Seçimden Sonra - Obama'dan Önce

Yoğun bir haftayı geride bıraktık. Yerel seçim, G-20 zirvesi, NATO'nun altmışıncı yılı ve Obama'nın ülkemize teşrif etmesi. Hem iç politikamız hem de ekonomiden güvenliğe uzanan bir alanı etkileyecek , geleceğimizin ip uçlarını verecek bir on günü geride bırakıyoruz. Önümüzdeki aylarda bu on günün sonuçlarını çok konuşacak ve de tartışacağız. Bu yazı da gelecekteki yorumlara bir öndeyiş olacaktır.

Seçim sonuçları politika yelpazesinin yorumcularını şaşırttı. Seçim müneccimi kabul edilen Konda'ın AKP' yi %47'ninde üstünde gösteren tahmini AKP ve bir çok çevre tarafından kabul edildi. Bu kez Konda yanıldı, AKP oyları (İl Genel Meclisi temelinde) %38 dolayına indi. Bazı yayın organlarınca atılan manşetlere göre AKP'nin karizması çizildi. Bana göre Temmuz 2007 genel seçiminde bu partinin aldığı oy şişirilmiş bir tepkinin sonucuydu. Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin Anayasa Mahkemesinin verdiği 367 kararı,TSK'nın E-Muhtırası AKP'nin mağduru oynaması için yeterliydi. Öyle de oldu. Diğer yandan seçmen sayısındaki dikkat çekici düşüşte sonucu etkiledi.

Bu kez, YSK'nın açıkladığı adrese dayalı nüfus sayımının temel alındığı yeni seçmen listelerindeki altı milyon'a yakın artış başka kuşkuları doğurdu. Fakat seçime katılım oranı doğru listenin bu seçimde kullanılanın olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Listelere giren genç seçmenlerin sonuçlara da etkili olduğu kanısındayım. Kanımca YSK Abdullah Gül'ün altını çizdiği "Türkiye'nin seçim sicilini" korumuştur. Oyların başa baş gittiği yerlerdeki itirazlar da normal sayılmalıdır. Sözün özü bu seçim günümüzde baş tacı edilen "Temsili Demokrasi"nin tüm hata ve sevaplarını ortaya çıkaran bir seçimdir. O sistemin gereğince de şaibeli sayılamaz. Fakat sistemin tüm noksanlarını da bir tokat gibi yüzümüze çarpmıştır. Demek ki, önümüzdeki dönemde "siyasal katılımı" sınırlayan bu sözde "Temsili Seçim" düzenini tartışmamız gerekecektir. Kaba bir hesapla seçim sonuçlarına göre 15 milyon AKP, 9 milyon CHP, 6 milyon MHP olmak üzere ancak 30 milyon seçmenin iradesi TBMM'ne yansıyacaktır. 18 milyon seçmen ise sandığa gitmediği ve de %10 barajına takıldığı için sesini TBMM'de duyuramayacaktır.

Seçim sonuçlarına ilişkin haritaya baktığımızda gördüğümüz manzara, Rumeli ve Akdeniz ile Ege kıyı şeridinin batıya açık bir eğilimle, CHP'ye oy verdiğini, o şeridin hemen arkasında MHP'nin yer aldığını, Güneydoğu'da DTP'nin kazandığını ve İç Anadolu ile Doğu illerinde AKP'nin başat parti olduğunu görmekteyiz. Seçimi izleyen yorumlarda da bu harita enine boyuna irdelendi. Söylenenlerin büyük bir bölümü doğruydu fakat temel nokta gözlerden kaçmıştı: bu görünüm "Türk İnkilâbı" dediğimiz ve övündüğümüz sürecin başladığı 1908'de de aynıydı. Yani yüzyıl boyunca bir adım ileri gittiğimizi söyleyemeyiz. 1908'de de İmparatorluğun kıyı şeridindeki kentler Selânik, İstanbul, İzmir, Mersin, Beyrut, Zonguldak, Samsun,Trabzon ve çevreleri (o günün koşullarına göre ) batıya açık bir asrîliği sergiliyorlardı. Hinterlant'ları da (Aydın, Manisa,Balıkesir vb gibi) asrî (çağcıl) yaşam tarzına yarı açık bir yapıdaydı, Güneydoğu aşiretlerin egemenliğindeydi.İç ve Doğu Anadolu ise Toplumbilimci Prof. Mübeccel Kıray'ın deyimiyle "1000 yıllık uykusunda"ydı. Bugün o bölgede nicel bazı gelişmeler olsa da bunlar görecedir. Mutlak anlamda gericilik aynen sürmektedir.

