'Cumhuriyet’i ve Atatürk’ü itibarsızlaştırmayı amaçlayan tezler solun içinde barınamaz. İlericilik ve gericilik arasında bir kavga sürmektedir ve solun yeri ilericiliğin merkezi, ön safıdır.'

Tarihten kaçmakla olmuyor

29 Ekim geçti. Sonra 10 Kasım… Takvim bu; döner ha döner ve her yıl Cumhuriyet’in ilanı ile Atatürk’ün yaşamını yitirmesinin yıldönümleri birbirini izler. Ve tartışırız…

Bir açıdan bakıldığında sanırsınız ki, “sol tartışıyor”. Bir izlenime göre solda bir tarafta Cumhuriyet’i hafife alanlar, hatta meşru bulmayanlar, Mustafa Kemal’i bir zalim olarak görenler, diğer taraftaysa tersine Cumhuriyet’i sahiplenen, hem ulusal kurtuluşa hem de ona imza atan lidere saygıyla yaklaşanlar vardır ve tartışma bunlar arasındadır… 

Aslında bu bir bakıma, kaynağı açısından “iyi” bir yanılsama sayılır. Solun sözü, her zaman fiziki olarak kapladığı alanın çok ötesine yayıldığı için tartışmanın aslında bir ilericilik-gericilik çatışması olduğu görülmeyebilmektedir. Gerçekten de sağın tartışmaya değer nasıl bir fikri olabilir ki! Doğru dürüst bir tartışmanın olsa olsa solda yapılacağı düşüncesi kulağa hiç de fena gelmemektedir. 

Ama “sol içi tartışma” yanılsamasının sonuçları bu örnekte hayırlı olmaz. Çünkü, bütün açıklığıyla söyleyeyim, 29 Ekim-10 Kasım başlığında tarihin gerçeklerinden kaçarak solcu olunamaz. Kimi solcular geçmişte çeşitli momentlerde yanlış yapmış olabilirler, bu başka. İlericilik-gericilik saflaşmasında gericilik yakasına yerleşenlerse, sola istifalarını vermiş olurlar. Yanlış anlaşılmasın, birilerinin başkalarını soldan ihraç etmesinden söz etmiyorum. Kast ettiğim, daha ağırı, tarihin hükmüdür.

Nedir tarihin hükmü? Kim bu istifacılarımız? Bu iki sorunun dışında bir üçüncü nokta olarak, TKP’nin yalnızca bugününe değil bütünsel tarihine yönelik ortaya atılan “Kemalistlik” suçlamasına da değinmek durumundayım. 

Tarihin hükmü nesnel ilerlemenin toplumsal bilince yansımasıyla oluşur. Karşıdevrim dalgaları bu bilinci topa tutar. Örnek Latin alfabesine geçiş olsun. “Bir gecede cahilleştik” zırvalığı, öncesinde Rus, Fransız, İngiliz edebiyatı gibi devasa bir birikim olsaydı, hani üstünde durmaya değebilirdi. Üstelik Türkiye’de okuryazarlık neredeyse ihmal edilebilir düzeyde düşüktü… Latin alfabesi ile zorunlu temel eğitimin organize edilmesi çakışmıştır ve ortaya böyle böyle bir toplumsal bilinç çıkmıştır. Bu bilince göre “yeni alfabe geniş halk kitlelerinin yararınadır.” Nokta! Nesnel ilerleme de gerçektir, bunun yansısı da çok sağlam ve doğrudur. Tarihin hükmü bu. Bunu yıkmak için ne 12 Eylül’ün Türk-İslam sentezi, ne son yirmi yılın şeriatçılığı işe yaradı. 

Sömürge olmak mı ulusal kurtuluş mu; işte böyle bir hükmün konusu olmuştur, sonuç bellidir. Seçilmiş bir Meclise ve genel oya dayanan yönetim mi, yoksa hanedanlık, sultanlık mı sorusunun yanıtı, yine tarihen ve toplum tarafından verilmiştir. Cuntacılar eliyle, liberaller eliyle, emperyalistler eliyle dinsellik ortaya salınmış, laiklik delik deşik edilmiştir, ama tam becerdiklerini sandıklarında ortaya bir halk laisizmi çıkıvermiştir. 

