Aklı selimi yitirdik

Garip bir Cumhuriyet olduk. Hiçbir toplumsal, idari ve amaç tutarlılığı kalmadı. Eskiden arkadaşlarla Baylan’da ya da bir meyhanede akşam demi için toplandığımızda, bugünkü tarz konuşmaları “fikir değil zikir teşaşürü” diye nitelerdik. Biraz içkinin etkisi, biraz da hoşgörü ürünü bu söyleşileri hemen unuturduk. Ne var ki bugünkü durum farklı. Bir kere yadsınacak bir “Tarz-ı İdare”yi her gün irdelemek durumunda kalmak yorucu, bu da “insanı tüketen” bir olgu. Sorumlu kişi her gün uzun, uzun konuşuyor. Yani, kavramları, kendi sevenlerin deyimiyle İslami hadisleri yoğuruyor. Anlamak zor. Bakıyorsunuz bir konuşmasında bir partiyi “Ölü sevicilikle” suçlayabilmiş. Bu sözü kurumadan, ana muhalefet partisini “Alnı kirli lider” diye niteleyebilmiş. Kılıçdaroğlu bir vesile ile “Yaparsan alnından öperim” diyecek olmuş. “Kirli dudaklı” ithamıyla şaşkına dönmüş.

Başbakan bilindiği gibi “İmam-Hatip Lisesi” mezunu. Anlaşılıyor ki “imam”lıktan daha çok “hatip”likten nasiplenmiş. O derece ki ABD Başkanı Obama’ya başlayacak seçim kampanyasında yardım etmeyi bile öneriyor. Neyse kendini böyle tatmin ediyorsa bırakalım yapsın. Ama televizyonu her açışımızda onu dinlemek de çoğumuzun akıl sağlığını bozuyor, yani “aklı selimi” kaybediyoruz. Diğer taraftan hükümetin öyle kararları var ki bunları ne yönde yorumlayacağımızı da kestiremiyoruz.

Geçen hafta, ortada fol ve de yumurta yokken Çankaya’ya bağlı , “Devlet Denetleme Kurulu” Eski Cumhurbaşkanı T.Özal’ın ölümünün şaibeli göründüğünü ilan ediverdi. Bunun üzerine ilk atlayan Ahmet Özal’dı, mezarı açılsın “Feth-i Kabir” (bu kavramı da böylece öğrenmiş olduk) dendi. Ekranların cadıları ve de duayenleri konunun üzerine hemen atladılar. Çankaya, yaklaşan seçimde Özal’ın hakkını (hangi haksa) vererek bir adım öne geçme niyetini böylece ortaya koydu. Ve Anayasa Mahkemesi de Gül’ün 7+5 yıllık bir hakkı olduğuna, yani 2014’te tekrar aday olabileceğinin vizesini verdi.

Başta dedik ya “Aklı Selimi yitirdik”. Düşünün ve anlamlandırın Türkiye Cumhuriyeti o hale geldi ki Cumhurbaşkanının görev süresini yurttaşlar bilmiyor…Peki bundan sonra ne olacak…Sanırım adım adım bir yönetim kaosuna yöneliyoruz. Cumhurbaşkanlığı makamının bir başak adayı olan Recep Tayyip Erdoğan ise kozunu çok açık oynadı. Gazi Mustafa Kemal’i Deccal olarak adlandıran Fettulah Hoca’yı “Bu hasret bitsin” diye yurda çağırdı. Hoca efendi bu davete icabet ederse meydana gelecek olayları düşünebiliyor musunuz.

Ana muhalefet partisi ise “görüşelim, her şeyi beraber çözelim” havasında, ne partisinin gücünü ve etkisini analiz edebiliyor ne de Cumhurbaşkanlığının önemini idrak edebiliyor. Diğer yandan doğrudan halk tarafından gerçekleştirilecek bu seçimin temel kuralları bile saptanabildi mi? Ne var ki ekranlar şimdiden “Gül’mü, Tayyip’mi” patırtısıyla meşgul. Sanki başka aday yokmuş gibi... “Aklı Selim” den yoksunların yorumları da böyle uçuk olur. Altan Öymen’i koyalım bir yana, dış politika sözcüsü Loğoğlu’nun ekran yüzüne ne buyurulur. Net bir tiksinti duygusu yüzünün her bölümünden okunuyor. Öylesine tenezzülünü yansıtıyordu.

"Aklı Selim”e gereksinimimiz her gün daha da artıyor. Haber kanallarının gece yayınları inanılmaz cehalet örnekleriyle dolu. Merhum Prof. İdris Küçükömer’i İkinci Cumhuriyetçilikle suçlayan tartışma "Aklı Selim”in yitirilişinin adeta tanığı idi. Küçükömer’i II. Cumhuriyetçi ilan etmek bence net bir “akıl zorlaması” olur. Yeni yetme bir bayan yazarın, Cumhuriyet kitapları arasında yayınlanan bir tezini böylesine abartarak sunmak, olsa olsa konuşamayacak birine saldırı diye geçiştirilemez. Tektaş Ağaoğlu’nun dediği gibi “Küçükömer sapına kadar Marksist’di”. Bugün bu yaveleri yumurtlayanlar ise acaba Gazi Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün , Milli Mücadelede, yurtseverlerle el ele kurduğu Cumhuriyette mi yaşıyorlar. Bakın çevrenize, göreceğiniz manzara kaçıncı Cumhuriyeti işaret ediyor, adının önüne “İslam” ibaresinin konmaması neyi değiştirir.

Önümüzdeki birkaç sene zor geçecek. Muhalefet ben merkezci uykusunda. Sosyalist olduğu savındakiler Kemalist deyiminin arkasında saf tutmakla meşgul. “Akıllara ziyan” diyen bir deyim günümüz Türkiye’sinin adeta “politik” sloganı olmuş.

Kötümserlik çözüm değil. Bu eğilimi "buldumcuk” olan, Tayyib’in yanak okşattığı yazarlara bırakalım. Kötümserlik sol sözlükte yeri olmayan bir eğilimdir. Yapacağımız tek şey (bugünkü ortamda) alınan her kararı “Bu işin içinde bir iş var” ilkesiyle didik etmektir…Ulagay, “Türkiye, kime kalacak” sorusunu açık olarak ortaya koydu. Buna verilecek yanıt “İmama kalmayacak” olmalı ve tüm aydınlık güçleri tek cephede toplamaktır.


Not: Pensilvanya’da mukim, cemaat lideri, siyaset uzmanı Hocaefendi ısrarlı davetleri reddetti. Bu arada Türkiye tehlikeli bir ülke tanımlamasını da ekledi. Türkiye neden tehlikeli bir ülkeymiş açıklamadı. Elinde siyah bir mendil, ekran karşısında “iki göz, iki çeşme” ağlayıp durdu. Israrla “O” diye hitap ettiği Başbakanla hasretin giderilmesi bir başka bahara kaldı. Bu da “aklı selim”in yitirilişinin bir başka kanıtıdır.