1908'in yüzüncü yılı nedeniyle yaptığım incelemede (Bir İnkilâbın Gün Batımı (1908-2008), İmge Yay.2008) Nâzım Hikmet'in "Memleketimden İnsan Manzaraları" destanında yer alan şu dizeleri irdelemeye çalışmıştım. "Gâvuru yendik girdik İzmir'e. Sonra. Sonra Cumhuriyet oldu. Velâkin..." 2009 seçim sonuç haritası Nâzım'ın Velâkin'indeki düş kırıklığını anlatıyor. Top yekûn bir dönüşümü hiçbir zaman gerçekleştiremedik. Sadece biçimsel değişimlerle avunduk. Şimdi kıyı şeridi dediğimiz yörelerde etkili olan ve yerleşen biçimsel, batı örnekli yaşam tarzıdır. Kılık-kıyafet değişikliğini yeterli saydık. En radikal adım olan Hilâfetin ve Şeriye Vekâletinin kaldırılmasını, Tevhîd-i Tedrisâtı aynı gün deldik "Diyânet İşleri" Kurumunu oluşturduk. Böylece lâiklik söylemlerde kaldı. Sefaletle, yoksullukla mücadele etmedik işsizliği gündemimizin ilk maddesi haline getirmedik. Güneydoğu'da Kürt halkını ezen, sömüren feodal düzeni yıkamadık. Aşiret reisleriyle ittifak yaptık açık söyleyelim onlara adeta özerklik tanıdık. Cumhuriyetin 25. yılında Milli Şefimiz hala ilk öğretim seferberliğinden bahsetmekte ve de köy öğretmeni yetiştirme savındaki Köy Enstitülerinin önünü tıkamaktaydı.

İnkilâbı destekleyen yazarlar, bugünün deyimiyle yandaş medya bile zaman zaman isyan ediyordu. Falih Rıfkı, 24 Aralık 1930'da "Hâkimiyet-i Millîye" de şunu yazıyordu. "Bir gün Ankara Adliyesinin koridorları köylü, kasabalı, kadın erkek bir yığın halk ile dolu idi. Ne için toplandıklarını sordum hapis olacaklar cevabını aldım. Ağalar yüzde iki yüz, bin, bu kimseleri borca boğmuşlar, şüphesiz sermayelerini ve üstünü almışlar.İhtikâr payının da bir kısmını koparmak için hapse yollamışlardır. Bir iki asır evvel olsaydı kendi samanlıklarına kapayacaklardı. Şimdi o zahmetleri de yoktur". Resim meydanda

Bu haritanın değişmemesinin temel nedeni eşitsiz gelişmenin ana nedeni olan liberal ekonomiyi iktisâdi politikanın temel öğesi olarak seçilmesidir. Maliye Nâzırı Cavid Bey'den bu yana Bayar, Demirel, Özal, Çiller, Erdoğan bu değişimin dominant figürleridir.

1908'e bu haritanın benzeri ile "Yarı Sömürge" olarak girdik. Sol siyaseti duymamıştık. 2009'da "Gelişen Piyasa" olmaya terfi ettik. Sol siyaseti ezerek bu noktaya vardık. "Türk İnkilâbı"nın ilk yıllarında bir Kayzer, Alman İmparatoru Wilhelm İstanbul'u onurlandırmıştı, 2009'da da bir başka Kayzer, ABD Başkanı Obama onurlandırıyor. Harita aynı, yabancı sermaye istilâsı aynı, ekonomiden, dış politikaya kadar dışa bağımlılık aynı Orta Asya'ya yaklaşma umudu aynı.

Tarık Zafer Tunaya'nın şu sözlerini bir kez daha okumakta yarar vardır: "Eğer geri kalmış bir ülkenin aydınları ve insanları sefaletle savaşmayı da programlamazlarsa, siyasal rejim doğru dürüst kurulamaz ve sosyo-ekonomik baskılar altında otoritarizme dönüşebilir ve dejenere olabilir. Adı yine batılı kalır, kendisi yaşayarak Doğululaşır, dengesizlikler içinde bocalar". İşte yüzyıldır yerinde sayan haritanın açıklaması.