Değişimin Yönü Önemli

Önceki yazılarımda Türkiye'nin yakın gelecekteki yol haritasının Nisan'ın ilk haftasında belirleneceğine değinmiştim. ABD'nin yeni Başkanı Obama'nın huzurunda gerçekleşen G-20, NATO ve ABD-AB zirvelerinin alacağı kararlar bu bağlamda öne çıkmaktaydı. Öyle de oldu. Başkan Obama'nın iki gün süren ziyareti yeni yolun temellerini döşedi. G-20'lerin Londra'da ki zirve ve aldığı kararlar "disiplinli Kapitalizm"(?) diye tanımlanan "Yeni Dünya Düzeni"ni haber veriyordu. Bu kararları (sanırım önümüzdeki Eylül'e kadar) irdeleme fırsatı bulacağız. Bir öngörü olarak bu kararların mevcut ekonomik buhrana deva olma açısından başarılı olamayacağının altını çizmek isterim.

Obama, sözün tam anlamıyla bir kurtarıcı gibi algılandı ülkemizde. Anıtkabir ziyareti ve laik demokrasi nitelemesi Kemalistleri havalara uçurdu. İslam dünyasına uzattığı eliyle Müslümanlara, sınır sorununa değinmesiyle Ermenistan'a, Heybeliada Ruhban okulunun açılması telkiniyle Ortodokslara umutlar dağıttı. Gazete manşetleri, köşe yazıları, TV programlarıyla alabildiğince yüceltildi. Bu yüceltmenin doruk noktası ise Mehmet Barlas'ın yorum arkadaşı Emre Kongar'ın Cumhuriyet'teki yazısının şu cümlesiydi: "Artık Obama ve Obama yönetimi var". Küreselleşmiş kapitalizmin yarattığı ekonomik yozlaşmayı disipline etmeyi hedefleyen yeni önder Obama'da simgeleşen iyi polis'in ağzına ve yönetimine bakıyoruz artık. İçine girdiğimiz bu yeni dönemin ana şiarı da "değişim". Bu belgi Obama'nın seçim vaadiydi. Ve her konuşmasında yineliyordu. "Evet Yapabiliriz". Bu şiar şimdilerde siyasi yaşamımızda vazgeçilmez oldu. AKP de, CHP de aynı sözcüğü kullanıyor. Seçimden önce "açılım"a dört elle sarılmıştık. Çarşaf açılımı, Alevi açılımı, Kürt açılımı vb. gibi. Şimdilerde ise "değişim" trendi. Oysa "değişim" evrenin ana öğesi. Yıllarca anlata anlata dilimizde tüy bitti. Ne var ki siyaset adamlarımız bunu yeni keşfediyor ve fakat yönünü belirlemekten çekiniyorlar. Bu bâbda hepsi de zor durumda Örneğin AKP'yi baş etmekte çok zorluk çekeceği kararlar bekliyor. Büyük Reis Obama TBMM'deki konuşmasında ve diğer demeçlerinde açıklıkla ortaya koydu. Heybeliada Ruhban Okulu'nu açın dedi. Ülkemizdeki azınlık okulları Lozan Antlaşması'nda belirlenmiştir tedrisat programları yönünden Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetimine tâbidir. Oysa Patrikhane bu okulun kendine bağlı olmasında ısrar ediyor. Kaba bir benzetmeyle "Kaçak Kur'an Kursu" benzeri ayrıcalık istiyor. Ruhban okulu bir yüksek okul niteliğinde ise YÖK'e bağlanmak durumundadır. Kuşkusuz sözünü ettiğimiz, bir oranda teknik sayılabilecek engellerin dışında, Ruhban okulunun açılmasının seçmen tabanında yaratacağı siyasi sorunun da tahribatsız aşılması olanaksızdır.

Türkiye Ermenistan sınırının açılması ise "Obama istedi oldu" denecek kadar hafife alınacak bir konu değildir. Ermenistan'ı diplomatik anlamda tanımadan böyle bir açılım havada kalır. Bugün havayoluyla sınır açıktır. Bavul ticareti en geniş boyutuyla yapılmaktadır. Gürcistan üzerinden Türk malları Ermenistan'da pazarlanmaktadır. Binlerce Ermeni vatandaşı İstanbul'da kaçak çalışabilmektedir. Bu koşullarda Gümrü (eski Leninakan) sınır kapısının açılmasının, Iğdır'da Aras'a köprü kurarak bir başka kapıyı işlevsel hale getirmenin pek konuşulmayan, bir başka anlamı Ermenistan'ı tam manasıyla tanımaktır. Tek yanlı soykırım savını bir yana bırakalım bu ülkenin temel varlığı ve ereği olan anayasasını da tanımaktır.Biliniyor ki bu anayasa da Doğudan İç Anadolu'ya uzanan bölgedeki illerimiz Ermeni yurdu olarak tanınmaktadır. Böyle bir hedefi olan ülke kolayca tanınabilir mi?. Obama, AB isteyebilir. Fakat Türkiye'de bu koşulları bir emel olarak açıklayan bir devleti tanıyacak siyasi partinin seçmenlerini ikna etmesi beklenemez. Hele AKP'nin tabanı bunu hiç içine sindiremez. Unutmayalım ki pek övülen "Osmanlı Sekülarizmi" Tanzimat'tan (1839) bu yana İmparatorluk içindeki ulusların bilinçli ayrılıkçı eylemleri ile fiilen tarihe karışmıştır.

