"Kafayı Yemek" İstemiyorsak

Liberal Demokrat Hasan Cemal, Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının Özel Yetkili Beşiktaş savcısı tarafından yasaklanması ve örgüt belgesi olarak nitelenmesi üzerine çok bozulmuş ki yazısını “kafayı mı yediniz” başlığı ile yayınladı. Ne var ki bu yazı “liberal aydınların” aymazlığının da tanığıydı. Liberal aydın olma savındakiler, genellikle dirençsizdir. Hemen boyun eğerler, bunu da doğal bir sonuç diye nitelendirirler.

Liberal olmanın bu dayanılmaz hafifliğine en güzel örnek, ülkenin, belki de görüp göreceği en liberal aydınlarından Refik Halid’in aşağıda yansıtacağımız anısıdır. Refik Halid yazı heyeti toplantısına katılmak için İttihad ve Terakki’nin genel merkezi olan Kızıl Konağa (Cumhuriyet Gazetesinin eski binası) geldiğinde kapının önüne sıralanmış resmi otomobillere bakarak “Kabine toplantısı” olduğunu anlamış. Dergiye tahsis edildiği bölüme girince Yahya Kemal’in odadaki Küçük Talat Bey’e “neler oluyor” diye imalı sorusuna verdiği yanıttan hükümetin “mütareke” istemeğe karar verdiğini öğrenince, yazılarını basan “Zaman” gazetesine gider, gazetenin sahibi, Maarif eski nazırı Şükrü Bey’i, idare odasında otururken bulur. Olayın gelişimini Refik Halid’in kaleminden yansıtalım: “Bana vakayı duyup duymadığımı sordu. Evet dedim. Şimdi ordaydım” Şükrü Bey’in heyecansızlığından heyecana geldim. Akıbetin fena olduğunu bize gayet ağır kayıtlar konacağını, hercümerce, hakaret ve sefalete uğrayacağımızı, acı acı anlattım. Benim “ne şartla olursa olsun derhal mütareke aktetmek” teklifine karşı dayanamadı, ille “başka çare göremiyorum” dememe büsbütün tutuldu. “çare vardır” dedi “Anadolu’ya çekilip mukavemet etmek… Gözlerim dört açıldı, ah bu ittihatçılar”

Günümüz Türkiye’sinde Başbakan RTE İngiltere’de “Başkanlık” modelini ilk fırsatta referanduma sunacağını açıklarken iki gerçeğe dayanıyordu:

• Türkiye’de cehaletin yaygınlaşmış durumu
• Liberallerin dayanılmaz hafifliği

12 Haziran genel seçimine iki ay kalmasına ve de Başbakanın nihai amaca yani tek adam egemenliğini rahatlıkla sergilemesine karşın, muhalif güçler (özellikle) CHP tam anlamıyla bir aymazlık içerisinde. Başbakan, kendisini cezaevine götüren, Ziya Gökalp’in ünlü şiirini Siirt’te boşuna yinelememiştir. Bu seçim süresince kampanyasını iki yönteme dayamıştır: Açık propaganda, örtülü ikinci kampanya, Stratejisinde, “örtülü ikna” en önemli bölümdür. Camiler, tekkeler, tarikatlar, şeyhler, seyitler vb gibi tüm ögeler devrededir. Televizyonlar, birçok önemsemediğimiz dinsel içerikli kanalla bu doğrultuda yayınlarını sürdürmektedir. “Sabahın Seda”sını sunan sarışın hanım ise çaktırmadan bu hizmeti en etkin biçimde yürütmekte akılları çelmek için mucizeleri dile getirmektedir. Binlerce camide hergün yer alan “vaaz”ları da gözden ırak tutmamak gerekir.

Pensilvanya’nın kökeni dışarda cemaati ve de diğerleri uyumuyor. Barzani açıkça “Kürtlerin güvencesi Tayyip’tir” mesajını verdi. Öcalan’la devletin hangi konularda anlaştığını bilemiyoruz, bu “gerici” diye niteleyebileceğimiz düzeni sürdürebilmenin tek yolu “halk oylamaları”nın yaygınlaştırmaktır. RTE bunu farketti, bundan böyle sık sık karşımıza bu teklifle çıkacaktır. Bu siyasal tercih ise ülkeyi tam anlamıyla “cehaletin pençesi”ne düşürmekle eşdeğerdir.

1970’li yılların ikinci yarısında Devlet Planlama Teşkilatında çalışırken Türkiye’nin genel eğitim ortalamasının (15 – 65 yaş arası) ilkokulu aşmadığını saptamıştık. Bu oranın neo-liberal rüzgarların estiği 1980 – 2010 arasında daha da gerilediği açıktır. Artık ülkemizde ne yaşamını Anadolu’da okul teftişleri ile geçiren Reşat Nuri’ler ne de Tonguç’lar kalmadı. Çalıkuşu Feride ise Sakarya ve Büyük Taaruz’u gerçekleştiren genç subayların çantasında bir anı gibi yaşıyor. Unutmayalım,

• 17. Yüzyıl İngiltere’sinde demokratik çıkışı
• 1776 Amerikan Bağımsızlık savaşını
• 1789 Fransız Devrimini
• 1917 Bolşevik Devrimini
• 1919 – 1922 Aandolu ihtilalini “referandum”larla gerçekleştirmeyi düşünmek bile “absürd” bir olgudur. İlerleme ancak öncü kadrolarla gerçekleşir. Halk dalkavukluğu, halkın esaretinin kaldırımlarını döşer. Örnek tarihlerde yığınla okunabilir. Ne yazık ki “Diktatör”ler bu cehaleti kullanarak en büyük insanlık suçlarını işlemişlerdir. 2011 Haziran seçimi geleceğimizi karartacak tuzaklarla doludur.