Şaban’ın türküsü

Haftayı gene incir çekirdeğini doldurmakla geçirdik. Aziz Nesin Usta’nın ünlü öyküsü beynimde çınladı, durdu, balkona çıkıp bağırasım geldi: “Ey ahali, duyduk, duymadık demeyin…Damda deli var”. Hanelerimizde edep bırakmayan kürtaj olayı yine gündemin başındaydı. Ekran’ın uyuyan siyasisi ile cadıları kimseden geri kalırlar mı. Döktürdüler yine. Programın adı bile anlamsız. Ortada dolaşan sadece tek fikir var. Yaşlı siyasi hınk deyici, figüran. Olayın bence en ilginç yanı, anlı şanlı ana muhalefet partisinin eski reisinin programda köşe doldurmasına itiraz etmemesi. En azından sözleri partimizi bağlamaz dememsi. Her neyse, ünlü yakıştırmayla “dört köşe, eller havada oynayıp duruyorlar”

Büyük Reis “Cumhurbaşkanı partili olmalı buyurdu”. Bu sözün ne yanını düzeltelim? Kuşkusuz ki Cumhurbaşkanı partili olmalıdır. Meselenin esası, cumhur’un başkanı seçildikten sonra yansız kalabilmesidir. Türkiye’de askerler de dahil gerçekten yansız tek Cumhurbaşkanı gördüm. Ahmet Necdet Sezer. Yansız oldu da ne yaptı. Bir toplantıda anayasa kitapçığını Başbakan’a fırlatıverdi. Gazi Mustafa Kemal, altı oklu bayrağı yakasına iliştirerek Onuncu Yıl Nutkunu söyledi: “Ne Mutlu Türküm Diyene”. Kimse ona parti rozetini taktın diyebildi mi?

Sözün doğrusu şöyle olmalıdır: Cumhurbaşkanının siyasi bir eğilimi olması doğaldır. Sorun bu eğilimde yatmamaktadır. Siyasi görüşler arasında yansız davrandığını kanıtlamasıdır. Kötü örnek mi Milli Şef İnönü’nün 14 Mayıs 1950 seçim propagandası döneminde, Taksimde CHP adına propaganda yapmasıdır. Bir başka örnek Celal Bayar’ın DP (Demokrat Parti logosu) saplı bastonla dolaşması.

Ne yazık ki siyasal yaşamımızda safsatadan geçilmiyor. Reklamdaki kamyon sürücüsünün veciz ifadesiyle “ağzı olan konuşuyor”. Gırtlağın dokuz boğum olduğunu da bir kenara bırakarak boş ve de veciz konuşanların başında, Pensilvanyalı imama hayranlığı ile ününe ün katan Bekir Bozdağ. Geçenlerde buyurdular ki “Diyanet laik olmamalı”. Be kardeşim, adı üstünde: Diyanet. Laik olmasını kim istiyor?

Yine Aziz Usta’yı anmak zorundayız. Yazılarında, sohbetlerinde ısrarla altını çizerdi. “İnsanlar laik olmaz, devlet laik olur”. Bu vurgunun ne denli haklı olduğunu Fazıl Say’a hapis cezası istemiyle açılan davadır. Vatikan’da ikamet eden Papa mısın mübarek. Sana ne adamın özgür düşüncesinden Ortaçağ’da mısın? İslami Engizisyon yaratmak mı niyetin? Nesimi gibi derisini mi yüzmeliyiz Fazıl Say’ın? Sen bunlara aldırma, Ahmet Say, pırlanta gibi bir oğul yetiştirdin. Ne kadar övünç duysan azdır.

