Bir Düş'ün Sönümlenmesi

Sanırım on yıl önceydi, Bodrum-Akyarlar sahilinde bir “Batı Trakyalı” Türk ailesi ile tanışmıştım. Karşıdaki, İstanköy (Kos) adasını göstererek, AB üyesi olmanın faziletlerini anlata, anlata bitiremedi. Refahın, vize kolaylığının, geniş bir çalışma olanağına böyle kavuştuklarının ısrarla altını çiziyordu. Aynı dönemde önemli bir aydın kesimi de AB hasretiyle yanıp, tutuşuyordu.

AB’nin ilk tohumu İkinci Dünya savaşının ertesinde, Fransız Dışişleri Bakanı M. Schuman tarafından atılmıştı. Bu Fransa, Almanya ve Benelüks ülkelerini kapsayan sınırlı amaçlı bir kömür-çelik birliği idi. Daha sonra AET olarak daha geniş kapsamlı bir Pazar oluşumuna dönüştü. Bu örgütün, başarılı olması sonrası, daha sıkı bir ekonomik yapıya ulaşma amacıyla ortak bir para birimine de (Euro) sahip olan bugünkü yapıya ulaşıldı.

Başlangıçta iki dünya savaşıyla sarsılmış olan Avrupa’nın ABD, Japonya, Çin vb gibi ülkelerle rekabet edebilmesi açısından önemli ve tek yol olarak görülen bu birlik, aydınlarımızın da bir demokrasi güvencesi şeklinde görmesi nedeniyle, Türkiye için adeta ulaşılması gereken tek amaç haline dönüştü.

Çiller-Karayalçın ortak hükümeti bu bağlamda en çılgın adımı attı. Yönetiminde tek rey’e bile sahip olmadığımız AB Gümrük Birliği’ne koşulsuz katılma kararı aldı… O günlerde bu sallapati kararın otomobil plakalarına da yansıdığına tanık olduk. Bu yetmezmiş gibi ortaklık müzakerelerinde fasıllara geçilmesi kararı Melih Gökçek’e güpegündüz Kızılay meydanında havai fişek şöleni yaptırdı. Sonrası tam bir sükut-û hayal. Ama bu düş kırıklığı Başbakan’ın kullandığı deyimle “hayırlara vesile oldu”

Eski sosyalist ülkelerin hemen üye olarak yer aldığı bu birliğe Türkiye alınmadı, alınmak konusunda küçük bir umut verilmedi. 1960’lı yıllarda sosyalist kesimin ünlü sloganı, doğru bir sav’ı dile getiriyordu.: “Onlar ortak biz pazar”. Son günlerde Yunanistan’la başlayıp, İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda vb ülkeleri de kapsayan büyük borç sorunu AB’nin adım adım bir Franko-Germen imparatorluğuna dönüşmekte olduğunu ortaya koydu. “Eşitsiz gelişme” yasası Euro bölgesinde de kendini hissettirdi. AB, Alman-Fransız ekonomik gücü nedeniyle, bir önce saydığımız ülkeleri adeta esir almıştır. Almanya’da mukim AB Merkez Bankası, geçen hafta kabul ettiği 1 trilyon euro’luk (1.4 Trilyon Dolar, 2.5 Trilyon TL) kurtarma paketiyle gerçek hegemonik gücün Almanya-Fransa olduğunu açıkça ilan etmiştir.

Yunanistan topun ağzındaki ilk ülkedir. Daha önce de değindiğim, Yunan Başbakan’ının “Ne istiyorsunuz Mora’yı mı satalım” feryadı daha beter biçimde Yunanistan’ın tam teslimi ile gerçekleşmiştir. AB Troykasının kabul ettiği plana göre, Yunanistan’ın borçlarının yarısı silinmiş, ne var ki geriye kalan borç miktarı ülke milli gelirinin kat kat üstündedir.

Bu resim Fransız-Alman emperyalizminin gerçek yüzünü yansıtmaktadır. İlk kurban yanılmıyorsam İzlanda olmuştur. Kutuplara komşu bu ada ülkesinin iflası pek fazla ses getirmemişti... Yunanistan’ın durumu ise AB’nin temel felsefesinin yıkıldığını ortaya koymaktadır.

AB’deki bu sarsıntının altında yatan, gelişme düzeyleri farklı olan ülkelerin, bağımsız bir para politikasına sahip olmayınca ne denli onulmaz yaralar alacağını ortaya koymuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Merkez Bankası görevini de üstlenen “Osmanlı Bankası”nın tarihi incelenirse, İmparatorluğun sönümlenmesindeki başat nedenlerin en önünde dışa bağımlı “Para Politikası”nın olduğu görülecektir. Ülkenin bağımsızlığı sadece askeri işgalle yitirilmez, parasına sahip olamaması da bir nev’i işgaldir. Yunanistan örneği bunun en canlı örneğidir. Yunanistan belki Mora’yı satmadı ama tüm ülkenin can damarlarını ipotek ederek ancak yapay solunum aletine bağlanmayı kabul etti.