Beyoğlu'nda Bir Donkişot

Bilirsiniz eski adı “Grand Rue Pera” olan İstiklal caddesi ve çevre sokaklarının önemli bir bölümü yayalara tahsis edilmiştir. Taşıt giremez. Bu sokaklardaki lokanta, cafe vb gibi işyerleri yazın kaldırıma da masalarını koyarlar. Ne var ki , jammerli korumaları ile bu caddeden geçen (kuralları ihlal ederek) bir büyüğümüz içine sindirememiş, sinirlenmiş, olay bir takıntı halinde düşüncesine “musallat” olmuş. Oysa İstanbul’da Boğaz kıyılarında, Ortaköy’de, Nişantaşı’nda Bağdat Caddesi'nde böylesine kaldırım cafe’lerini saymakla bitiremezsiniz. Ne ki önemli kişilik Beyoğlu’na bu durumu yakıştıramamış Ne de olsa Kasımpaşa üstü Beyoğlu’dur orası. Bu jammerli korumalarla yapılan teftişten sonra cadde ve sokakları masa ve sandalyeden arıtmak için bir savaş başladı. Sanırsınız ki ikinci “İstiklal” savaşı. Ne ki bu savaşın şövalyeleri olan zabıtaların ne “Rozinante” gibi bir atı ne de kılıç çekip saldıracakları yel değirmenleri vardı. Herkes şaşkındı. En başta “Saray Muhallebicisi”nin kaldırımı istila etmiş olması sanırım Topbaş'ı da hayli korkutmuştur. Çünkü asabiyeti dünyaca ün yapmış liderini kızdırmak, herhalde, en son isteyeceği şeydir.

Bağnazlık, bencillik ve de kibir birlikte olunca, neyle mücadele edeceğini bilemeyen sözde şövalyelik ortaya çıkar. Bugün Beyoğlu esnafının içine düştüğü durum, asgari sekiz yıldır Türkiye’nin genel görünümüdür. Eski DGM’lerin yerini alan özel yetkili savcılar ve mahkemeler neredeyse ticari davalara bile el atacaklar. Garip ama yadsınamaz keyfilik kamu yönetimi ve adalet sisteminin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Geldiğimiz nokta tam bir kaostur.

Tutukluluk neredeyse yaşam biçimine dönüşmüştür. Sıradan davalar bile anlamsız nezarete almaları (gözaltı) ve tutuklamalara neden oluyor. Şike (futbolda) bir suçtur ama oy avcılığı için verilen “iftar yemekleri”, gıda paketleri, kömür dağıtımı aynı suçun kapsamına girer. Hayali yel değirmenleriyle savaşıyor izlenimini vermek de şikenin başka şeklidir. Bütün bu sergilenenler, sanal düşmanlar ise şikenin boyutunu daha da büyütür.

Bunları yazarken, yeni bir kriz daha gündeme oturmuştu. Karizma insanı şaşırtmamalıdır. Hemen hemen on yıldır, Balyoz vb gibi olası darbe davalarıyla uğraşıyor duruyoruz. Şu anda sekiz milletvekili cezaevinde. Generaller, aydınlar, gazeteciler, futbolcular, futbol kulüplerinin yöneticileri içeride. Adalet istatistiklerine bir göz atarsanız hükümlü ve tutuklu sayısının neredeyse eşit olduğunu saptayabilirisiniz.

Öğreniyoruz ki Kuzu Burhan ve ekibi harıl harıl yeni anayasa taslağını hazırlıyorlarmış. Taslağın içeriğini şimdiden kestirmek mümkün. İlk üç değişmez madde kesinlikle delinecek. Ankara’nın başkentliğini AKP iktidarı hiçbir zaman benimsemedi. Onlar için “tarihi çekim merkezi” Marmara ve İstanbul yeterli.

Beyoğlundaki sandalye savaşı, psikolojik tutkunun, Osmanlıca deyimiyle “Beyne Musallat” olan “ihtirasın” küçük bir dışa vurumuydu. Ne varki sürekli krizler yaratarak, sanal “Kara Şövalyeler” üreterek nereye varabilirsiniz.

Önümüzde zor günler var. İnanılmaz boyuttaki kendini beğenmişlikle davranan, doğrucu Davut olduğuna herkesi inandıran, küresel kapitalizmin sevgili kulu haline gelen bir “musallat”la nereye varacağız. Bilen varsa söylesin o “Çılgın Projeyi” biz de bilelim.