Biz ise parti kapatma lafını, sahiplerinin ağzına tıkamayı öneririz. Önermek ne kelime, taahhüt ediyoruz.

Parti kapatmak mı dediniz?

1992’de kurduğumuz Sosyalist Türkiye Partisi Anayasa Mahkemesince kapatılmıştı. Solda parti kapatmanın moda mazereti Kürt sorunuydu tabii… 

“Anayasa Mahkemesi partimizi değil önündeki bir dosyayı kapatabilir” dedik, devam ettik. Yola devam bildirisi dağıtımında aramızda konuyla ilgili deneyimi ta 1946’ya, Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi’nin kapatılışına uzanan İdris Erdinç de vardı. 

STP’nin yerini alan Sosyalist İktidar Partisi’nin adını değiştirmesiyle oluşan TKP hakkında açılan dava ise cezasız kapandı. Yine de egemen güçler Siyasi Partiler Kanunundaki “komünist adıyla parti kurulamaz” ibaresine kıyamıyorlar... 

Hal böyle olunca, yani biz de parti kapatmanın mağduru ve muhatabıyız diye bu yaptırıma kategorik olarak karşı çıkacağımız sanılabilir. Öyle değil. O kadar da demokrat olamayacağız, kimse kusura bakmasın!

***

Devlet Bahçeli gerçekten HDP’nin kapanmasını mı amaçlıyor? Arzuladığı kesin, ama amaca ulaşması, en azından bugünkü güçler dengesi içerisinde o kadar kolay değil. Muhtemelen oy potansiyeli açısından üçüncü büyük partiden söz ediyoruz. Kürt ulusal siyasetinin oyların ötesinde uluslararası politik denklemlerde tuttuğu yer bundan daha da önemli. Bu yerin Türkiye legal siyaset alanında herhangi bir karşılığının olmaması düşünülemez.

İktidardaki AKP-MHP kafası düşünebilir gerçi; ama legalite ile gerçek dünya arasında bir bağıntı olması gerekir. Bu bağıntı zorlanabilir, yer yer kırılabilir, ama iptal edilemez.

Ayrıca ortada kapatma seçeneği açısından türlü çeşit saçmalık var. Terör mü dediniz? Aynı zamanda bir Kürt oluşumu olan Hizbulkontra partisi var öte tarafta ve AKP’nin ilan edilmemiş müttefiki konumunda. Sonra başka bir devlet oluşumuyla doğrudan bağlantılı olan Barzaniciler var. Bunlar HDP’nin doldurduğu kulvarla karşılaştırıldığında Türkiye’de marjinal kalırlar. Kapatılırlarsa geride boşluk falan da kalmaz…

Demem o ki, kapıyı bir kere kapatmaya başladığınızda, kimler çıkıp gider önceden kestirmek güçtür. 

***

Bahçeli’nin amacı kimilerine göre gündemi değiştirmek… Olabilir. 

Ama bir de Erdoğan’ın reform (!) gündemi var ve herhangi bir demokratikleşme emaresi içermese bile, kokusu o yöne gidiyor. Örneğin kırk yıldır gelmiş geçmiş en “demokratik”, en “solcu” sayılan hükümetlerin bile masaya yatırmadığı bir 12 Eylül uygulaması olan, seçim barajı tartışmaya açıldı bile. Bu koku nice liberali ve barajın aşağıya doğru esnetilmesinden ekmek yiyecek öbeği cezbedecektir. 

Temsilde adalet arayan barajı kaldırırdı; gerisi palavra… Ama reform lafı bile milliyetçi-şeriatçı karşıdevrim tabanını karıştırmaya yeter. Yetmezse de Bahçeli karıştırır!

