Güven Yitimi

Bir toplumda önemli öğelerden önde geleni, bireylerin yaşadıkları toplumun kurum ve kurallarına olan güven duygusudur. Aileden başlayarak toplumsal her aşamada, güven, toplum yaşamının temelidir. Eğer bireyler yaşadıkları toplumdaki kural ve kurumlar hakkında kuşku duymaya başladılarsa, bunun gerçek tanısı “çözülmedir”, “çökmedir”. Son YGS sınavı çevresindeki tartışmaların özünde “güven yitimi”nin varlığı açıkça görülüyor. Ne aileler, ne de sınava girenler “dürüst” ve “yansız” bir sınav yapıldığına inanmıyorlar. İktidarın önderi sayılacak yetkililerin “ben tatmin oldum” sözleri, itirazları, nümayişleri dindirmiyor. Genel kanı “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” özdeyişine uygun bir eğilim birliğini yansıtıyor. Ne yazık ki şu anda gizli şifreleri çözmeye çalışanlar, “güven yitimi”nin üzerinde durmuyorlar.

Benim gençliğimde iki önemli “ulusal sınav” vardı. Ortaokulu bitirirken yapılan “eleme” sınavı, liseyi bitirirken yapılan “olgunluk sınavı”. Bu sınavlar Fransızların “Bakalonya” aşamasına denkti. Üç dersten girilirdi. “Eleme” sınavını veremeyen ortaokul öğrencisi, sözlü yapılan bitirme sınavını verse bile liseye gidemezdi. “Olgunluk” sınavı da üniversite için gerekliydi.

Bu sınavların soruları MEB uzman birimleri tarafından hazırlanır, mühürlü zarflarla okullara gönderilirdi. Sınav salonunda sorumlu öğretmen zarfın mührünü öğrencilere göstererek açar ve soruları okurdu. Sınav hiçbir zaman bugünkü yöntemle, yani seçmeli testle yapılmazdı. Soruların yanıtları, isim yeri kapatılan kâğıtlara yazılarak verilirdi. Kimse şifre aramaz, bildiği kadar yanıtlardı. Doğrusu “mertçe” yapılan bilgi ölçümüydü. Şıklardan birini tercihe dayanan ve cehaletin asfalt yollarını döşeyen bugünkü sistemle alakası olmayan, öğrencinin, gerçek bilgi düzeyini belirten bir yöntemdi.

Son YGS’deki gizli şifre aranması yazının başında da belirttiğimiz “güven yitimi” ni açıkça ortaya koymuştur. Artık yurttaşlar siyasal erkin hiçbir eylemine, kararına güven duymuyorlar. Tatmin olan erkin üst kademelerini de, deyimi mazur görün, “takmıyorlar”, haklılar. Nitekim Ali Sirmen’in köşesinde sırıtan badem bıyıklı Demir’in resmi bu “güvensizliğin” en çarpıcı kantıdır. Şu örnekleri bir kez daha “güvensizlik” simgesi olarak sıralayalım.

• Tatmin olduklarını, yaşam biçiminin teminatı olduklarını kerelerce ifade eden siyasal erk’e güvenilmiyor.
• Futbol seyircisi hakeme güvenmiyor.
• Öğrenci kendisine kırık not veren öğretmene güvenmiyor.
• Korumaların sayısını artıran, bu bağlamda her türlü güvenlik tedbirini alan başbakan halkına güvenmiyor.
• Sorunları olanlar “adalet kurumuna inanmıyor” “ihkak-ı hak” peşine düşüyor, adaleti kendi uygulamaya çalışıyor. Elde silah öldürüyor ve rahatlıyor.
• Eşler birbirlerine güvenmiyor. Cep telefonlarını, e-maillerini kontrol ediyor.
• Siyasal erk, başkomutanı olduğu askere güvenmiyor.

Bu örneklere sizlerde nice “güven yitim”lerini ekleyebilirsiniz. Ne var ki bir toplum için bu durum hiç de “makbul” sayılamaz. Eğer toplumun bireyleri “aşiret reislerine”, “şıhlara, seyitlere”, CIA ve FBI koruması altındaki “imam-ı azam” mukallitlerine, gide gide mahalledeki “kendine din önderliği” sıfatını yakıştıran “cahillere” inanmaya başlarsa sonuç, eskilerini deyimiyle “fetret”tir. Karmaşadır, anarşidir.

Kurum ve kuralların yitirmiş olan bu toplum, altmış gün sonra, cumhuriyet tarihinin en hayati seçimini gerçekleştirecek. “Güven yitimi”nin yaygınlaştığı bu ortamda “seçim sonuçlarına” kim güvenecek? Görünen o ki kimse güvenmeyecek, beklediğini bulamayan her siyasi oluşum “sonuca” itiraz edecek. Belki de diğer ülkelerde rastladığımız, protesto gösterileri sokakları dolduracak.

“Güven” duygusuna en fazla gereksindiğimiz günlerde karşılaşılan bu güven karmaşası son on yıldır adım adım hazırlandı. “Ergenekon”, “Balyoz” vb nice dava, “Da Vinci Şifresi” benzeri komplo kuramları ile süslenerek önümüze sürüldü. Beşiktaş Adliyesi, özel yetkilerle donatılan savcıları ile bu bağlamda “pionier” rolünü başarı ile gerçekleştirildi. Savcı Zekeriya Öz’ün, ekranlara da yansıyan bir resepsiyonda, eşinin yanında söyledikleri hiç aklımdan çıkmadı: “Beni de kullanırlar ve atarlar”.

Kehanete gerek yok, zor bir seçim sürecine giriyoruz. 14 Mayıs 1950’den bu yana ilk kez, “endişeli beklentileri içeren” bir seçim olacak. Toplumun güven yitiminin tatmin edilmesi her siyasal oluşumun görevidir. Ne ki, okyanus ötesinden Anadolu’nun “sinesi”ne uzanan komplolar, küresel emperyalizmin yeni serüvenlere açılma isteği ve de kendisini “dinen” seçilmiş kanısında olan bir “siyasal erk” bu endişeleri yarattığı gibi, tavır ve niyetleri ile de besliyor. Onun diliyle “hayırlara vesile olur inşallah” demek yeterli değil. Karşı koymak, oyunu açıklamak, cepheyi genişletmek şart…