Tutarsız Öneriler Dizini

SERMAYE "SOL PARTİ" ARAYIŞINDA: 3

Üzerinde durduğumuz yazı dizisinin en büyük yanlışının CHP ve onun türevi olan partilerin söylem ve eylemlerini "sol" olarak tanımlamasıdır. Nitekim kendileriyle konuşulan ve çıkış yolunun tartışıldığı kişilerde aynı çizginin önde gelenleridir. Altan Öymen, Murat Karayalçın, Yılmaz Büyükerşen, Tarhan Erdem, Erol Tuncer bunlar arasındadır. Bazılarını tanımak olanağını bulduğum bu kişilerin ideolojik anlamda bir sol inanca ve kültüre sahip olduklarını söyleyebilmemiz mümkün değildir. Değişik sosyal demokrat vakıf ve derneklerinin de görüşleri aynı ideolojik boşluğu ısrarla sürdürüyor. Dizinin sonunda, görüşlerin değerlendirmesini ODTÜ sosyoloji bölümünden Prof. Dr. Şencer Ayata yapıyor ve bir sonuç bildirgesini ortaya koyuyor. Ayata'lar Baykal'ın danışmanı olarak bilinirler. Nitekim "manifesto" diye adlandırılan metin de tutarsız öneriler manzumesinden başka bir niteliğe sahip değil.

Dr. Ayata iki temel yanlışla işe başlıyor. Bunlardan birincisi "örgütlü endüstriyel işçi sınıfı artık oldukça küçülmüş durumda" varsayımı. İkincisi ise, "umut yeni orta sınıfta" öngörüsü. Bu iki yaklaşım da küreselleşen neo-liberal ekonomi öğretinin ısrarla yinelediği savlardır, 21. yüzyılda, geçen iki asır boyunca hızla sanayileşen toplumlardaki yoğunlukta sanayi proletaryası belki yok ama Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın ucuz emek pazarları eski dönemlere oranla daha bir acımasızca sömürülüyor. Gelişmiş toplumlarda ise proletarya kavramına mavi yakalılar kadar beyaz yakalılarda katılmış durumda. Yani yeni bir ezilenler sömürülenler tanımına gereksinim var.

Orta sınıf kavramı ise küreselleşen sermayenin düzeni savunma açısından bulunduğu bir koca yalan. Eğer yaşamını nispeten rahat koşullarda idame ettirebilecek gelir düzeyine sahip olanlara orta sınıf diyorsanız bilimsel bir hata yapıyorsunuz demektir. Bu tanım gelir bölüşüm tablosunun yalnız bir kısmını ifade eder, üstelikte görece bir niteliğe sahiptir. Şöyleki gelir dağılımı dizininde "mod" gelir grubu orta sınıf ise, bunların geliri ile üst gelir grubu arasında her geçen süre içinde gittikçe büyüyen farkı da ortaya koymanız gerekir. Dr. Ayata bilirler ki kapitalist toplumlarda servet dağılımı tam anlamıyla derin bir uçurumu andırır. Dikkat edilirse bu noktada gelirden değil servetten bahsediyorum. Kapitalist düzenin sürekli göz ardı ettiği, hatta sözünü bile etmediği servet dağılımı orta sınıf diye bir kitlenin olmadığını tüm açıklığı ile ortaya koyar. Marx, proletarya için 19. yüzyılda zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyiniz yoktur" demişti. Bugün ise orta sınıf denilen sanal kitlenin "kredi kartlarından başka kaybedecek bir şeyleri yoktur". Dizinin sonunda yer alan Sosyal Demokrat Manifesto'nun temel ilkesi şöyle dile getiriliyor: "Sosyal Demokratların hedefi, emek ve sermaye arasında uzlaşma sağlayarak kapsamlı bir refah devleti olmalıdır". Yani, sömüren ve sömürülenler bir ticari akit yapar gibi uzlaşacaklar. Kimin lehine olacak bu uzlaşma?
Cevabını siz verin.

Bildirge küreselleşme olgusunu sol açısından şöyle yorumluyor: "Sol uzun bir süre bu konuda bocaladı, oysa Sosyal Demokratlar, küreselleşmeyi insanileştirme mücadelesine uluslararası bir dayanışma anlayışı için de katkıda bulunmalı korunmacı ve kapanmacı bir dönüşün mümkün olmadığını kabullenerek daha yüksek ulusal rekabet gücüne odaklanmalı". Finans kapitalin yeni bir emperyalist aşaması olan küreselleşmeyi böylesine kabul eden bir yaklaşım kendini nasıl olur da "sol" diye tanımlar. Bu yapı içinde eşit koşullarda bir rekabetin varlığından nasıl bahsedebilir? Küresel sermayenin dayatacağı (kendi çıkarları adına) uluslararası işbölümünde Türkiye'ye düşen görevin taşeronluktan ileri gidemeyeceğini nasıl görmezden gelebilir.

