Şakadaki Gerçek Payı

Bir söyleşi. Konu malum. Kürt açılımı.

Soru: Bir örnek var mı Osmanlı tarihinden verebileceğiniz?

Yanıt: Tezakir'in 4'üncü bölümünde 1860'lı yıllarda Ahmet Cevdet Paşa'nın Kozandağı isyanını bastırmaya gidişi anlatılır. İsyanı aşiret reisleri ve halkın önde gelenleri ile oturup konuşup, isyancılarla uzlaşınca, asilerin başındakilere paşalık rütbesi verip, Edirne'ye mecburi ikamete gönderiyor. Çukurova'dan Edirne'ye sürülüyor yani. Sonra da maaşa bağlanıyor.

Soru: Abdullah Öcalan'ı nereye süreceğiz peki bu senaryoda?

Yanıt: Osmanlı gibi büyük düşünülmesini öneriyorum. Bana kalırsa, Bodrum'a, Bodrum Türkbükü'ne gönderilmesini öneriyorum. Cevdet Paşa olsa, öyle yapardı diyelim.

Bütün bunlar şaka olmalı, diyeceksiniz. Berbat bir şaka. Söyleşiyi yapan büyük bir gazetecilik örneğine “imza attığı”nı düşünmüş olabilir. Yanıtları veren Mümtaz'er Türköne'dense daha yüksek bir espri kalitesi bekleyemeyeceğimizi bilmeliyiz.

Yeri gelmişken kendisi Abdullah Çatlı ekolünden gelip zamanla kendini sosyal bilimlere adamış, iktidarların eteklerinde pek prim yapmış, son yıllarda ise AKP'nin sivri dilli, cesur kalemi olarak bellenmiştir.

Gerisini geçiyorum Türköne çoğunlukla, AKP'ye ultra-liberallik, özgürlükçülük, özgün bir demokratlık, ezber bozuculuk atfeden kesimlerin referans kaynağı olmaktadır. Türköne'nin kendisi bir ezber bozandır. AKP cephesinin herhangi bir açılımda elde kalem en ileri saflara koşan öncü kollarındandır.

Şimdi, Kürt açılımı konusunda AKP'nin en ileri öncü kolundan yukarıdaki yaklaşım çıkmaktadır ve hepsi budur.
Temmuz'dan beri gündemde bizim Kürt halkımızın sorunu olarak bir Kürt sorununun bulunmadığını, bu anlamda AKP'nin ülkemizde farklı kökenlerden insanların nasıl bir adalet, eşitlik birlikteliği kurabileceklerine yanıt aramadığını anlatıp duruyoruz. Türköne'nin kötü şakalarının ardından sırıtan gerçek bunu teyit ediyor.

Muhtemelen AKP demokratlığının ardında sıraya girenler yukarıda aktardığım satırları okuduklarında, açılımın bir etabı olarak Öcalan tabusunun da masaya yatırılabildiğini görüp coşkulara kapılacaklar, demokrasi güneşinin ışınlarıyla ısındıklarını hissedeceklerdir.
“Paşa Öcalan”. Kim derdi ki! Heheyt be, işte demokrasi!

Bense Mümtaz'er beyin sefil espri anlayışının altında açılımın bir isyanın bastırılması olarak tanımlandığını görüyorum. Ben söylemiyorum, yorumlamıyorum, tek sözcük eklemiyorum!

Türköne son zamanların modasını izleyerek Osmanlı'ya bakarak büyük düşünmeyi öneriyor. 21. yüzyıl Türkiye'sinde büyük düşüncenin yüzlerce yıl geriden türetilmesine şaşmamamız gerekiyor. Bunların kafaları ancak bu kadarını alıyor!

Öcalan İmralı'da tek başına ve terörist başı diye anılarak yaşatılacağına, Türkbükü'nde gözetim altında ve paşa rütbesiyle dalga geçilerek ikamet ettirildiğinde, balık tutup denize girdiğinde Kürt halkımızın ne kazanacağını merak ediyorum. Kürtler dillerini, kültürlerini daha özgürce mi yaşayacaklar, Türkbükü'nden doğuya doğru istihdam olanakları mı yayılacak, Kürt çocukları Roman kardeşleriyle birlikte çöp ayıklamaktan kurtulacak mı... ne olacak? Bu ülkede farklı kökenlerden insanlarımızın ortak toplumsal yaşamında hangi öğeler nasıl değişecek?

Yanıtlara bakılırsa isyan bitecek. İsyanın bitmesi karşılığında onurlu barış alınıp rütbe ve sürgün verilecek! Faşist eskileri kontrgerilla savaşıyla, on binlerce insanın dökülmüş kanıyla, silahlandırılmış korucu çeteleriyle, harap olan ülkemiz, düşman edilen halklarımızla alay edecek. Türk ve Kürt halkımız da, sanıyorlar ki, bunu yiyecek.

Yok. O kadar değil. Türköne diyor ki, “12 Eylül öncesi Kürt sorunu Türkiye'de sol siyasetin konusuydu”. Sanıyor ki, o dönem bitti, artık şarlatanların dönemi başladı. Yanılıyor. Onun ve AKP'nin ilgilendiği konu isyan bastırmak. Sol insanlığın bu kepazeliğe isyanıyla ilgileniyor.