Sultani Muhalefet

Sultani sözcüğü, dilimizde, bir çok anlamda kullanılır. Günümüzün konuşma diline çevirirsek buna “sultansal” da diyebiliriz. Bazen de uyuşukluk, atalet, tembellik olarak da kullanıldığı olmaktadır. Bilindiği gibi Ege’nin seçkin, çekirdeksiz, kuru üzümleri dış ülke marketlerinde “Sultani” adıyla satılmaktadır. Ne var ki yukarda kullandığım başlığı, asırlık bir çınar olan “Mekteb-i Sultani” yani Galatasaray Lisesi için kullandım. 15 Ocak günü yeni stadyumları “Telekom Arena”nın açılış töreninde, taşeroncu TOKİ Başkanı'nın kışkırtıcı, aşağılayıcı, ancak bir dilenciye söylenebilecek konuşması üzerine Başbakan ve ekibi stadı dolduranlar tarafından ıslıklandı. İktidarın önde gelenleri, peşlerinde Adnan Polat olmak üzere alelacele arenayı terk ettiler.

Bu protesto önceden örgütlenmiş bir hareket değildi. Üstelikte eylemi yapanlar cımbızla elenerek stada gelen seçkinlerdi. Görülen oydu ki artık, siyasal erk sahipleri, özenle derlenmiş kalabalıklardan maada, hiçbir “yığınsal” olaya katılamayacaklardı. Ünlü deyişle halk için “bıçak kemiğe dayanmıştı”

İktidar partisi yöneticilerinin bu eylemden gereken dersi aldıklarını sanmıyorum. Çünkü olay sonrasında açılan soruşturma ve inceleme hala yanlışta direndiklerini gösteriyor. Bu nokta AKP ve yandaşlarını bağlar. Benim merak ettiğim, önemsediğim husus ana muhalefet partisinin algılamasıdır.

Arena’daki ıslıklar, toplumsal muhalefetin ne denli olgunlaştığını ortaya koymaktadır. CHP açısından sanırım bu bulunmaz bir fırsattır. Ve de ne yazık ki CHP bu olgun meyvayı görmüyor ya da klasikleşmiş ataletiyle görmemeyi yeğliyor. Örgütten sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, yanlış bir “ram” oluşla AKP ile koalisyondan bahsedebiliyor. Türkiye’nin en büyük seçmen kaynağı İstanbul ili, zorlu geçeceği şimdiden belli olan seçimlerde yeni sağa teslim ediliyor. Yeni “sağ”ın üstadları F. Keyman, H.B Kahraman ve yandaşları ilin başına çörekleniyor.

Hurşit Güneş, Neo-liberalizmin tamtamlarını partinin üst yönetiminde ısrarla yineliyor, küreselleşme denilen yeni emperyalizmin istihdam yaratmayan büyüme modelinden medet umuluyor. Yani Babacan–Durmuş Yılmaz ekibine özeniliyor. Kabul etmek gerekir ki bu ekip aralarına İngiliz Mehmet’i de alarak küresel kapitalizmin isteklerine biat ederek, ekonmiyi yönlendirmişlerdir. Mesele biat etmekle çözümleniyorsa, deneyimli bugünkü kadronun ne günahı var, Sencer Ayata, Hurşit Güneş, Gürsel Tekin vb’leriyle Türkiye’de işsiz, yoksul ve de açların sorunlarına çare mi bulunacak. Hepsinin ötesinde itirazlarını ıslıklarına yansıtmış yığınlara böyle mi güvence verilir.

Alanlar, yığınlar alevlenmeli. Gazi’nin Anadolu’ya ayak bastığı ilk günden itibaren “Reddi İlhak” mitinglerini telgraflarla nasıl örgütlediğini, dönemin “Posta Telgraf Müdürü Umumisi” Refik Halid ne güzel anlatır. Nasıl önlemeye çalıştığını, sonunda Sivas Kongresi'nin baskısı ile görevden nasıl ayrıldığını nakleder.

Unutmayalım yığınlar muhalefeti alanlara bekliyor, “Muhteşem Yüzyıl” arası “alemunit” televizyon demeçleriyle “itiraz”ın sesi yükseltilemez. Fikret’in “Han-ı Yağma”lı sesi “Mekteb-i Sultani” yandaşlarınca arenada yükseldi. CHP ve muhalefetin diğer partileri bu sese kulak vermezlerse, geleceğimizi şimdiden tehdit eden “ipotek”i yüklenmemizin önde gelen sorumluları olarak telin edileceklerdir. Şurada beş ay kaldı. Karabulutlar ufku sardı. Cumhuriyetin tüm kazanımları saldırı altında. Ya Cumhuriyetçi, laik, yurtsever cepheyi oluşturursunuz ya da Tayyip’in Başkanlığı altındaki “Yeni Türkiye” de tarihe gömülürsünüz. Tehlikeye beş var, uyanın.