Günlerce ilan edildi. Ekranlarda Melih Gökçek&rsquoin sinik, içten pazarlıklı gülüşüyle elindeki beyaz balonu patlatmasını izledik. Sonunda büyük yüzleşme (?) gerçekleşti. Gülünçtü. Yanlış ve yoz bir siyaset yaklaşımının en ilkel şovlarından biri sergilendi. Yüzleşme doğal gaz saatleri üzerinden kazanılan üç-beş kuruşta düğümlendi. Bir ara kendimi Osmanlı döneminde perde kurmuş Karagöz oynatan bir mahalle kahvesinde zannettim. Gökçek Karagöz&rsquoü, Kılıçdaroğlu&rsquoda Hacivat&rsquoı temsil ediyordu. Sonra kendime kızdım. Karagöz&rsquoün halkın sağduyusunu, Hacivat&rsquoın bilgeliği yansıttığını, ikisi arasındaki ikilemin bir toplumsal eleştiri temelinde dillendirildiğini anımsadım. Oysa ekranda sahnelenen absürd stand-up&rsquolardan bile kötüydü. Ankara halkına lâyık görülen yönetim anlayışı irdelenmiyordu. Ne toplu taşımacılık, ne su, elektrik doğalgaz temini ile ilgili sorunlar, ne de çağdaş yerel yönetimin gerçekleştirmesi gereken diğer hizmetler konuşulmuyordu. Kılıçdaroğlu başarılı bir dedektif gibi yolsuzlukların peşine düşüyor ama partisi bu yolsuzlukların kaynağı olan kapitalist &ldquoMüesses Nizam&rdquo a toz kondurmuyordu. ABD&rsquoden Japonya&rsquoya küresel kapitalizmin dev ülkeleri boğazlarına kadar milyar dolarla ifade edilen  yolsuzluklarla çalkanıyordu. Neo- liberalizm dev boyutlara ulaştırdığı kâr ihtirası ya da açgözlülük sistemi çökme eşiğine götüren, bugünkü &ldquoFinansal Kriz&rdquo diye adlandırılan, zafiyeti yaratmıştı. Siyaseti  bir sirk palyaçoluğuna dönüştürende bu yapıdır.  Mahalle kavgalarının klasik &ldquotencere dibin kara, seninki benden kara &ldquodiyalogu ne yazık ki siyasetin tek yolu haline gelmiştir. Burjuva demokrasisi dediğimiz yapının çıkmazı da bu noktada odaklanmaktadır. 
Siyasetin &ldquoManzara-i Umumiyesi&rdquo böyle iken, sol&rsquoda olma savaşındaki partilerin daha bir ciddi politika potansiyeline sahip olmaları kaçınılmaz zorunluluktur.  Yıllardır kendimi sol&rsquoda gösteren gerçek sol&rsquou bilmeyenlerinde sol kanat diye niteledikleri CHP&rsquonin de asgari böyle bir ciddiyeti arz etmesi de beklenmelidir. (ABD-AB-AKP) işbirliğinin gerici faşizmine karşı yoksul yığınların, emekçilerin küçük üreticilerin sorunlarını çözümleyecek ciddi bir muhalefete gereksinimi bugünkü kadar zorunlu hale gelmemişti. Toplumsal ve ekonomik bunalım gelebileceği en üst noktadaydı. Sorun seçimi kazanmaya yönelik, bir yerde gösteri havasını taşıyan sözde &ldquoaçılımlar&rdquoın altından kalkamayacağı kadar derindeydi. 
Bu yazıyı okuduğunuzda CHP&rsquonin yeni program ve tüzük kurultayı sonuçlanmış olacak, Yeni tüzük ve program taslağını bilmiyoruz.Yaşamımdaki deneyler bu yeni taslaklarında Genel Başkanın talimatları doğrultusunda dar bir kadro tarafından hazırlandığını işaret ediyor. Bu Türkiye&rsquode parlamento&rsquoda temsil olanağı bulan tüm partiler için böyle olmuştur. Kapalı kapılar arkasındaki akil adamlar, genel merkezin belirli eğilimleri yönünde parti programı tasarımlarlar. Tüzük çalışmalarında ise akil adamlar pek çağrılmaz, o çalışma parti içi iktidarın sürdürülebilirliği doğrultusunda kaleme alınır.
Kendini &ldquosol&rdquo diye tanımlayan CHP&rsquode program ve tüzük çalışmalarına emekçi kesimin hiçbir zaman katılımı öngörülmez.  Partiye adapte olmuş birkaç emek temsilcisi de bir &ldquobiblo&rdquo gibi vitrin süslerler.  CHP&rsquonin tek parti olduğu dönemlerde bir işçi milletvekili olarak TBMM&rsquoine girerdi. Benim hatırladığım &ldquoArı&rdquo soyadlı bir milletvekilinin gazetelerde işçi temsilcisi olarak adı geçerdi. Nitekim o dönemlerde bir ya da iki azınlık milletvekili de daima meclise girerdi. Tabii hepsi Genel Merkezin belirlediği kişilerdi. Oysa, &ldquosol&rdquo siyaset çizgisini izleyen partiler işçi sınıfıyla, işçi örgütleriyle yakın ilişki içinde olmak durumundalar. Bunun en güzel örneği TİP ve Ecevit&rsquoin 1973-77 seçim kampanyaları ile Akgünlere bildirgesidir. 
