Niyet

Niyet sözcüğü yaşamımız süresince en fazla kullandığımız, düşünce düzeneğimizde aynı sıklıkla yer bulmuş bir kelimedir. Her konuşmamız arkasında bir niyeti saklar. Tavırlarımız, tepki ya da boyun eğişlerimiz de bir niyetin ürünüdür. İnsanlar niyetlerini bazen açıklar bu edimi ya doğrudan yapar, ya da konuşmalarında ima eder. Böyle durumlarda muhatapları da belirlenen niyete göre hareketlerini belirler, kendi geleceklerine yönelik niyetlerini saptarlar. Buna siyasette açıklık diyenlerde, tehdit diyenlerde vardır.

Siyasal erki elinde tutan AKP genel başkanı da böyle bir tavrı yeğlemiş görünüyor. Geleceğe yönelik niyetini genel çizgileriyle hemen her konuşmasında ortaya koyuyor. Bundan çekinmiyor. Bu şekilde yandaşlarını ya da karşıtlarının saflaşmasını da sağlıyor.

Önümüzdeki seçime yönelik niyetlerini de belirlemiş durumda. Bunları ana noktaları ile şöyle saptayabiliriz:

* Oy tabanının Ege ve Akdeniz sahil kuşağı ve Trakya’nın dışında tüm Anadolu’yu kapsadığı.
* Aynı tabanın eğitim düzeyinin ilk ve orta öğretimin ilk sınıflarını içerdiği yani cahil ve de yarı cahiller olduğu.
* Radikal’e yakın bir İslami söylemin etkinliği
* Tarikat ve onlara bağlı cemaatlerin, oy tabanını etkilemek ve geliştirmek bağlamında, en önemli müttefikleri olduğu.
* Güneydoğu bölgesinde çoğunluğa sahip Kürt kökenli vatandaşları yanına aldıkça seçimi kazanabileceği gerçeği.
* Bu noktalara dayanarak, Anayasa’yı değiştireceğini söyleyerek bazı açıklanamayan umutları uyanık tutmayı.

Önümüzdeki 6-7 ay boyunca yukarda ana noktalar çerçevesinde kürsüler de “kızgın bir Arslan” gibi kükremenin çeşitli nüanslarını görmeye, işitmeye hazır olmalıyız. Bir önce belirlediğimiz oy tabanının ne denli etkin olduğunu, adeta “gerici” bir zihniyetler cephesi ya da koalisyon olduğunu düşünürsek, bu cepheyi yenmenin de bir başka cepheyi oluşturmakla mümkün olduğunu fark edebiliriz. Bu bağlamda Kılıçtaroğlu’nun bir seçim ittifakını düşünmüyoruz sözü çok yanlıştır. Siyasi cahilliktir.

Bir önce niteliklerini sıraladığımız koalisyonu ya da cepheyi çökertmek aynı yöntemle, yani “ilerici” bir cepheyle mümkündür. CHP bunu tek başına gerçekleştiremez. Kemalistler, solun tüm çizgileri, aydınlar ve de EMEKÇİLER olmadan gericiliğe karşı bir başarı ummak, abesle uğraşmakla eşdeğerdir.

Önümüzde iki önemli veri durmaktadır. Bunlardan birincisi yerel seçim, diğeri ise son anayasa referandumunun kesin sonuçlarıdır. Bu sonuçlara bakarsak elimizde ki tek dayanak %42 hayırdır. Geride kalan %58 çok karmaşıktır. “yetmez ama”cılar bu %58’de pay sahibidir. Ama bu kitlenin ana çoğunluğu kendilerine Diyarbakır’da ki Hakan Şükür’lü mitingde “yeni bir Anayasa” vaat edilen Kürt kökenli yurttaşlardır. Kılıçtaroğlu işte bu gerçeği görememiş, ya da yeni merkez yönetiminin eklektik yapısı nedeniyle korkmuştur. Oysa durum SHP – HEP ittifakından çok farklı unsurlara sahiptir. Birçok Kürt kökenli siyasetçi o günkü biçimsel şımarıkları geride bırakmış görünümdedir. Ne var ki bu kez CHP bir Erdal İnönü olgunluğunu göstermekten uzaktır.

Çok yakın olan seçim ancak ilerici bir cephenin oluşturulması ile kazanılır. Bu yapılmadığı takdirde Türkiye’yi beklenen ana çizgileri şimdiden belli olmuştur. Yasama, yürütme ve yargıyı tek kişinin erkinde toplayan bir Başkanlık sistemi ile faşizmin yeni bir türü.

Bu niyet gizlenmiyor. Son referandum oylamasında ki %42 hayır oyu yeterli değil. Bu yetersizliği aşmak için acil önlem gerek. Oda “ilerici bir cephe” için harekete geçmekle eşdeğerdir. Gerisi CHP’nin akil adamlarına kalmış.