Politikada Hile-i Şeriye

“Hile-i Şeriye” deyimi Osmanlının hemen her döneminde sık kullanılırdı. Şeriata hile yapmak diye günümüz diline çevrilebilir. Yani yasal düzeni aldatmak demektir. Vizyoner ve de misyoner Turgut Özal’ın “Anayasayı bir kere delmekle ne olur” tümcesinde somutlaşabilir. Bilindiği gibi “şeriat” Müslümanlar bağlamında “Tanrı yasasıdır” uyulması farzdır. Ne ki “Halife-i Müslümin”in sultan olduğu Osmanlı’da en fazla hile yapılan kurum “şeriat” olmuştur. Örneğin faiz almak büyük günahlardan biridir. Oysa faizcilik büyük kazanç kapılarından biridir. Bu bağlamda yaygın örnek şudur Tefeci kendisinden borç isteyenden herhangi bir malını satın alır (bu rehindir) borçlu vadesi geldiğinde tefeciye sattığı malın bedelini (rayice göre) %50-60 daha fazla ödeyerek geri alır. Böylece %50’leri bulan “faiz” karartılmış olur. Bir başka “Hile-i Şeriye”ye örnek Hülledir. Bir koca eşini “üçten dokuza” diyerek boşarsa dinen artık onunla yeniden evlenemez. Bir kızgınlık anında ağzından “Boş Ol” sözü çıkan erkek sakinleşince artık karısına yaklaşamaz. Şer’en caiz değildir. Pişmansa Hülle yapması gerekir. Hülle boşandığı eşinin bir başkası ile evlenip hemen boşanması demektir. Bu işlemi gerçekleştirecek eğreti kocaya da “hülleci” denirdi. Musahipzâde Celal’in tiyatro oyunlarına çok kez konu olmuştur. “Hülle” Vasfi Rıza Zobu ile Bedia Muvahhid’in bu bağlamda nefes kesen yorumlarını anımsarım. Osmanlı'da ve İslam geleneğinde “Hile-i Şeriye” adeta aldatmanın ikinci adı haline gelmiştir.

Ekonomik ve toplumsal yaşamda başvurulan bu kandırmaca siyaset alanında da sık ve ustaca kullanılmaktadır ki bu uygulama çok daha tehlikelidir. Halk “sureti haktan” görünerek sömürülür, ezilir, sindirilir. Son çeyrek yüzyıldır küreselleşen neo-liberal soslu kapitalizm ve onunla eklemleşen Türkiye’nin siyasal yaşamında “Hile-i Şeriye”lerin her alanda kullanılışını gördük. Beyinlerimiz bu hilelerle yıkandı. Bunların başında “daha fazla özgürlük” adına gerçekleştirilen “ceberutluk” gelmektedir. İktidardaki sağ partiler için her yol makbuldur. Sermayenin ideolojik doğruları “Amentü” gibi kabul ettirilmiştir. Dinler bu bağlamda kullanılmış, tarikatlar, cemaatler, sivil toplum örgütleri en etkin araçlara dönüştürülmüştür. “Takiyye” sadece İslamcı politikacıların değil, sermayenin de en sevdiği yöntemdir. Gerçekleştirmeden demokratik açılımlar yapmak, askeri vesayeti kaldırma gibi göz kamaştırıcı bir bahane ile “özel yetkili” mahkemeleri Gestapo örgütüne dönüştürmek ve daha nice yarı doğru ile kandırmanın iç içe olduğu “Hile-i Şeriye”ler vaka-i adiye haline gelmiş durumda. Sermaye ve onun kullandığı politikacılar sadece Türkiye’yi değil küremizi de kaotik bir cehenneme dönüştürmüş durumda. Sular kanla, pislikle, irinle bulandı. Akacak yeni mecrasını arıyor.
Sermayenin bir şekilde egemen olduğu iktidarlara karşı direnme odaklarının yani muhalefet partilerinin “Hile-i Şeriye” yöntemiyle başarılı olmaları mümkün mü? Eğer neo-liberal ekonomiye bağlılarsa, yani paraya “aziz” piyasaya da ilahi adalet diye bakıyorlarsa bu yolu seçebilirler. Siyasi tahterevallide onlara da yükselme olanağı vardır. ABD buna örnektir. Ne var ki Türkiye’de siyasal umut diye bakılan CHP açısından aynı şeyi söylememiz mümkün değildir. Ne yazık ki Cumhuriyeti kurmakla övünen muhalefet partisi siyasal stratejisini “Hile-i Şeriye” niteliğindeki eylemlere, söylemelere dayandırmaktadır. Son Anayasa tartışmaları bu stratejinin kendileri açısından ne derece alçaltıcı sonuçlara dayandığının işaretidir.

