Hapı Yutacak mıyız?

Başbakan 29 maddeyi içeren yeni anayasa taslağı açısından niyetini çok açık belli etti, dedi ki “hap gibi bir paket hazırladık. Altına elimizi bedenimizi koyduk.” Bunun anlamı anayasa paketi bizim varlık nedenimizdir, sonuna kadar kabulü için direneceğiz, gerekli stratejileri gözümüzü kırpmadan uygulayacağız. Doğru söze ne denir.

Haftalardır medyanın her kolu anayasa ile düşüp kalkıyor. Fikirler, düşünceler havada uçuşuyor. Sıradan vatandaş bu “Beyin fırtınası”ndan ne anlıyor. Pek bilmiyoruz. Bu soruyu sorunca aklıma Hüseyin Rahmi (Gürpınar)’ın yüzyıl önce (1910) basılan “Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç” romanı geldi. O yıl, tam da içinde bulunduğumuz mevsimde Halley Kuyruklu yıldızı 75 yıllık devrini tamamlayarak dünyamıza yaklaşmıştı. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, herkes olayı merakla izliyor. Bilen bilmeyen konuyu tartışıyor kimi zehirli kuyruğunun içinden geçeceğiz, kimi de yıldızdan kopan “müthiş bila” adı verilen meteorun çarpmasıyla kıyametin kopacağını söylüyordu. Her zaman olduğu gibi konu mahalledeki kadınların diline düşmüştü. Herkes korkuyor, yalan yanlış bir şeyler söylüyor. Yalnız, görmüş geçirmiş bir kadın, ikide birde “Külli Müneccimûn Kezzâb” dedikten sonra ekliyordu: “Siz gökteki kuyruklulardan korkmayınız, yerdekilerden korkunuz”

Bilirsiniz “müneccim” yıldız falcısı demektir. Şimdilerde yılbaşı yaklaşırken TV ekranlarını dolduran “Astrolog” yani… Ne var ki bu deyim sık sık ahkâm kesenler içinde mecâzi anlamda kullanılırdı. O kadıncağızın yineleyip durduğu tümcenin Türkçesi şuydu: “Tüm müneccimler yalan söyler” Halkımızın ahkam kesenlere bakışı değişmemiştir.

Bu girişi yaptıktan sonra sunulan değişiklik paketine ilişkin düşüncelerimizi şöyle sıralayabiliriz.

-Türkiye 1970’li yıllardan bu yana küreselleşen kapitalizme “diyet” ödemektedir. Ödettirilen diyetin nedenlerinin önde gelenleri şöyle sıralanabilir. Kıbrıs’a yönelik 1974 müdahalesi, 1970’li yıllarda sanayileşme bağlamında Sovyetler Birliği ile yakın iktisadi ilişkilere girilmesi,

-Dünya Bankası ve sermaye odaklarının itirazına karşım yaşama geçen GAP projesi. Bunlara bazı ufak noktalar katılabilir ama yukarıda değinilen üç neden önde gelir. Bu olaylar ABD ve AB denetimindeki uluslar arası sermayeyi kızdırmıştır. 1970’li yıllarda öne çıkan neo-liberal yaklaşım ise Türkiye’nin bu diyetleri ödemek için “terbiye” edilmesini gerekli kılmıştır.

-1970’li yılların ikincisi yarısı bu “diyet”in kanlı yüzünü ve iktisadî baskısını su yüzüne çıkardı. Küreselleşmeye başlayan sermaye ile yerli sermaye el ele bu süreci başlattı. Özal, Çiller, Kemal Derviş sürecin gerekli gördüğü tüm değişimleri gerçekleştirdi. ABD destekli Kenan Evren cuntası da bu değişim için gerekli güvenceyi sağladı. Sol düşünce ve siyaset ezildi, özelleştirme amentü gibi kabul ettirildi, devletin ulusal çıkarlarını savunacak iktisadi kararlar almasını engelleyecek “yapısal reform” adı verilen dönüşümler gerçekleştirildi. Bunlar yasal güvencelere kavuşturuldu.