Bugünkü CHP, kendisini seçmenlere ve emekçilere tanımlayacak programını, tüzüğünü onlardan ve kendi üyelerinden adeta kaçırarak hazırlamaktadır. Oysa yapılması gereken böyle bir değişikliğin, uzun bir sürede her ilde, her ilçede, her beldede parti üyelerine sunularak örgütün kılcal damarlarına kadar tartışılmasıdır. Yapılmadı. Yapılması da istenmedi. Bilinir ki sol partiler, genel kurulları ile birlikte ilkelerini oluşturan, stratejilerinin ana çizgilerini belirleyen parti konferanslarını da yapmayı asla ihmal etmezler. 
CHP bu koşullar altında program ve tüzük kurultayını yığınların göz ve kulağından uzak beş yıldızlı bir otelin balo salonunda gerçekleştirirken ultra-liberal kesimden yeni bir nitelemeyi de göğüslemek durumundadır. Bu kesim Baykal&rsquoın son çarşaf açılımına dayanarak ona Gorbaçov&rsquoun &ldquorestorasyon&rdquo misyonunu yüklemektedir. Liberal ve muhafazakar kesimin  önde gelen kalemşörleri bu nitelemeyi yaparken kendileri açısından doğru ama CHP açısından içler acısı bir durumu da ortaya koyuyorlar.
Bilindiği gibi Gorbaçov Sovyetler Birliği Komünist Partisinin son genel sekreteri olarak önerdiği açıklık ve yeniden yapılanma programı ile kapitalist cepheye en büyük ödünü vererek, Sovyet Devrimini ekonomi ve serbesti bağlamında yenilemeyi düşlemişti. Sonu tam bir çözülme oldu.
1908&rsquode yaşama geçen (bir başka deyimle kuvveden fiile geçen) Türk İnkilâbının Günbatımını yaşadığı yadsınmaz bir gerçek. Onu ultra-liberal, gerici ve küresel kapitalizmin bağlamında yenilemek, restore etmek ise yapılacak hataların en büyüğü olur. Ne yazık ki İnkilâbın kurucu partisi, İttihat ve Terakki&rsquoden bu yana sadece biçimsel dönüşümlerle sürdürdüğü, gayri ciddi politikasını alt yapıyı değiştirmeden, yinelemenin dışında yeni bir söze sahip değil. Açıkça ifade etmek gerekir ki CHP kendi yarattığı kısır döngü içerisinde tarihe karışma yolundadır. 
Türkiye&rsquode politika yaptıklarını iddia eden herkesin başta TBMM&rsquoinde  yer bulan partilerin tüm yönetim kademelerinin öğrenmesi gereken ilk ilke siyasetin toplumsal yaşamın olmazsa olmaz temel gereksinimi olduğu ve ciddiyet istediğidir. Oysa politikacılarımız bu toplumsal gereksinimi küçümser, küçümsenecek bir edim olarak niteler. Yaşamım boyunca İsmet Paşa, Bayar ve nice parti yöneticilerinin, kendilerine karşı çıkanları &ldquoUcuz ve küçük siyaset&rdquo yapmakla suçladığına tanık olmuşumdur. Oysa domatesin pahalı olduğunu söylemek bile politikadır ve onun ucuzu, küçüğü olmaz.
Politik yaşamdaki ciddiyetsizlik son çeyrek yüzyıldır inanılmaz boyutlara ulaştı. Turgut Özal&rsquoın kendi düşüncesi ve neo-liberal tasarımlarına karşı çıkanları &ldquocahil&rdquo, &ldquosen anlamazsın&rdquo diye azarlaması anılardadır. Çiller&rsquoin ilkesizliği de hem 2001 ekonomik krizinin yolunu açmış hem de ani bir kararla Türkiye&rsquonin söz hakkına bile sahip olmadığı &ldquoGümrük Birliği&rdquone girişini sağlayarak yığınların gönencini etkilemiştir. 
2007 genel seçimlerinde hiçbir parti gelecekteki icraatına ilişkin tutarlı bir seçim bildirgesi yayınlamamıştı. Kampanya dönemi ceviz kabuğunu doldurmayan suçlamalarla geçmişti. Önümüzdeki yerel seçimin &ldquoSathi- Mail&rdquoine girdiğimiz şu günlerde hiçbir parti nasıl bir kent, nasıl bir il tasarladığını dillendirmiyor. Küresel kapitalizmin aç gözlü bünyesinin yarattığı yolsuzluklar bile bireyselleştirilerek adeta temel neden olan düzen aklanıyor. Siyasetin ciddiyetine çok muhtaç olduğumuz bir dar geçitten geçiyoruz.