Obama'nın ABD elçiliğince seçilmiş öğrencilerle yaptığı "yuvarlak masa" söyleşisinde dile getirdiği "Kürt Azınlığı" nitelemesini DTP dahil hiçbir partinin yeğleyeceğini sanmıyorum. Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Hatip Dicle, Sakık ve nice liderlerinin böyle bir nitelemeyi içlerine sindirmemeleri gerekir. Bugün sahip oldukları vatandaşlık hakkından vazgeçip azınlık hakkına razı olmak geriye yönelik bir değişimdir. Vatandaşlık haklarından tam anlamıyla yararlanmadıklarını iddia ediyorlarsa (ki bu konuda hakları vardır) bunun savaşımını Türkiye'nin emekçileri, ezilenleri ile birlikte versinler. Sömürenler, ezenlerle ittifak halindeki aşiret reislerine biat etmeyip feodal ilişkileri yıkmaya yönelik savaşımı yapsınlar. Obama bu yapıyı bilmez. O aşiret reisleri, Arap şeyhleri ile ABD'nin çıkarı için bağlaşıklıklar kurar. Görülüyor ki Obama'nın "Geçmişinizle Yüzleşin" kalıbıyla öne sürdüğü bu öneriler emperyalistlerin kendi geçmişleri ile yüzleşmediğinin kanıtıdır.

"Değişim" seçim sonuçlarının tüm siyasi gruplara yönelik üstü örtülü emridir. Bu emrin hangi yönde yaşama geçeçeğini ileride göreceğiz. Buna rağmen meydana gelecek değişimin "Dış Dinamikler"ce belirleneceği bugünden seziliyor. Sayın Başbakan'ın Tavillioğlu'nun Rixos otelinden, Antakya'daki Sultan Otoman Palace'a yönelmesi ilk adımdır. 1 Mayıs açılımı ise emekçilerin kan ve canları pahasına ulaştıkları noktadır.

CHP'nin yükselen yeni değeri Kılıçdaroğlu değişimi gençlere gecekondulara, Güneydoğu'ya açılımla sınırlandırıyor. Eğer harflerle ifade etmeye meraklıysak bunlara geçim sıkıntısını da ekleyebiliriz. Teşhis doğru gibi gözüküyor. Fakat bu dört G'nin nedeni olan liberal ekonomiye değinilmiyor. Yok sayılıyor. Bugünkü eklemlendiğimiz küresel kapitalist düzen aynen kabul ediliyor. Rasmussen'e karşı olduktan sonra veto'yu geri çekmemiz skandal olarak niteleniyor. Oysa, NATO'nun kendisi sorgulanmalı. Altmış yıl önce sözde savunma paktı olarak kurulmuş olan bu örgütün Varşova Paktı tarihe karıştıktan sonra neyi savunacağı sorulmuyor. Kapitalist düzenin küresel jandarması görevi aynen onaylanıyor. CHP'nin tabandaki uyanıklar (sayıları pek çoktur) belediyelerde soygun sırası bize geldi diye ellerini ovuştururken hangi değişimden bahsedebiliriz. CHP'nin toplumcu diyebileceğimiz bir değişimi yapabilmesi için önce taban dediği üyelerine yönelik bir tasfiye hareketini gerçekleştirmesi gerekir. Başta Önder Sav olmak üzere delege ağaları temizlenmelidir. Bugünkü haliyle CHP, Fevzioğlu'nun Güven partisinin özdeşidir. Bir başka deyimle 1970'li yılların "Milliyetçi Cephe"sinin payandasına benzemektedir. Kılıçdaroğlu'nun değindiği Gençlik, Gecekondu, Güneydoğu ve Geçim sonuçlarını çözebilmenin anahtarı sola olabildiğince açık bir siyaseti yaşama geçirmektir.

MHP ise Kemalist yaklaşımı benimseyen milliyetçiliği Ege, Akdeniz ve Karadeniz hinterlandına yerleştirme yolunda bir sonuç elde etmiştir. ABD'nin el vermesiyle Enver'in Orta Asya rüyasını bir kere daha yaşamayı bekleyen genç bir kuşağın da desteği ile adım adım AKP'nin yerini almayı hedeflediği belli olmaktadır. İlginç olan bu eğilimin sloganının da "Tam Bağımsız Türkiye" olmasıdır.

Büyük reis Obama'nın ilk hedef diye tanımlanabilecek uyarılarına karşın tarih, toplumların üretim ilişkileri ve üretim tarzlarının belirlediği aşamaları geçerek kaçınılmaz noktaya doğru ilerlemektedir. "Disiplinli Kapitalizm" bu gelişimi engelleyemez. Gerisi sadece ayrıntıdır.