AKP kendi doğruları ve amaçları çerçevesinde taviz vermeden yoluna devam etmektedir. Önereceği Anayasa değişikliği de bu bağlamda olacaktır. Kamuoyunca hazmedilmesi için öneriye görünüşü parlak ama nasıl uygulanacağı maddeler yerleştirilmiştir. Bu oyuna gelmek, uzlaşmak için adeta yalvarmak taktiği kimi yüceltir? Önce bu sorunun yanıtı verilmelidir.

Sosyal Demokrat olma savını, Sosyalist Enternasyonel üyesi etiketini bir yana bıraktım. Fakat kendi programında ve bayrağında yer alan, Gazi Mustafa Kemal’den miras alınan ilklerine bile bağlı değildir. Eğer bağlı olsa 31 Mart’ın (13 Nisan) 101. yılında “İrtica ile mücadeleyi ağırlaştırılmış müebbet hapisle” cezalandırmak isteyen bir iktidarla uzlaşmayı düşünmezdi. Devletçi olup özelleştirme yanlısı olamazdı, inkilâpçı niteliğiyle neo-liberal ekonominin uygulamalarına boyun eğmezdi. Milliyetçiliği “yurtseverlik” olarak algılayıp, adım adım ülkeyi iç savaşa sürükleyen bir iktidarla uzlaşma aramazdı. En azından “ağaç dikenin, toprak ekenin” deyip halkının yanında yer alırdı.

Ana muhalefet partisinin bu aczi beni (siyasal görüşlerim açısından) hiç ilgilendirmez. Ne var ki “Yurtsever” olarak üzerinde durmak zorundayım. Uzlaşma sözcük olarak ürkütüyor beni. İçeriğinde bir çıkar paylaşımı var. Oydaşma ise ayrı bir olgu. Ne var ki günümüz siyasi yaşamında hepsi birbirine karışmış durumda. Örneğin ülkenin ekonomik varlıklarının “özelleştirme” maskesi altında babalar gibi satılması bağlamında uzlaşma olamaz. Devletin yatırımıyla gerçekleştirilecek bir sanayi tesisinin yer seçiminde oydaşma kabul edilebilir.
Önümüzdeki bir yıl Türkiye’mizin kaderini belirleyecektir. 1919-1920 yıllarının belirsizliğini yaşıyoruz. Kentlerimizin sokakları eski güvenliğinden çok uzak. İşsizlik, elimizdeki devlete ait kurumları sattığımız, tarımda açık kapı siyasetiyle bugünkü bunalımı yarattığımız için asla çözemeyeceğimiz ölümcül bir hastalık haline gelmiş durumda. Kürt açılımının saçılıma dönüştürülmesi belli bölgedeki terörü ülkenin dört bir yanına ulaştırmış halde, Ermeni açılımı eski acıları daha da büyüterek gündeme getirdi. Dışa bağımlılık arttı. Bunları daha da arttırabiliriz….Ve bu koşullarda seçime gidiyoruz. Gidiyoruz da, seçimlerin genel hükümlerini değişirken iktidar savındaki CHP’nin sesini duymadık. Yasanın hemen her maddesi parayı egemenleştiriyor. Yani sokakta söylenen gibi “ne kadar para, o kadar ekmek içi köfte”. Bunun manası şudur. Sermayenin üstü açık ve kapalı (Hile-i Şeriye) desteklediği siyasal parti avantajlı olacaktır. Pek sevdiğimiz sponsorluk kurumu futbolumuzdan sonra siyasete de bulaştırılmıştır. Hediyeler, promosyonlar alabildiğince serbest bırakılmıştır. Değerinin beş-on lirayla sınırlanması “Hile-i Şeriye” ye açıktır. Propaganda süresince yapılacak ziyaret sayısı bu sınırı aşmaya yeter. Bunlar tezgahlanıp yasalaştırılırken Ana muhalefet partisi %10 seçim barajını bile asla gündeme getirememiştir.

Zor, bir o kadar da direnmenin gerektiği bir döneme giriyoruz. Ana muhalefetin biraz dik durması bile umut verecektir. Kurtuluşun kapısını aralayacaktır. Nâzım Usta’nın şu dizeleri anlatmak istediklerimi ve de beklediğim dik duruşu ne güzel özetliyor:

Behey!

Kara maça bey

Halka ahmak diyen sensin

Halkın soyulmuş derisinden

sırtına frak giyen sensin

Yala bal tutan beş parmağını,

beş çürük muz gibi.

Homurdanarak dolaş besili bir domuz gibi.

Meydan senin mi dersin?

Hata edersin…

Bizde o göz var mı baksana!!!