Bildirge demokrasi açısından şu ilkeyi savunuyor: "Sosyal demokrasinin demokrasi gündemi siyasi liberalizmle tüm hedeflerde örtüşmek zorundadır: ... Demokrasi bir eşitlik sorunudur. Dolayısıyla ortalama insan (?), ancak iş, sosyal güvence ve eğitim hakları temelinde güçlendirilirse demokrasi güçlenir". Böylesine kolaycı bir tanım "sol"a ait olamaz.

Sevimay şu soruyu yöneltiyor: "Sosyal demokrasinin çıkışı yoksulluk üzerinden olacak, ya peki altın formülü?" Ayata'nın yanıtı ise yazımızın başında değindiğim işçi ve işveren uzlaşmasına dayanıyor. Bunu açıklarken şu savı öne çıkarıyor: "Uzlaşmanın temel dayanağı herkesin ekonomik büyümeden kazançlı çıkacağı inancıdır. Sosyal demokrasi özünde bir üzüm yeme işidir, bağcı dövme değil". Dr. Ayata kusura bakmasın ama önerdiği, sermaye karına kar katarken onun verdiği bir salkım üzüme şükretmekten ileri gitmez.

"Sol çıkışını ararken" piyasacı tavrını başat bir ilke olarak koruyor. Nihai bildirgede bu nokta şöyle öne çıkartılıyor: "Solun ekonomiyi yönetme iddiasında ciddi bir gerileme var. Oysa güçlü ve sağlıklı işleyen bir piyasa büyümenin başlıca kaynağıdır, teknolojiyi körükler, üretimi artırır. İstihdam da, sosyal adalet için kaynak olacak vergilerde böyle artar. Bunu yapacak en iddialı siyasi hareket aslında sosyal demokrasidir" üzerinde biraz durulduğunda tam bir piyasa dokunulmazlığının kabul edildiği görülecektir. Piyasa verimliliği, inovasyon ve üretim artışını ancak "Ekonomiye Giriş" kitaplarında sağlar. Oysa gerçek yaşamda, piyasacıların savunduğu gibi tam rekabet piyasası mevcut değildir. Günümüz piyasası noksan rekabetin örneklerini sunmaktadır. Ulusal ve uluslararası tekelleşme ile karın azamileştirilmesi temel eğilimdir. Piyasa yaşamımızın her anını, hatta zamanımızın kullanımını bile etkiler. İşsizliğin, eşitsizliğin, yoksulluğun temel itimidir. Onun "defacto" tek doğru gibi kabullendiğinizde sermaye sınıfının egemenliğine de boyun eğmiş olursunuz. Alman sosyal demokratlarının, İngiliz İşçi Partisi'nin bu nedenle sermayeye biat eden siyasetlerden farkları kalmamıştır. Devrim Sevimay, bilineli bir şekilde, Almanya'daki sosyal demokrat parti milletvekilleri ile konuşmuş, fakat Sol Partinin Milletvekili Prof. Hakkı Keskin'in düşüncelerini almayı akıl etmemiştir.

Bildiride ekonomik kalkınma olgusu ise şöyle tanımlanıyor: "Adil bir toplum düzeni ekonomiyi büyüterek yaratılır. Sola girişimciliğin dinamizmini, girişimciliğe de refah devletini ve sosyal adaleti katmak, işte politikanın öncelikli hedefi bu olmalıdır" Sonra da asıl şifre fısıldanılıyor: "CHP birikimini kullanmalı".

Yaklaşık on günü aşkın yayınlanan dizide cumhuriyetin temel kazanımlarına (laiklik, planlı kalkınma, sosyal devlet, bağımsızlık vb. gibi konulara) değinilmediği gibi sadece sermayenin himmetine koşullanan bir üzüm yemenin yolları aranmıştır. Sol çıkış yolu diye sunulan bu öneriler, değil solu, demokrat olmayı hedefleyen bir muhafazakâr siyaseti bile tatmin edemez. Bu konuya "hangi sol" sorunsalını irdeleyen yazımızla noktayı koyacağız. Sermaye sınıfının ezberlerini yineleyen "ezber bozucuları" üzeceği ama solu da yanlış tanıtmaya izin veremeyiz.