Şimdi, yeni bir adımın atılması evresini yaşıyoruz. Bu evrede, daha önceki yazılarımda altını çizdiğim gibi, Türkiye parlamenter rejimden, başkanlık (ya da yarı başkanlık) sistemine geçecektir. Bugünkü Anayasa değişim önerisinin altında yatan budur. Bunu fark edenlerden biri de TÜSİAD’dır. Bu derneğin yeni başkanı Boyner, siyasi anlamda ilginç bir platformun eski eş başkanıdır. O platformun ideolojisini şöyle özetleyebiliriz. “Fransız demokrasi” yapısından “Anglo-Sakson demokrasi”sine geçmek. Biliyoruz ki yeni Osmanlılardan günümüze tüm inkilapçıların “Devlet Yönetimi” açısından örnek aldığı Fransız ekolüdür. Demokrasi deyince akla daima Fransa’daki parlamenter yönetim gelmiştir. Karı-koca Boyner’lerin, Sami Selçuk vb gibi hukuk adamlarının önerdiği düzen ise 17. yüzyıl liberal dönüşümünün gerçekleştiği İngiliz demokratik yapısıdır. Şurası açıktır ki bu yapı kapitalist düzenin olmazsa olmaz gereksinimidir, sürdürülebilir büyümesini buna borçludur.

Bu saptamaları yaptıktan sonra yeni değişiklik önerilerine karşı olmamızın niçin emekçiler ve ezilen yığınlar açısından gerekli olduğu ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki TBMM’de grubu olan partilerin hiç biri bu gerçeği görmek istemiyor. Yargının teslim alınmak istendiğini ileri sürerek muhalefet yapıyorlar. Ne var ki anayasanın değiştirilemez ilk üç maddesinin şu anda “yok” hükmüne indirgendiğini yargının bir ölçüde teslim alındığının farkında değiller. Cemaatlerin meclise, kabineye hatta Çankaya’ya hulûl ettiği bir dönemde laiklikten kim söz edebilir. Sosyal ve hukuk devleti açısından da aynı şey söylenebilir. Resmi gazetede yayınlanan Anayasa Mahkemesi kararlarına bir bakın, önemli bir yoğunluğun sermayeden yana olduğunu göreceksiniz. Fazla derine inmeyin “toprak reformu” uygulamasının nasıl delik-deşik edildiğini hemen fark edersiniz.

Boyner Başkan üç maddesi hariç değişikleri beğendiğini söylemiş. Utanmış, paket bana uygun diyememiş. Başbakanın hap paketindeki maddelerin çoğu acı paketin tatlandırıcılarıdır (yapay tatlandırıcı) hiç birinin tatbik kabiliyeti yoktur. Uygulanılabilirlikleri yeni yasal düzenlemelere bağlıdır. Parti kapatmayı Meclis iznine bağlamak ise bana McCarthy ABD’sini hatırlatıyor. Vatandaşların anayasa mahkemesine kişisel başvuru hakkını nasıl kullanacağına ilişkin yöntemin belirli olmayışı, ikincisi ise dava masraflarının düzeyi konusunda kuşkuların olması. Önerilen her madde için bu babda o kadar çok itiraz öne sürülebilir ki… Ne var ki hepsi biçimle oyalanmaktır. Dikkat buyurunuz BDP’nin kendi varlıklarına yönelik itiraz dışında CHP, MHP seçim barajını asla gündeme getirmiyorlar. Gerçekten emekten, yoksullardan, yarı açlardan kısacası halkımızın neredeyse yüzde seksenine yakın gıda, mekan, eğitim, sağlık toplumsal güvence yoksunlarından yana birşey söylemeleri gerekenler hiçbir şeyi mırıldanmıyorlar bile.

Halk avcılığının boy, boy yapılacağı bir referandum yanlışın doğru gibi algılanması temeline dayanacaktır. Çünkü tartışılan ve tartışılacak tüm kavramların tanımı bile yapılamamaktadır. Sabah akşam gündemde tutulan darbenin anlamı nedir. Karşındakini sersemleterek, şaşkın, çıkarını bile fark etmeyecek hale getirmekte bir çeşit darbe değil midir? Anayasayı cebir ve hile yoluyla tâğyir ve tadil etmek de darbe sayılır. Yığınları sarsan gerçek darbe ise sermayenin acımasız hunhâr sergerde egemenliğidir.

Dönelim gene Hüseyin Rahmi üstâda. Kuyruklu yıldız üzerine Avrupa’dan gelen telgraf haberlerinin birinde, anarşistlerin yeni marşının ilk dörtlüğü şöyle yansıtılır:

Kuyrukludur hocamız,

Kuyrukludur loncamız,

Haydi durdursanıza

Patlayacak bombamız.

1961 referandumunun simgesi olan sloganı bu kez biz yükseltelim: “hayır’da hayır vardır”. Bombayı patlatalım.