İktidar ittifakının küçük ortağı fırsat bulduğunda sağcılıkta ortağını geçmeli, ön almalı ve izleyici değil, gündem yapıcı rol oynayabilmelidir. Üstelik Bahçeli’nin höykürüşleri iktidar bloğunun bütünü açısından bakıldığında belli bir işleve de sahiptir. HDP’nin baskılanması kapatma sonucu vermese bile bu partinin muhalefet cephesine açık veya örtük biçimde eklenmesine taş koyabilecektir. Sonuç olarak düzen içi muhalefet risk almaktan ölesiye korkan, AKP’nin gölgesi kılıklı bir kalabalıktır ve HDP’nin meşruiyet daralmasının etkisinden bucak bucak kaçacaktır.

***

Biz ise parti kapatma lafını, sahiplerinin ağzına tıkamayı öneririz. 

Önermek ne kelime, taahhüt ediyoruz.

Sosyalist Türkiye’de, bugün ülkemizde iktidar olmanın koşulu sayılan bazı şeyler yasaklanacak. Irkçılık yasak olacak; etnik, kültürel ayrımcılıklar siyasete giremeyecek. Siyasette laikliğin ihlal edilmesine sosyalist devlet izin vermeyecek. İnsanın insanı sömürmesi de, insanın insanı sömürmesinin savunulması da yasaklanacak. Atı alanın Üsküdar’ı ne zaman geçtiğine ise bakılmayacak. Türkiye’de ırkçı ve şeriatçı hareketler nice katliamın, cinayetin suçlusu olarak soruşturulacak. 1980’de Türkeş’in “ama fikirlerimiz iktidarda” diyebildiği bir yargılama bizi kesebilir mi? Veya başka şeylerin yanında Sivas katliamını sahiplenen bir parti, üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin hesap verecek… Halkın yağmalanan değerlerinin ve varlıklarının üstüne soğuk su içilmeyecek; hesap sorulacak.

Halkın ve ülkenin yararı için, örgütlü emekçiler tarafından yürütülen bir faaliyet olarak siyaset alanı bu haşarata karşı korunmak durumundadır. Koruyacağız…

***

Uğurlama

Emin Karaca ile ya İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt ya da Marmara Üniversitesi’nin Göztepe kapısında bir basın açıklamasında tanıştık yıllar önce. Sosyalist İktidar Partisi olarak üniversitelerdeki faşist saldırılara karşı öğrencilerle dayanışmak için ilerici kamuoyuna çağrıda bulunmuştuk. Emin ağabey o dönem Türkiye Yazarlar Sendikası’nın Genel Sekreterliğini yürütüyordu. Bu sıfatı yaptığımız açıklamalara güç katıyor olsa da, birlikte oluşumuz kişisel politik tercihiydi kuşkusuz. Öyle ki kısa süre sonra Sosyalist İktidar Partisi üyesi oldu. Kitlesel bir salon toplantısında coşkulu konuşmasını hatırlıyorum… Soldaki liberalleşme rüzgarlarına karşı “Bizim nereden geldiğimiz bellidir” diyordu ve sıralıyordu büyük geleneğimizin belli başlı köşe taşlarını. Komün’ü, 1917’yi, Suphileri… Bir işçi yazardı Emin Karaca. Partinin yayın organı Sosyalist İktidar’da köşe yazıları yazdı. Beyoğlu ilçe örgütünün çalışmalarına aktif olarak katıldı, Nâzım Hikmet Kültürevine omuz verdi. Daha sonraki yıllarda üyeliğini sürdürmese de hep Parti dostu olarak kaldı. Geçtiğimiz hafta aramızdan ayrıldı. 
Hüseyin Yıldız ise Emin’den birkaç gün önce gitti. O da SİP’liydi. Gelenek hareketi olarak Sosyalist Türkiye Partisi’nin kuruluş çalışmalarını hızlandırdığımız sıralarda tanışmış olmalıyız. STP ve SİP’in Ümraniye İlçe Komitelerinde görev aldı. 1999’a kadar 1 Mayıs mahallesinden Sarıgazi’ye uzanan bölgede partililerin ağabeyi, teorik açıdan kendini geliştirmiş saygın bir emekçi önderi, partinin yerel temsilcisi olarak yoldaşlığını sakınmadan paylaştı. 

Geçen hafta iki eksildik. Güle güle Hüseyin kardeş, güle güle Emin ağabey…