İçimizdeki Malezyalılar

Yıllar önce, Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine katılma hakkı için İrlanda ile play-off oynamak zorunda kalmıştık. İrlanda’daki maçı kazanmış, rövanşı da Bursa’da oynayacaktık.

Bilirisiniz ülkemizde futbol geyiği temel konularımızdan biridir. Her eli kalem tutan, ekrana çıkan teknik direktörü eleştiriyor, ona akıllar vermeye çalışıyordu. Milli Takım Teknik Direktörü M. Denizli öylesine bunalmıştı ki “İçimizdeki İrlandalılar” diye isyan feryadını engelleyememişti. Değineceğim konuyu daha bir açık kılabilmek için, Yakup Kadri’nin hicivlerinden ötürü Kirpi diye nitelediği Refik Halit (Karay)a ait bir fıkradan da söz edeyim. Fıkra aynen şöyle: “Dün yine oturduk tatlı bir eğlence aradık, bulduk. Masumlar gibi bilmece söyleyecektik. Evvela ben başladım dedim ki 'söylenecek bilmeceleri iki türlü halletmeliyiz…(Mesela) 'Bir oğlum var yüzü deriden, kulakları demirden…' Cevabı: 'Def'dir….Âla, fakat bu deri yüzlü, demir kulaklıyı başka neye benzetebilirsiniz" bu ikinci sorunun yanıtı yazarımızca “kabine” olarak veriliyor. S.B. Ama ben biraz düşününce günümüz seçkin Malezyalılarının da aynı bilmecenin yanıtı olabileceğini kavradım. Çünkü ikisi de dışarıdan gelen eleştirilere def’in demir aksanı ile kapatıp, derisi ile bildikleri gibi okudukları gazele tempo tutuyorlar. Biri YÖK Başkanımız, diğeri Dış İşleri Bakanımız ikisinin de akademik kariyerleri Malezya’dan menkul.

Önce YÖK Başkanının efalinden yaptıklarından, faaliyetlerinden başlayalım. Bu zat Malezya menşeili olduğundan ülkemizin yasalarını, kolayca, arkalarından dönerek halletme becerisini göstermekle ilk notunu aldı. Benim de dört yılını geçirdiğim (güzelim) İstanbul Üniversitesi ana binasını ve bahçesini bir emirle türbanlı öğrencilere ve de sivil polislere açtı. O gece yandaş TV ekranlarında adeta bir bayram havası hissediliyordu. Anayasa Mahkemesinin, hepsi birer içtihad niteliğindeki kararları Malezyalı'nın kıvrak zekasıyla sıfırlanmıştı.

YÖK diye nitelediğimiz “Yüksek Öğretim Kurumu” Kenan Evren ile onu kullanan İhsan Doğramacı nam zatın yarattığı bir ucube kurumdur. Üniversite olmanın temel şartı olan “Akademik özgürlüğü, bağımsızlığı” ortadan kaldırmak, Sıddık Sami Onar vb gibi bu bağımsızlığın üzerine titreyen akademisyenleri adeta cendereye sokan bir dikta düzenidir. Doğramacı ve ailesinin kurduğu iki üniversite üzerindeki vesayetini tüm akademik kurumlara uzatan bir nevi, kollama-koruma-susturma yapılandırmasıdır.

Bu yapılanmanın akademik niteliği Malezya’dan menkul birinin elinde ne hallere düştüğünü görmekteyiz. Bu Malezyalı’yı öven tek kişi, ne gariptir, bir bayan köşe yazarı Tuğçe Baran mahlaslı (Vatan köşecisi) tarafından kaleme alınmıştır. Sayın bayan T. Baran, övmek için bula bula, saatlerce dans pistinde, tepinme tarzını bulmuştu. Her neyse şimdilerde öğreniyoruz ki bu Malezyalı’mız YÖK’ü yeniden biçimlendirecekmiş. Kendine bağlı “Sınav hazırlama” (ÖSYM) kurumunu bile kopyacılıkla iğdiş eden bu zatın nasıl bir YÖK tasarladığını düşünmek bile istemiyorum.

