Çözülme ve Çöküş

VAN DEPREMİ turnusol işlemi gördü. Övünmelerin, Karadeniz’den Marmara’ya uzanan çılgın projelerin kısa sürede “Kara Mizah”a dönüşünü belgeledi. TOKİ’nin önderi, şimdinin Şehircilik Bakanının bilgi dağarını ortaya çıkarıverdi. “Kral Çıplak” sözü bile depremin sergilediği gerçek karşısında yetersiz kaldı. Bilge’liğe soyunan Bakan, Van’da meydana gelen 7.2 şiddetindeki depremden sonra “Fayın tüm enerjisi tükendi, korkmayın evlerinize girin” dedi ve de 5.6 şiddetindeki sarsıntı onu yalancı çıkardı. Bu deprem, ülkeyi yönetmekle sorumlu olanların “sözde bilgeliklerini” tekzip etti. Konuşma becerisine çok güvenen RTE (Obama’ya bile seçim mitinglerinde konuşma yapmayı önerdi) sustu. Çünkü “vaaz” veren hitabeti maddi ve manevi çöküşü örtemeyecekti. Ama “11.11.11”in cazibesine uyarak “Van” kan ağlarken 111 tesisin toplu açılışını yapıverdi. Ne var ki bu “Magazin”vari açılışı yapılan 111 tesisin neler olduğu hiçbir medya organından öğrenemedik. Dolayısıyla sadece 111 sayısıyla yetindik.

Siyasi önderlik, kamu yöneticiliği sadece “vaaz” vererek yapılamıyor. İnsanlar, kendilerini yönetenlerin çok konuşmasını değil az, öz ve gerçekleri sergileyen bilgileri vermesini bekliyor.

Bu bağlamda F.D.Roosevelt’in 1929 bunalımını atlatmak bağlamındaki “New Deal” programını ABD halkına anlatmak üzere radyodan yaptığı söyleşiler çok iyi örnektir. Her gün kürsüye çıkarak, hırçın ve de tehditkâr konuşmalar durmadan yinelenirse dinleyenler bu “lafazanlığa” ancak bir süre tahammül eder.

Durmadan her alanda ahkâm kesmek bir yerde hatip’in yanlışlarını çoğaltır. Örneğin,geçenlerde RTE “Ben devletçiyim” diye vurguladığında gözlerim faltaşı gibi açıldı. Ülkenin tüm kamusal varlıklarını haraç-mezat satan bu kişi nasıl “devletçi” olduğunu savlayabilirdi. Konuşma devam ettikçe anladım ki Başbakan bu sözcüğü “üniter devletten yanayım” anlamına Anadolu topraklarında “Tek devlet olacaktır” demek amacıyla kullanmış.

“Devletçilik”, yaklaşımı ülkemizde 1930’dan sonra gündeme gelmiştir. Gazi’nin Afet İnan’a dikte ettiği, tanımıyla “Özel kesimin, sermayesinin yetişemediği alanlarda devletin devreye girmesi” gereğine dayanan bir ekonomik terim olarak benimsenmiştir. Sovyet Plancılığından esinlenen “Birinci Sanayi Planı” da bu bağlamda benimsenmiştir. 1930’lu yılların ilk yarısında yayınlanan KADRO dergisi de bu eğilimin ideolojik alt yapısını oluşturmayı hedeflemişti.

Başbakanımızın bu tarihi olguyu bilmesini beklemiyorum. Ne var ki kullanılan sözcüğün kaynağının da araştırılması muhtemel yanılgıları önler. Siyasetçiler değişik şekilde kamuoyunu yanıltırlar. Ünlü İngiliz Başvekili Disraeli bu yanıltıcıların en önemlisinin “istatistik” olduğunu ısrarla belirtmiştir. İstatistik bu bağlamda çok sık kullanılır, örneğin kişi başına düşen Milli gelirle ilgili paranın satın alma gücünü göz önüne almadan ülkeler arası karşılaştırma yapamazsınız, Türkiye’de kişi başına gelirle kaç kilo et, İngiltere’de ise kaç kilo et alındığı mukayese edilirse bunun ifade edeceği gerçek anlamlıdır. Fakat bazı durumlar vardır ki bunların sayısal yansıması, mukayesesi mümkün değildir. Van Depremi’nin kanıtladığı toplumsal çöküş ve çözülme de böyledir. Bizim kuşağın çok tartıştığı “Kerim Devlet” kavramı bu depremle yerle bir olmuştur. Bu çözülüm ve çöküş unutmayın ki gelecekte emperyalizmin at oynatacağı bir boşluğu ifade etmektedir. Van Depremi sınırlı bir felaket sayılabilir. Ama İstanbul Depremi emperyalist güçlerin, yardım amacıyla istilâsına yol açabilir. Toplumsal çözülme böyle bir “dolaylı istilâ”yı alkışlayarak karşılayabilir. Van’ın sirenleri bu bağlamda kulaklarımızı çınlatmalıdır.