Nesil

Aldırmazlığımdan değil, sarf ettiği kimi lafların ardından, daha sonra o lafların tam tersini söylediğini bildiğimden, bu kadar takılmamak gerekir diye düşünüyorum başbakanın şu dindar nesil yetiştirmeyle ilgili laflarına. Çünkü başbakan konuşmayı seven biri, bu nedenle de söylediği sözlerin, ondan önceki ya da sonraki ettiği kelamlarla uyum içerisinde olup olmadığının pek farkında değil.

Oysa bizim işimiz, bu tür figürlerin özüyle, sözüyle bir olup olmadığının farkına varmak. Ne diyor, ne yapıyor, ettiği lafı ne niyetle söyledi, bunları izlemek. Bunu kötü niyetle yaptığımız da yok. Samimiyet sınavı, geçebilene onur kazandıran müthiş bir sınavdır. Karşınızdaki hiç kafanızın basmadığı biri de olabilir, ama tavırlarındaki tutarlığı seversiniz. İnsan, özleri sözleri bir şahsiyetler görmek istiyor karşısında.

Recep Tayyip Erdoğan’ın, -sevenleri tam tersini düşünüyor biliyorum ama-, bir sözü diğerini yalanlayan bir tarzı var. “Fikri takip” ya da “fikir disiplini” gibi kavramlarla başı da pek hoş değil. Bunda, başta seçmenleri olmak üzere meftunlarının her söylediğini doğru görmesinin de etkisi var. Sorgulamayan seçmen tipi, sağcı zihin dünyasının taptığı bir seçmendir, normal.

Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” cümlesi, elbette masum bir cümle. Erdoğan’dan beklenen de budur. Neden şaşırıldığını kendi adıma anlayabilmiş değilim. Sanki bu cümleyi dillendirmese, Erdoğan’ın bu tür bir niyeti olmadığını anlayamayacaktık gibi davranmak da neyin nesi? Başbakan, her ne kadar birbirini yalanlayan laflar etse de bakın bu konuda “tutarlı”dır. “Demokrasi tramvayı”nı (kendi tanımlamasıdır), istediği durağa götürecek kadar yol yordam bilen iyi bir vatmandır o. Şaşıranın aklına şaşarım.

Dindar nesil yetiştireceğiz cümlesini duyduğumda, samimi inançlıları ayırarak belirtiyorum tabii, aklıma hemen Ogün Samast geldi benim. Mehmet Ali Ağca da, Abdullah Çatlı da. Bunlar da herhalde dinsiz değildiler. Erdoğan’ın, “dindar değil de Tinerci mi olsunlar” anlamındaki laflarıyla beraber bu figürleri düşününce, Ağca iyi ki tinerci değil diye mutluluk bile duydum. Papa’yı bir tinerci vursaydı, rezil olurduk dünyaya, düşünsenize. Bülent Arınç’ın “bizimkiler para ve kadın konusunda sıkıntılılar” dediğini de hatırlatırım. Demek ki “dindar nesil”den çok “açgözlü nesil” yetiştirmemek gerek. Kadına da paraya da açlık, oburluğun en sevimsiz tarafını oluşturur.

Israrlıyım. Erdoğan’ın her lafına takılıp, günlerce konuşmayalım, çünkü ettiği lafların önünde arkasında bir tutarlılık yok. Deniz Baykal’a “gelmişsin yetmiş yaşına hala orada oturuyorsun” diyerek, yaşlanmayı olumsuzluk olarak değerlendirip, yaş ayrımcılığı (ageizm) yapan da odur, bu lafların üzerinden daha iki ay bile geçmeden İstanbul’da düzenlenen uluslar arası bir yaşlılar konferansında “yaşlılar bizim toplumumuzda sözü dinlenen, deneyimlerinden yararlanılan değerlerdir” (mealen) diyen de odur. Tabii, namuslu tek bir şahsiyet çıkıp, “madem öyle Deniz Baykal’a yaş üzerinden vurmayın, pek bir ayıp oluyor” demediği için, bu laf yenilip yutulmuştur. Midesi işkembesinden büyük olanları selamlıyorum.

Şimdi son cümlesi de, başbakanın öylesine söylediği, elbette asıl amacını ifşa eden, ama tutarlılığı olmayan cümlelerinden biridir. Takılmayalım. Sadece bu cümleden yola çıkıp, bir tutarlılık, fikri takip ciddiyeti var mı yok mu bunu arayalım. Dindar biri, herhalde, dininin emri olduğuna inandığı kazancın kaynağı konusunda titiz olmalıdır. “Yetiştirilirken” herhalde bu da anlatılır “dindar genç adayına”. Şimdi, her nerede “yetiştiriliyorsa”, “helal, haram” zaviyesinden kazanca ilişkin uyarılarla dindarlaştırılan genç, örneğin Erdoğan’ın İskenderun’da bir açılış töreninde yaptığı konuşmasında geçen “paranın dini imanı olmaz” cümleleriyle karşılaştığında ne düşünür sizce? Erdoğan, İskenderun’un kalkınması için paranın nereden geldiğine bakmayın anlamında söylüyor bunu (Sol’daki,11 Mart 2011 tarihli yazıma bakabilir dileyen). Bakın bu hiç masum bir öğüt değildir. Başbakan, aralarında gençlerin de bulunduğu kalabalıklara, fırsatçılık/faydacılık temeli üzerinde yükselmiş bir ilke(!) öğütlüyor. Korkunçtur. Başbakan, İskenderunlulara öğütlediği bu “ilke”yi, kendisi için de uyguluyor mu acaba diye düşünmez mi insan şimdi? Tamam, biliyorum düşünme faaliyeti esir alınmamış beyinlerin, kirletilmemiş vicdanların işidir diyenleriniz olacak şimdi, eyvallah. Ben sordum sadece.

Dindar nesil yetiştirmeyi” görevleri arasında sayan başbakan ile onun gibi düşünenler, ne Kemalist dönemi, ne CHP’yi, ne de laikleri eleştirme hakkına sahip değildirler. AKP de, sözüm ona eleştirdiklerinden farklı olmayan baskıcı, devlet eliyle ahlakı sağlayan, devlet eliyle “iyi vatandaş” yaratmayı hedefleyen bir toplum mühendisliğine soyunduysa, bu hedefe ulaşmak için gerekirse sopayı da kullanacak demektir. Yolu yok.

Bizim memlekette genç olmak zor, genç ölmek kolaydır oysa. Dindarı, dinsizi için de geçerlidir bu. Aile, çevre, toplum, devlet baskısıyla ne kadar hastalıklı nesiller yetiştirildiğini anlamak zor değil. Dindarlık disipline edilmiş, yasaklarla çevrilmiş bir hayat armağan eder bireylere. Sorunları ortadan kaldırmak yerine, o sorundan muzdarip olanları yasaklarla sorundan uzak tutmayı (!) çözüm sanır din.

İş sahibi, karnı tok, geleceğinden emin gençlik yetiştirmeyi beceremezseniz (ki beceremeyeceksiniz) elinizde kala kala tek tip bir gençlik kalacak. Dindar gençlik falan derken karşınızda onu bulacaksınız.

Kimi mi?

Hemen söyleyeyim:

Mundar gençlik.