Gelelim niteliği gene Malezya’dan menkul, Hoca lakaplı Dışişleri Bakanımıza. Bu zat bakan olmadan önce Başbakan’ın dış politika danışmanıydı. “Derin Strateji” meraklısı bir profesördü. Ne yazık ki akademik ünvan da inanılmaz boyutta ucuzladı. Gene merhum Sıddık Sami Hoca’dan bahsetmeden duramayacağım. Merhum “İdare” dersine kürsünün tüm elemanlarıyla bir ordu gibi girerdi. Prof. Ragıp Sarıca, Prof. Lütfü Duran ve de asistanlar….Tüm karargah emre hazır Kürsü’nün yanında otururlardı.

Gelelim bu Malezyalı Dış işleri Bakanı’na… Oturduğu makamın geçmişine bakılırsa, çok aciz ve “hariciye’den bihaber” kalmaktadır. AKP iktidarının benzemeye çalıştığı Osmanlı İmparatorlarının Hariciye Nazırları bile kıyas kabul edilemez bir acemidir Davutoğlu Hocamız. Düşününüz Mustafa Reşit Paşa, Keçecizade Fuat Paşa, Âli Paşa’lardan sonra bu makamı nasıl doldurabilir. Hele Cumhuriyet Hariciyesi tam manasıyla bir ekoldür. Bu ekolün başöğretmeni bizzat Mustafa Kemal ve İsmet Paşaydı. İlk talebeleri ise Tevfik Rüştü Aras, Şükrü Saraçoğlu, vb gibilerdir. Cumhuriyet Hariciyesinin sefirleri bile (Örneğin Hasan Esat Işık, Osman Olcay vb.leri) Davutoğlu’nun yanında ustaların ustası olarak kalırlar.

Malezya’dan menkul Davutoğlu’nun iki ilkesi bile insanı, vatandaş olarak ürkütmeye yeter. Bu ilkeler: Vın-Vın (ilanı kazan-kazan) ve de komşularla sıfır sorun…İkisi de ham hayaldir. Bir kere matematik açısından vın-vın söz konusu olamaz. Oyun teorisinde bile varacağımız en olumlu nokta “zero-sum” yani toplam sıfırdır. Yazı tura bile atsanız, ancak, milyona varan denemede %50-%50’ye (o da yaklaşık olarak) ulaşırsınız. Kim kimi aldatıyor. Bilemem ama, aldananın ben olmadığımın farkındayım.

Bir fotoğraf, bu bağlamda gözlerimin önünden hiç kaybolmuyor. Fotoğrafın çekildiği mekan İsviçre, platformun önünde Davutoğlu ve Ermeni Mevkidaşı, önlerindeki protokolü imzalıyorlar…arkalarında ise ABD’nin üç numarası (Secretary of State) Hillary Clinton… “Biri bizi gözetliyor” deyiminin en güzel kanıtı.

Gelinen nokta, Broadway sahnelerindeki “show”lara bile parmak ısırtır. Üç-beş gün önce Lizbon zirvesinde Füze Kalkanı Projesinin topraklarında kurulmasına izin vermiş olan Türkiye’nin Başbakanı, Lübnan-İsrail sınırında, “Ben katile katil derim” nidasıyla kabarırken, kendi yurdunda kurulacak kalkanın kimi kimden koruyacağının farkında değil mi?… Maksat takiye…Dolmabahçe kahvaltılarında Ahmet Kaya türküsüyle, Nazım Şiiri ile yapılan takiyeler gibi. Hem İsrail’i olası bir İran saldırısından koruyacak Kalkan’a ev sahipliği yapacaksın ve de bu yolla “katil” dediğini koruduğunun farkında olmaz geçineceksin….Buna, amiyane bir deyişle “Tabii yersen” denir ama yiyenler o kadar çok ve de yüzsüzler ki…Neredeyse “yerim ama bir kereden zarar olmaz” diyecekler.