Saçmalıkları temel sorunmuş gibi kamuoyuna yutturmaya kalkmakta AKP iktidarına özgü, bir huy… TBMM’de eski darbeleri araştıran bir komisyon kuruldu. Milli Eğitim Bakanı Çubukçu bu kez Bayan Bal olarak komisyon başkanlığına seçildi, kolları sıvadı en büyük mağduru “Şapkamı kaptırmam” sözüyle maruf Baba’ya koştu. Baba ünlü zekasıyla yanıt verdi. “Eskinin güneşiyle bugünün çamaşırı kurumaz”. Nimet Hanım haydi kalkın bakalım bu lafın altından. Baba’dan ne söylemesini bekliyordunuz? 27 Mayıs 1960 darbesini açıklayan, Türkeş tarafından okunan bildirisi nasıl noktalanmıştı? “NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız”. Ne olduğu belirsiz, niyeti kendinden menkul argo deyimiyle “dandik” 12 Mart 1971 muhtırasını bir kenara atın. 12 Eylül 1980’de ki neoliberal darbeyi G.Fuller Başkan Carter’e nasıl haber vermişti: “Bizim çocuklar işi bitirdi”. Demirel’den daha ne demesini bekliyorsunuz, “öğren de gel” demesini mi? Ya da Münir Özkul’un ünlü tiradını yineleyerek, “Darbe dediğin nedir ki Beş general, ABD’den icazet ve de bir ekran” diye seslenmesini mi?

Ekonomi de insanları susturmanın yöntemi, belli oldu: “Sus, ücret, maaş zammı bekleme, grevi zinhar aklına getirme yoksa Yunanistan’a benzeriz”. Tabii arkasından sol iktidar gelir, sözünü yutarak. Bugün Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz kamu borçlarının altında ne çekiyorsa AB’nin özellikle Almanya ve Fransız Bankalarına olan borçları nedeniyledir. Euro Bölgesinin kamusal borç yükü neredeyse 10 trilyon Euro sınıra ulaşmış durumda. Maliye Nâzırı Batman doğumlu İngiliz Mehmet ise bütçe disiplini ile övünüyor, kendine pay çıkarıyor. Oysa izlediği vergi politikası tam manasıyla cepcilik, midecilik… Geçenlerde TÜSİAD’ın Başkanı Boyner ile kıdemli danışmanı Koç, Gelir ve Kurumlar Vergisi oranlarının arttırılmamasını istediler…Yoksa işler bozulurmuş, özel sektör milyar dolarları aşan dış borçlarını ödeyemezmiş. Utanma, sıkılma yok bu cepçilerde.. Bilmiyorlar mı bugün devlet bütçesi sadece bu vergilerle dengelemiyor. Tüketime dayanan KDV ve ÖTV, nerdeyse yaşamamızın her anına el koymuş durumda su ve ekmekten başlayan temiz havaya kadar uzanan tüm yaşamsal gereksinimlerimiz için bu vergileri ödemek durumundayız…Ödemezsen yaşama hakkın yok. Doğamazsın, okula gidemezsin, ekmek alamazsın, gazete okuyamaz, adım bile atamazsın. Orhan Veli ne güzel tanımlamış yaşam savaşı veren insanı: “cep delik, cepken delik…Kevgir misin mübarek?

Bu durumda gel de, haksız olarak suçlanan babasını kurtarmaya gelen Kemal Sunal’ın uçaktan inerken söylediği “KDV” nakaratlı şarksını anma. Hepimiz Şaban’ın şarkısına ÖTV’yi de katarak düşünmeden (?) yineliyoruz. Baba haklı söylediği çok doğru, “Bugünün her tülü pisliğe bulaşmış kirli çamaşırlarını eskilerin darbeleri ile arıtmak mümkün değil”. Nâzım’ın dediği gibi kuşkusuz yaşamak güzel şey… Ama bu pislikler ve köreltilmiş insanların aldırmazlığı olmasa…

Bir halk düşünün, doğumdan mezara kadar her gereksinimin vergi (KDV,ÖTV) ödeyerek karşılıyor. Halk soyularak bütçe destekleniyor. Euro bölgesinde kamusal borçlar kriz yarattı. Türkiye’de ise insanların boğazlarından alınan lokumlar, Boyner ve Koç’ları yaşatıyor. Medya ise bu korkunç can suyu soygununu ise fark etmiyor.