Başbakan, partisinin seçim bildirgesini açıkladı. Bildirgede ağırlık “2023 hedefine” verilmişti. Kişi başına milli gelirin 25.000 dolar düzeyine çıkarılacağı vurgulanıyordu. İşin ilginç tarafı CHP bu hedefe 6.000 dolar daha ekledi. Ama hiçbiri ulusal gelirin nasıl dağılacağına, bunun yanı sıra “servet dağılımının” ne olacağına deyinmedi. Üstüne üstlük her iki parti de “büyüme hızından” söz ederken, geçmiş planlı yılların “kalkınma hızını” ağzına almadı. AKP de CHP de gelir dağılımının “oburları” besleyeceği gerçeğini sakladı. Oysa “obur”ların artmaması için “kalkınma hızı” önemlidir. Yani sağlıklı, bilinçli gelişme kalkınma.
Başbakan 12 yıl sonrasını sergilerken, üstü örtülü biçimde 2015, 2019 ve de 2023 seçimlerinin de AKP tarafından kazanılacağını beyinlere nüksetmeye çalışıyordu. Oysa küreselleştirilen demokrasi kavramında mutlak iktidarın sermayenin elinde olduğunu bilenler için, üç seçimi peş-peşe kazanma hayali biraz “çılgın” bir savdır. Ne ki AKP genel başkanı “çılgın” projeleri pek seviyor bu projelerin tamanında “merkez” İstanbul ve çevresi oluyor.
Nitekim İstanbul’un kuzeydoğusu ve kuzey batısında iki şehrin kurulması da bu bağlamda ele alınmalıdır. Bilindiği gibi Çerkezköy – Adapazarı –Bursa üçgeni, dışsal ekonomilerin (kaliteli emek, sermaye birikimi ve lojistik kolaylıklar) uygunluğu nedeniyle adeta bir nevi “megapolis” haline dönüşmüş ve Türkiye nüfusunun yüzde 25’ine yakını bu bölgede yaşamaya başlamıştır. Ekonomi tarihçileri “Marmaranın albenisi”nden daima söz ederlerse de, bölgenin bu şekilde “yığınak” noktası haline gelmesi, ne şehircilik, ne ekonomi bağlamında “hastalıklı” olarak nitelenmelidir. Üstelik bu bölge Anadolu’nun en tehlikeli “fay” hattı üzerindedir. Karmaşık, kent özelliklerine hiç de sahip olmayan bugünkü İstanbul, nüfusunun yüzde 80’inin sağlıklı yaşam koşullarından mahrum olduğu bir megaköydür. Sağlıksız kentleşmede Meksiko City ve Kalkuta ile yarışmaktadır.
İki kentin kurulacağını duyan basın mensuplarının, bahsedilen çılgın projenin bu mu olduğu sorusuna başbakan “hayır onu 27 Nisan’da açıklayacağım” yanıtını vermiştir. Şu günlerde herkes, bundan daha çılgın proje ne olabilir diye çeşitli tahminlerde bulunuyor.
Ben önce değerli yazar Tahsin Yücel’in bir roman kahramanı “niyorklu müteahhidin” Gülhane parkının kıyısına “hürriyet heykeli” projesini hatırladım. Sonra bu yaklaşımın yeterince “çılgın” ve de “çıldırtıcı” olmadığını düşündüm. Gazeteci Fatih Altay’lı Dubai örneği yapay adalar mı diye düşünüyor. Daha iskan edilmemiş iki ada (Yassı ve Hayırsız ada) onları imar etmek varken yenisine ne gerek var diye düşünüyorum.
Tüm belirsizler içersinden benim aklıma iki olasılık geliyor. Bunları sizinle paylaşmak istiyorum.
Birinci çılgınlık: İstanbul boğazını tanker trafiğinde kurtulmak için Karadeniz ile Marmarayı birleştirecek bir kanalın açılması. Böylece iki uydu kentin yaratılmasıyla daha da büyüyecek İstanbul’un tehlikeli yükler taşıyan gemilerden kurtarılması. Ne var ki bu makul bir tasarım yapılabilirse 25 milyona yakın bir metropol tehlikeden arınmış olacak… Dolayısıyla çılgın değil. Çünkü çılgınlığa dayanan bir proje biraz da akıl dışı sayılmalıdır.
İkinci çılgınlık tam bir “çılgın” girişimdir. 2023’e yetişirse Tayyipgillerin yaklaşımıyla tam anlamıyla bir “rövanş” olacaktır. Bu çılgınlığın ilk adımları yaklaşık iki – üç yıldır gündemdedir. Hepsi İstanbul iş çevrelerinin desteğiyle hazırlanan “anayasa” taslaklarına bir bakalım. Bu taslakların ortak paydası, “değişmez” kabul edilen üç ilkeden yalnız “cumhuriyeti” korumaktadır. Ne laiklik, ne de Ankara’nın başkent oluşu bu taslaklarda yer almaktadır.
Eğer AKP’nin anayasa tasarısı yaşama geçerse, ilk adım Ankara’nın başkentliğe veda etmesi olacaktır. İşte Tayyipgillerin “çılgın projesi” budur. Türklerin bin yıllık Anadolu serüvenine bir gözatalım. Beylikler dönemini bir yana bırakırsak şu “başkentlerin” öne çıktığını görürüz: Konya, Bursa, Edirne, İstanbul. Şu andaki (sözünü ettiğimiz) iki ana kent Bursa ve İstanbul’dur.
İş çevreleri İstanbul’da odaklanmıştır. Kültürün merkezi gene İstanbul’dur. Yaşam biçiminin dominant noktası gene İstanbul’dur. Boyner’ler, Tesev’ler vb., gibi sermaye gruplarının varlığı, ülkedeki toplam verginin yüzde 70’i aşkın payı vb. gibi bir çok konuda İstanbul başattır.
Başbakanın çılgın düşü budur. Böylece Ankara, Anıtkabir, cumhuriyetin kurucu ilkeleri tarih denen müzeye kapatılacaktır. Düşlenen intikam “Ankara”dan alınacak, inkılabın yüzüncü yılına Huber “İstanbul”la girilecek. Gerçekten çılgın bir düş bu. Böylece işverenler, burjuvalar, Fatih ve yöresindeki cemaatler düşlerine kavuşurlar. Dolmabahçe'deki büro, köşk ile atılan adımlar gerçekleşir.
Yanılmayı çok isterim “çılgınlığın” üç noktası olan bu “proje”den daha da çılgın olanı varsa onu bilemem. Malumdur ki çılgınlığın endazesi olmaz.