Yaşam için temel ihtiyaçlar ücretsiz karşılanmalıdır. Bu mümkündür. Ücret bunlardan sonrasıdır ve o da herkesin emeğine göredir. Asgarisi olmaz.

Ücretin asgarisi olmaz

Top çevirip durdular. “Yapmasak kurtarmaz mı” diye son ana kadar beklediler. 1 Temmuz yılın ortasıdır, asgari ücrete ara zam yapılacağını bu tarihe üç gün kala açıkladılar. Henüz rakamı bilmiyoruz. Ama artışın patronlara yük getirmeden yapılacağını, Erdoğan’ın sözlerinden anlıyoruz.

Bu arada Erdoğan’ı beklemeden, ücretleri Mayıs-Haziran aylarında bir miktar yükselten işletmeler oldu. Onu da keyiften yapmadılar elbette. Başta onlar da Erdoğan gibi “2022’nin zamsız oluru var mı” diye çok bakındılar ama bu ücret düzeyiyle işyerlerinin birer barut fıçısına dönmeye başladığının çok çabuk farkına vardılar. Son iki ayda çeşitli işyerlerinden küçük küçük zam haberleri aldık. “İlaç niyetine” diye olduğunu biliyoruz.

Fıçının işyerinde patlaması, en çok korktukları şeydir. İşyerlerinden dışarıya yansıyanlara bakılırsa şu ana kadar yapılan bu küçük artışların işçilerde herhangi bir rahatlama yarattığı söylenemez. Türkiye’de yaşanmakta olan yoksullaşma dalgasını frenleyecek ölçekte ücret artışlarının, bu patronların cebinden kendiliğinden çıkacağını kimse beklemesin. Çıksa bile hayat pahalılığı böyle devam ettikçe harcamaların büyüklüğü geliri aşmayı sürdürecek. Demek ki işyerlerinde sıkışma sürecek.

Erdoğan’ın bu hafta belirleneceğini açıkladığı Temmuz asgari ücretinde de durum farklı değil. Aslında AKP ekonomi yönetiminin asgari ücrete yıl içinde ikinci bir zam yapmak gibi bir niyeti yoktu. Temmuz ayını, memur ve emeklilere zaten vermek zorunda oldukları enflasyon farkıyla geçip asgari ücreti sene sonunda görece yüksek artışla belirlemek niyetindeydiler. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı anlaşılıyor. Demek ki mesele sadece seçim derdi değil. Henüz işyeri duvarlarının dışından duyulmuyor olabilir fakat işyerlerinde müdürlerin kapılarını zorlamaya başlayan işçilerin çıkardığı ses patronları tedirgin edecek düzeyde. Bu tedirginliğin Beştepe’de de hissedilmediğini düşünmek abes olur. Bakanın deyimiyle asgari ücrete bir “dokunuş” ihtiyacının en çok da bu nedenle hasıl olduğunu söyleyebiliriz.

Artış miktarı için ise dışarıya yansıyanlardan anlaşıldığı kadarıyla üzerinde en çok konuşulan seçenek Ocak ayındaki yüzde 50’lik artış ile güncel enflasyon arasındaki farkın ödenmesi. Bu yaklaşık yüzde 25 gibi bir orana denk düşüyor. Miktarın asgari ücretten kesilen SGK ve işsizlik sigortası primlerinden karşılanması öngörülüyor. Asgari ücretteki SGK ve işsizlik sigortası, işçi (sırayla %14 ve %1) ile işveren (%15,5 ve %2) payları olarak kesilir ve toplam 1626 liradır. Yani karar verecekleri artış, 1626 lira olan bu prim toplamının ne kadarının alınmayacağı olacak.

Unutmadan bu formül, asgari ücretin patronların cebinden kuruş çıkmadan artırılması anlamına geliyor.

Peki kaynak nereden sağlanacak?

Söylenen o ki, işsizlik sigortasından. Yani işsizin parasından, işçinin fonundan…

Öte yandan bu rakamın tamamı asgari ücrete yansısa ne olacak? İlaç niyetine yapılan bu artış, merhem bile olmayacak.

Peki buna rağmen artış yapılmasın mı? İşçinin cebine üç kuruş daha fazla girmesine de mi laf ediyoruz?

Yapılsın elbette.

Ama her asgari ücret artışı gündeme geldiğinde sendikaların, sol muhalefetin aynı şeyleri tartışması kabak tadı vermedi mi sizce? Kaç lira artsın, ne kadar sürede bir belirlensin sorularıyla bu güne kadar nasıl bir yol alındı? Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplansın diye tepinmenin ne tür bir faydası oldu? Ya da bunların hepsi olsaydı sorun çözülecek miydi?

Kimse kimseyi kandırmasın. Ne düzen muhalefetinin, ne onunla bulaşık sendikal merkezlerin asgari ücret konusunda işçi sınıfı için önerebildiği bir çözüm yok.

Oysa bu işin çözümü var.

Önce asgari ücretin ne kadar olması gerektiği değil asgari ücretin kendisi sorgulanmalı. Üstelik şimdi patronlar üretim, ihracat, kâr rekorları kırıp emekçiler yol parası denkleştirmekte zorlanırken hala aynı teraneden ilerleniyor: “Kaç para artış olsun?”

“Ücretin asgarisi olur mu” diye sormanın zamanı değil mi şimdi?

Aldığı ücretten başka geçimi olmayan insanlardan bahsediyoruz. İşçilerden. Onların yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan temel ihtiyaçlarıdır esas olan ve bunlar uzun zamandır “hak olmaktan” çıkarılmıştır. Açık ki, bunlar ücretsiz olmalıdır.

Barınabilmektir.

Barındığı yerden çalıştığı işe ulaşabilmektir.

Isınabilmek, aydınlanabilmektir.

Sağlıklı beslenebilmektir.

Eşit eğitim alabilmek, nitelikli ve zamanında sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektir.

Bunlara çuvalla para ödeteceksiniz, sonra “asgari ücret ne kadar olsun” diye işçileri tartıştıracaksınız.

Bu işin çözümü var.

Yaşam için temel ihtiyaçlar ücretsiz karşılanmalıdır.

Bu mümkündür.

Ücret bunlardan sonrasıdır ve o da herkesin emeğine göredir. Asgarisi olmaz.

Nasıl mı?

Merkezi planlamayla, sanayileşme hamlesiyle. Uzatmayayım, o da başka yazının konusu olsun…