirleyecek olaylara gebedir diyelim ve bekleyelim. Bugünün geçerli deyimiyle “ola ki her şey hayırlara vesile olur”


Not: 20 yılı aşkın Belediye Başkanlığı süresince Ankara’yı engellenemez bir bencillikle yöneten Melih Gökçek’in son eylemi de bu hafta noktalandı. Kurtuluş Savaşında imalatı harbiye çalışanlarının kurduğu ve asırlık futbol klubü Ankaragücü eski İstanbul’da resmen kümeden düştü. Elinin değdiği her şey tarumar oluyor. Eski İstanbul’da harabe haline gelmiş eski evleri yıkanlar vardı bu yıkımdan çıkan sağlam kapı, pencere vb gibi kalıntıları satarlardı. Ankaragücü'nü tahrip eden de böyle bir yıkım…