Referanduma doğru

Anayasa değişikliklerinin içeriği soldan bakıldığında olumlanacak bir ilerlemeyi temsil etmiyor. Ancak bundan ziyade, değişikliklerin içeriğine değil AKP'nin referandum adımına bakılması gerekir.

Tablo açık. AKP Türkiye'nin ABD emperyalizminin yönlendirmesi altında radikal bir dönüşümden geçişini yönetmektedir. 12 Eylül referandumu bu sürecin bir öğesidir. Bunu görmezden gelen bir içerik tartışması yürütüldüğünde de, aklı başında bir ilerici, değişiklikleri onaylamak için makul gerekçe bulamayacaktır. Ama bu uğraşın kendisi, asıl önemli olan süreci atladığı için eksik ve yanlış kalır.

Takvim belli. 2010 kısmi anayasa değişikliği, 2011 genel seçim, 2012 cumhurbaşkanlığı seçimi ve tam anayasa değişikliği. Bu takvimin uygun bir yerine en fonksiyonel birliklerden başlayarak orduda profesyonelleşmeyi ve yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluk alanının genişletilmesini yerleştirin.

Buradan, AKP'nin kendisi tökezleyecek olsa bile, güvence altına alınmış bir Amerikan dönüşümü, aynı anlama gelmek üzere cumhuriyetin tasfiyesi çıkar. Mesele budur.

Hayır oylarının tamamı bu bilinçle mi verilecek? Hayır. Peki öyle mi olması gerekir? Ona da hayır... Bu bilinç bütünlüğü komünistlerin işidir. Eksik bilinçle oy kullanacak olanlara karşı komünistlerin onları geliştirme sorumluluğu bulunur. Büsbütün yanlış, gerici gerekçelerle oy kullanacak olanlar içinse, “bu da onların sorunu” demek durumundayım.

Referandumun konusu, anlamı böyleyse, herhangi bir siyasi akım, bu konu ve anlamı kendi perspektifi doğrultusunda değiştirme yoluna gidebilir mi? Lafı dolandırmaya gerek yok BDP böyle bir şey yapmaktadır. BDP referandumda AKP'ye çelme takma politikasını çeşitli nedenlerle yetersiz görmüş ve katılmama tavrının demokratik özerklik sloganına evet olarak yorumlanması yönünde bir politika belirlemiştir. Bu politikada bir içerik zorlaması olduğu açıktır. Ancak elbette politika bazen bu tür zorlamalarla yapılabilir.

Diyelim ki, BDP, referanduma ilan olunandan farklı bir anlam yüklemeyi başardı. Bu durumda, AKP'nin kısmi anayasa değişikliği gündemi silinip gitmiş olmayacaktır. Boykot sonucunda katılım ne kadar düşerse düşsün böyle bir olasılık yok. Tabii, benim yukarda iddia ettiğim, takvimle bağlı Amerikan dönüşümü de geçerliliğini korumaya devam eder. Sonuçta, ya değişiklikler onaylanır ve AKP takvimi bir biçimde işler veya reddedilir, takvim bundan etkilenir...

Özetle Amerikan dönüşümü ve Demokratik Özerklik aynı olaya bindirilmiş, yan yana duran iki anlam olarak karşımızdadır. Boykot oylarının tamamının hayır oylarından alınacağını kimse iddia edemez. Belki de, Kürt tabanında AKP'nin iyi işler yaptığını varsayan bir kesim bu politika sayesinde evet tavrından kopartılmış olacak. Boykotun genel olarak hayır oylarını ikame edeceği ve bu sayede aslında evetçi AKP'ye yarayacağı tezi makul olmakla birlikte, bu tür bir görece küçük parantez de açılabilir.

Ama fark eder mi? Boykotun, tersine bütünüyle evetçilerden çalınacağını bile varsaysak, Kürt halkımız Anayasa değişikliklerine ilişkin olarak “kayıtsızlık” konumuna çağrılmış olur. Türkiye'yi gericilik uçurumundan atmaya çalışacaklar ve Kürtler bununla ilgili bir pozisyon almayacak... Bunun anlamı sanırım açıktır ve buradan Türkiye partisi çıkmaz. Takvimin devamında ne yapacaktır boykotçular? Genel seçimleri geçelim. Cumhurbaşkanı ve yeni Anayasa süreçlerini de kendi gündemleriyle ilgili bir zorlama için mi değerlendirecekler?

Öte yandan 12 Eylül'le ilgili olarak AKP'nin oluşturduğu toplumsal basınca karşın, sonucun kafa kafaya alınacağını söyleyebiliriz. Demek ki, tarikatçısından valisine, gözyaşlarından tehditlere, sol taklitçilerinden Amerikan elçisine, hatta YAŞ vesilesiyle bir kez daha asker karşısında cesaret şovuna kadar herkesin ve her yöntemin devreye sokulmaması ve toplumun terörize edilmemesi durumunda AKP'yi bir çöküş bekleyebilirmiş!

Kafa kafaya bir sonuç ise, Anayasa tanım gereği daha büyük bir toplumsal meşruiyeti arkasına alması gerektiğinden, olası bir onayın ölü doğması anlamına gelir. AKP gibi bir parti meşruiyet tanımını keyfine göre belirleyeceği için, ölü doğma ifadesi fazla gelebilir. Ancak kesinlikle hükümetin işi zorlaşacaktır. Ayağı tökezleyen bir AKP ise koşmak zorunda kalır. Yaralı hayvanın saldırması gibi... 12 Eylül'den hayır sonucu çıkmasının da sonucu aynı olacak, Erdoğan bir tür güven oylamasının kaybedildiği yorumlarına “ne alakası var” derken, yitirdiği güçleri yeniden toparlamak için daha büyük bir şiddetle devam edecektir.

Solu temsil gücüne fazla fazla sahip siyasi partiler ve sendikalar hayır tavırlarını ilan etmiş bulunuyorlar. Bu güçler, hep birlikte, AKP'yi önce tökezletmek, sonra da göğüslemek göreviyle karşı karşıyalar. Birileri yarın öbür gün bir kez daha “neden Türkiye partisi olamadık” tartışacak veya önlerine “Türkiye partisi olma” türü hedefler koyacaklarsa, önce bu göreve tutunmaları gerekir.