Türkiye ilericiliği bu dirençli damarlardan beslenir. İlericiliğin içeriği büyük sınavdan geçerek oluşmuştur. Bize özgü de değildir bu mekanizma. Kimse Fransız Devrimi’nin “büyük” sıfatını elinden alamadı. Veya ilgili coğrafyalarda Jose Marti’siz, Simon Bolivar’sız bir ilericilik düşünülemiyor. Rusya’yı Stalin’siz düşünmek asla mümkün olmayacak, belli artık bu…

Sol içi bir tartışma bu zeminde, gayet belirgin sınırların içinde yapılabilir ancak. O yüzden başta değindiğim izlenim doğru değildir. Cumhuriyet’i ve Atatürk’ü itibarsızlaştırmayı amaçlayan tezler solun içinde barınamaz. İlericilik ve gericilik arasında bir kavga sürmektedir ve solun yeri ilericiliğin merkezi, ön safıdır.

Yine de tarihsel ilerlemeyi itibarsızlaştırmaya hizmet eden tezlerin sahipleri kendilerini solcu sayıyorsa, bir umut onları tutmaya, düzeltmeye, sınanmış zemine çekmeye çalışırız. Yorulmadan, tekrar tekrar anlatırız. Ama emeğin, umudun ve sabrın da sınırı vardır. İdris Küçükömer’in her şeyi tersyüz eden Düzenin Yabancılaşması kitabının yansıttığı üzücü kafa karışıklığını, zamanında zihin açıcı tartışmalara vesile olduğu için, diyelim ki hoş gördük. Ama o kadar. O yoldan devam edip Erdoğan’ı demokratik devrimci ilan eden Birikimcileri ve Tarafçıları sol saymak ahmaklıktır. Yirmili yaşlarında burjuva düzeninin içinden halka yararlı bir şey çıkmayacağını keşfeden 68 kuşağının kimi unsurlarının kabına zarar öfkesini, diyelim o günlerin devrimci arayışı affettirdi. Ama gerçekten o kadar. İşi “zaten Kurtuluş Savaşı da yoktu”ya, “Cumhuriyet de halk düşmanıydı”ya, “laiklik özgürlükçü değildi, inananları ezdi”ye götürmek ilericilik zeminini terk etmek demektir. 

Bunlar tarihten kaçış tezleridir. Yalnızca duvara çarpmaya mahkûm değillerdir; bu kadarı hüzünlü olurdu… Bu görüşlerin arkasında bağımsızlık mücadelemizden intikam almaya yeminli emperyalizm vardır. Bu tezlerin arkasında emekçilerin yurttaşlık haklarını öteki dünya umuduyla değiş tokuş etmek isteyen sömürücü sermaye sınıfı vardır. Onlarla kavgalıyız. Bağımsızlığı, yurttaşlığı, laikliği eksik yapanlar ile bunların kanlı bıçaklı düşmanlarına eşit mesafede falan değiliz. Biz iyisini yapacağız. İyisini yaptığımızda tarihin hükmünü içinde hisseden büyük insan çoğunluğu bizimle beraber olacak, biliyoruz.  

Bir köşe yazısının sınırları içinde, artık son noktaya gelmek zorundayım. Türkiye Komünist Partisi’nin tarihin hükmünü esas aldığı doğru, Kemalist olduğu yalandır. TKP onlarca yıl boyunca bir burjuva devrimi olduğunu bildiği Cumhuriyet’in doğru devrimci eleştirisini aramış, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum yaratmak için, işçi sınıfının iktidarına sıçramak için, daha ileriye sıçramak için kanal açmaya çalışmıştır. Bu uğraşın çeşitli momentlerinde somut pozisyonlar formüle ederken soyut doğrunun kimi zaman sağına, bazen de soluna düştüğü(müz) olmuştur. Ama ne tarihsel ilerlemenin gerisine dönmeyi düşündük, ne mevcutla yetinmeyi kabullendik.

Bunları geçmişe ilişkin olarak ve geleceği daha eksiksiz örmek için biz tartışırız. “Solun içinde” tartışırız. Verimli olduğu sürece hep de devam ederiz…

Ama 2021’de kâh yüz kâh kırk yıl öncesine göndermelerle her yıl yeni baştan komünizme saldırılmasına pabuç bırakmayız. Kimse kusura bakmasın, Türkiye’nin komünistleri olarak, soyut doğrunun kimi zaman sağına, bazen de soluna düştüğümüz momentleri çoktan geçmişte bıraktık. Nereden geldiğimizi, ayaklarımızı nereye bastığımızı, nereye yürüdüğümüzü biliyoruz.